İçeriden, evin oturma odasından sesi geliyor. Koca bir salona, binlerce kişiden olaşan, “İstanbul yerel seçim propaganda ekipleri”ni toplamış; kürsüde tek başına daldan dala, konudan konuya yağıyor, gürlüyor, kükrüyor, atıyor, savuruyor…
Neredeyse bütün haber kanalları da günlerdir, haftalardır ezberlediğimiz yaveleri bizlere “haber” niyetine canlı aktarıyorlar. Anlaşılan artık “Alo Fatih” diye telefona sarılmaya gerek kalmamış…
Yani gün içinde yazı konusu etmezsen okurdan fırça yiyeceğin herhangi bir önemli olay yok.
İyi…
Yoğun gündemin epeydir ertelettiği bir yazı için gün elverişli.
Buyrun.
* * *
Önce her gün birkaç tane, bazı günler “birkaç on tane” benim ya da T24’ün ekranına düşen okur e-postalarından bir örnek aktaracağım. Özel bir örnek değil. Benzeri görülmemiş hiç değil. Ama yine de iyi bir örnek.
Kendine ingilizce “Yalnız kişi” anlamına gelen bir internet adı seçmiş, ama e-posta adresi filan da belli olan, tanımadığım biri yollamış. Türkçesini, düşük cümlelerini, noktalama işareti kusurlarını hiç düzeltmeden aynen aktarıyorum:
“Hakikaten sizde de hiç utanma kalmamış. Zerre kadar utanmadan ‘AKP ve Erdoğan başımızda kalsın’ sonucuna getirecek şeyleri yazıyorsunuz. Ulan kaç para alıyorsunuz el altından böyle ötmek için? Yuh ulan size!.. 'Ayıp‘ demiyorum çünkü utanmıyorsunuz.“
Bu okur, okuduğunuz tepkiyi ‘‘Erdoğansız bir AKP tabii iyi olur. Kuşkusuz AKP’siz bir Türkiye daha da iyi olur“ cümleleriyle başlayan bir Tırmık için yazıyor.
Şimdi bunu yazan adama (Kadın olmadığı belli. Burada tam bir eril üslup var), evet bunu yazan adama ne cevap verirsiniz ?
Bir kere cevap filan vermezsiniz.
Cevap vermeye kalksanız "Okuduğunu anlamaktan aciz biri… Küfredince rahatlamaya ihtiyacı olan biri… Kendisinden farklı düşünenlerin mutlaka bir yerlerden para aldığını düşünen biri… Düzeyi üslubundan belli biri…“ filan der misiniz ?
Ben demem.
Hayır, her gün daha kaba ya da biraz daha yumuşak e-postalar alan gazetecilerde böyle bir e-posta öfke kabartmaz. Artık şerbetlendik. Okuruz ve geçeriz.
Ancak bu okurun e-postasından taşan, siyasal analiz yetisi sınırlı,akıl desteğinden uzak öfke üstünde durmaya değer.
Bu öfke, o okura özgü değil; hepimizi saran bir alternatifsizlik boğuntusunun dışavurumudur.
Serbest piyasa ekonomisini benimsemiş, ancak bu terimdeki "serbest“ sözcüğünü "Her şey, yolsuzluk da, hırsızlık da, rüşvet de, çağdaş devletin temel ilkelerini dinamitleyen yasal önlemler de dahil herşey serbest“ diye kavrayan; çok ilkel bir siyasal propaganda tekniğini, "Gerçeği dilediğin gibi çarpıt; ama bunu sürekli tekrarla; bilinçaltlarında sızacak kadar çok tekrarla“ diyen o uğursuz tekniği duraksamadan kullanan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız.
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri siyasal iktidara susamış ve 2002’de buna kavuşmuş toplum kesimlerinin, siyasal islamın temsilcisi olarak sahneye çıkmış ve kuruluşunun ertesi yılında tek başına hükümet kuracak bir çoğunluğu yakalamış ve o gün bugün devlet çeşmesinden kana kana su içen, çeşmenin musluğunun kapanıvereceğinden ölümüne korkan; bu korkuyu yenmek için daha da saldırganlaşan bir iktidardan söz ediyorum.
Ve bugün için bu iktidarın bir alternatifi yok.
Güvenilir kamuoyu araştırmaları bu gerçeği doğruluyor.
Ancak sorun sadece kamuoyu araştırmalarına yansıyan sandık sonuçlarından ibaret değil ki ?
Ana muhalefet partisi olarak kabul edilen siyasal örgütü aynı program, tüzük ve hedefler doğrultusunda buluşmuş bir siyasetçiler ve seçmenleri kitlesi olarak değerlendirmek mümkün mü? Bir kesimi kendini milliyetçiliğe kaptırmış gitmekte; bir kesimini bu da kesmiyor olacak ki, ırkçı-milliyetçi bir çizgiyi savunmakta; bir kesimi ise "küçük müteahhitler partisi“ dedirtecek ucuz çıkarlar peşinde; parti içinde sesini bile duyuramayan bir kesimi de sosyal demokrasiyi partiye egemen kılma düş ve uğraşları içinde akıntıya kürek çekmekte…
Kürt siyasal hareketine gelirsek… Ülkede ciddiye alınacak ve ülkenin en ağır yaralarına merhem olacak öneriler üreten bir hareket. Ancak bütün iyiniyetli çabalarına ve bigüne kadar bir kaç kez denemiş olmalarına rağmen "Kürt" siyasal hareketi olma çıtasını aşamıyor; Türkiye partisi olma hedefinin üstesinden gelemiyor.
Sola gelince…
Kendini "sol" diye adlandıran ama ırkçı-milliyetçi-darbeci bir çizgiye savrulmuşları elbette sol diye nitelemeyeceğiz. Onlara olsa olsa "Ne dediğinizi, hedeflerinizi anlıyoruz ama bari sol kavramını kirletmeyin“ demekten öte söylenecek sözümüz yok.
Kendini "Petrograd 1917“de sanan ve o koşulların gerektiği mücadele yöntemlerine sarılmış irili ufaklı (aslında sadece ufaklı) partileri AKP’ye karşı bir alternatif olarak görmek mümkün mü ?
(Benim minik, küçük güzel partim,Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi desen, o henüz bir bebek. Serpilip bir delikanlı mı olur, yoksa daha bebekken…Neyse…)
* * *
1960’ların ikinci yarısında, 1970’ler boyunca fokur fokur kaynayan Türkiye’ye fıkır fıkır hareket getiren, umut aşılayan Marksist soldan, sosyal demokrat çizgilere kadar solu yaşamış bir ülkede bugünkü alternatifsizliği bir kader olarak benimsemek yurttaş onuruna ve bilincine hakaret olsa gerek.
AKP iktidarına ve onun bile hazmetmekte zorlandığı liderine taşkın öfke duymayı, alternatifsizliğin boğuntusuyla kıvranmayı, farklı düşünenlere küfretme ilkelliğini aşmak zorundayız.
Hazır bir reçete yok.
Her adımın ilmek ilmek örülmesi gereken uzun erimli, bıktırıcı bir alternatif üretmekten öte çıkış yolu da yok.