Siyaset aleminde kazan kaynıyor. Öylesine gergin, öylesine zalim, öylesine acılı bir ortamda yaşıyoruz ki, insanın başka hiçbir şey düşünmesi, başka konulara dalması, başka etkinliklere göz dikmesi kolay olmuyor.
Elbette hayat devam edecek. Onun için, elbette sevgili Memduh Ün’ü anacağız, Sennur Sezer ve Levent Kırca’dan sonra onun da matemini tutacağız. Elbette birkaç film görecek ve teselliyi hep olduğu gibi sanatta arayacağız. Ve de başka şeyler...
Ama siyasette olup bitenler üzerine naçizane yazageldiğim yazıları şu aralar içim kaldırmıyor. Olayların benim amatörce yaklaşımımı aştığını ve zaten basında çok güzel ve yürekli şeyler yazıldığını görüyorum, okuyorum. Artık gerçekten coşmuş bir Ahmet Hakan’ın yanı sıra Can Dündar, Hasan Cemal, Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Necati Doğru, Uğur Dündar, Yılmaz Özdil, A. Turan Alkan, Mümtazer Türköne, Mehmet Tezkan vb. yazarlara ben ne ekleyeyim?
Ama küçük bir şey oldu, belki ilginizi çeker. Son olaylar karşısında değişik görüşlere yer vermek isteyen Yeni Şafak gazetesi, benden kısa bir yazı istedi. Yazıp yolladım. Ama sonra bunu isteyen sorumluyla telefonda konuştuk. Nazik biçimde, yazımın ’kişisel şeyler’ içerdiğini, yayınlamanın zor olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla bir-iki cümlenin çıkmasını istiyordu. Ben reddettim ve bunları söylemeden duruma bir teşhis koymanın mümkün olmadığını söyledim. Ve yazımı geri çektim.
Onu anlıyorum. İyi niyetliydi, ama elbette AKP’nin yayın organı gözüken bir gazetede bunu yapamazdı. Ancak dediğim gibi, bu eleştiri yapılmadan da Türkiye’de olup bitene ne gerçekçi bir teşhis konabilirdi, ne de tedavi yapılabilirdi.
İşte o küçük yazım...
Çıkmazdan kurtulmanın yolu
Milletçe içine düştüğümüz bu çıkmazdan nasıl kurtulacağız? En kısa ve kestirme biçimiyle söylemeye çalışırsam, elbette birbirimizi daha iyi anlamak, karşımızdakine kulak vermek, diyalog kurmayı ve empati yapmayı denemek suretiyle...
Uzun insanlık tarihinin ve demokrasi deneyimlerinin mahkum ettiği her türlü düşünce ve söylemi reddederek...Irkçılık, mezhepçilik, bölgecilik vb. tuzaklara düşmeden; başka dil, din ve etnik yapıları, farklı düşünme ve inanma tarzlarını da anlayışla, hoşgörüyle, hatta sevgiyle karşılayarak.
Böylece örneğin Türk siyaset ve demokrasi tarihinin en özgün ve saf başkaldırılarından biri olan Gezi Olayı’nı hiç anlamadan ve anlamaya çalışmadan ‘çapulcular’ diye nitelemek; kimi azınlıklardan söz ederken ‘affedersiniz’ demek; bu ülkenin yıllar boyu özenle oluşturduğu temel kurumlara sürekli saldırmak, onları düşman görmek... Sürekli şunu-bunu küçümsemek, giderek hedef almak ve göstermek...
İşte gereken, tüm bu tavırları tarihe ebediyen gömmektir.
Basının ve medyanın üzerinde kurulmaya çalışılan o meşum baskıdan ve tehditten vazgeçmek...Hırslı, öfkeli ve dışlayıcı bir üslup yerine kucaklayıcı, birleştirici, barışçı bir tavrı, bir ortak akıl zeminini ve atmosferini yaratmak...
İmkansız mı? Değil, bence hiç değil. Ama tarihin kimi dönemlerinde bunu yapmak gerçekten de kolay olmadı. Hatta medeniyetin öncüsü olduğunu savunan en gelişmiş ülkelerde bile... Umarım biz başarır ve dünya tarihinde bu açıdan da onurlu bir yer alırız.