Atilla Dorsay

14 Mart 2022

Savaş, Osman Kavala ve Sedef Kabaş üzerine  

Osman Kavala'nın hâlâ hapislerde çürümesinin herhangi inandırıcı bir gerekçesi olabilir mi?

Önce savaş... Bu kavramı özel isim edinenler de oldu; kendine özgü merhum dostumuz Savaş Ay ya da Hürriyet'in 'yaramaz çocuğu' Savaş Özbey gibi... Ama insanlık tarihini baştan sona şöyle bir süzüp anarsanız, yaşanagelmiş en korkunç, en zalim, en ölümcül felaket olduğunu inkâr edebilir misiniz?

Evet, savaş... Ben 'şahsen' bir 'savaş çocuğu' muyum? Belki, çok dolaylı olarak... Doğum tarihim (1939) insanlık tarihinde en büyük, en çok cana mâl olmuş İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıç yılıdır. Ben İzmir, Karşıyaka'da geçirdiğim ilk çocukluk yıllarımda savaşı çok dolaylı olarak hissettim; radyo haberlerinden, ilk sinemaya gidişlerimde karşıma gelen filmlerden, ana-babamın sözünü ettiği yasaklardan, yiyecek sıkıntılarından, ekmek karnelerinden...

Ama savaşın hemen sonrasında da bu sürdü; savaşta ya da savaştan sonra çekilmiş filmler ekranları işgal ediyor; soykırım, toplama kampı, ırkçılık, Nazizm, faşizm gibi sözcükler, içerdikleri ürkünç kavramlarla birlikte ilk kez gencecik çocuk belleğime yerleşiyor, savaşta geçen kimi filmler, Casablanca'dan Mrs. Miniver'e her daim gözde filmlerim arasında yer alıyordu.

Lütfen 'harp' olmasın: 'Sulh' olsun!...

Elbette sonrasında da savaşlar sürdü. 'Dünya savaşı' olmasa da... Hep uzaktan kaygıyla, üzüntüyle izledim; hep sanki acılarını içime akıttım. Ve bu olaya hep lanet ettim.

Şimdi, hiç beklenmedik biri daha başladı. İkinci savaşta Nazizm'e karşı Batı ile birleşerek insanlık adına iyi bir sınav veren Rusya, Avrupa'nın en sakin, insanları en güzel, yaşamı en rahat (ziyaret ettik, bilirim) ülkelerinden birine acımasız biçimde saldırdı. Ve Batı'da aklı hâlâ biraz başında olan ülkeler (ki hepsi öyle değil) bir araya gelerek buna çareler aramaya başladılar. Bu çabalardan ufacık da olsa bir bölümünün bizim sınırlarımız içinde yapılması (elbette Antalya buluşmasını kastediyorum) bizleri biraz da olsa memnun etti. Sonuç alınamasa da, bu yine de güzel ve onur verici bir adımdı; tarihe öyle geçecek.

Bu savaş neredeyse 20 gündür en korkunç biçimde sürüyor. O nispeten küçük ülkede 2 buçuk milyon kişi vatanını mecburen terk etmiş. Bunların arasında 80 bin hamile kadın varmış!.. Kalanlarsa inanılmaz biçimde silahlanıyor, eğitim alıyor ve gerçek birer savaşçıya dönüşüyorlar. Birçok kenti sürekli ateş ve bomba altında birer harabeye dönüşen bir ülkede...

Ve bu inanılmaz direnişi, bu karşı koyma iradesini her gün ekranlarda izliyoruz. Eski savaşları çok sonradan filmlerde görürken, bu kez her akşam ekranlarda karşımıza geliyor. Bu belki her aşaması görsel (ve de yazılı) medyada 'tefrika edilen' tarihin ilk savaşı!...

Çok dokunaklı yan detaylar da var. Örneğin Ukrayna-Türkiye arasında yaşanan o dramatik git-gel olayı... Ya da ayrılanların mutlaka sevgili kedi-köpeklerini de yanlarında götürmeleri. Ki birisi kameraya karşı şöyle diyor: "Hayvanlar ruhumuzun bir parçası; onları terk edemeyiz!"

Elbette yaşadığımız bu korkunç olayın bir an önce bitmesi, adı eskiden 'sulh' (Harp ve Sulh denirdi, unutmayın!) olan bu müthiş ikilemin güzel yanı olan Barış'tan yana gelişip öyle sonuçlanması, birazcık düşünen ve hisseden herkesin arzusu olmalı. Ve bu konuda herkes elinden geleni yapmalı.

Ve çok daha kişisel veya zümresel kederler ya da sevinçler. Öncelikle ülkemizde hâlâ içeri atılan, inatla içeride tutulan düşünür insanların çokluğu; onlara karşı o bitmeyen ortak ve zalim tutumun aynen, hatta daha çok artarak sürdürülmesi. Öyle ki artık kimse Türkiye'nin gerçek bir hukuk ve adalet ülkesi olduğunu söyleyemiyor; hiçbir vicdan sahibi Türk vatandaşının toplumsal bir mutluluk duymasına olanak tanınmıyor.

Osman Kavala nasıl ve niçin hâlâ içeride? 

Bir Osman Kavala'nın hâlâ hapislerde çürümesinin herhangi inandırıcı bir gerekçesi olabilir mi? O Kavala ki, ben onu yıllar önce ülkenin doğusunda yaptığı hayır yatırımları, kültür girişimleriyle tanıdım. O ihmal edilmiş topraklara nasıl el uzatmıştı... Kılıçdaroğlu'nun ancak şimdi Diyarbakır'ı ziyaret edip "Parti olarak size gelmekte geciktik, kusura bakmayın" şeklinde özetlenebilecek söylemini (ki geç de olsa, ne kadar iyi, ne kadar yararlı bir eylem!) o yıllar önce başlatmıştı. Onu tüm uygar dünyadan gelen tepkilere karşın hâlâ içeride tutmanın herhangi bir açıklaması olabilir mi? Benzer şeyler, HDP'nin genç, tertemiz yüzlü, yazar ve şair eski başkanı Selahattin Demirtaş için de söylenebilir. Onu yıllardır dört duvar arasında yaşamaya mahkûm etmek, ancak acımasız bir Kürt düşmanlığıyla açıklanabilir.

Ya Sedef Kabaş gibi yine kendisini bu ülkenin iyiliğine adamış bir gazetecinin birden içeri alınıp iki aya yakın hapsedilmesi? O Kabaş ki yıllar boyu TV'lerde, gazetelerde ve gerçek hayatta çeşitli işler başarmış, sadece ve sadece bir kültür insanı, bir sanat hizmetkârı olmuştur. Ekteki ta 2002'de bana yazdığı bir mektubunun gösterdiği gibi... Bir yerde biraz ters, gerçek söylemini aşan bir laf etmiş olabilir. Ama bu, o en çirkin tutuklama biçimiyle yapılan bu eylemi mazur gösterebilir mi?

Allah'tan yargımız o kadar da zalim değil. Ve onu, belli bir mahkûmiyet süresi vermelerine karşın, sonunda bıraktılar. Geçmiş olsun, sevgili Kabaş...



Yarın: Murat Özer üzerine...