Atilla Dorsay

11 Haziran 2014

İki yazının ışığında: Gerçek dindarlık, sahte dindarlık

İyi muhafeleti kötü iktidar besler ve güçlendirir. İyi gazeteciliği de öyle...

İyi muhafeleti kötü iktidar besler ve güçlendirir. İyi gazeteciliği de öyle... En ceberrut ve baskıcı iktidar dönemleri sadece iyi edebiyatı teşvik etmekle kalmazlar (Bakınız:, Tolstoy’dan Dostoyevski’ye, Thomas Mann’dan Stefan Zweig’a Emile Zola’dan Malaparte’ye, Boris Pasternak’tan Marquez’e zulüm dönemlerini tasvir etmiş tüm yazarlar). İyi gazeteciliğe de ışık tutarlar, etkileyici ve unutulmaz yazılara vesile olurlar.

Son dönemde Türk basını da buna örnektir. AKP’nin giderek artan paniği çerçevesinde gözümüzün içine bakarak söylenen yalanlara, kendi yandaşları dahil kimsenin itibar etmediği sözömona bilimsel raporlara, tatmin etmeyen yargı kararları ve isyan ettiren atamalara, ülkeyi yeşili ve doğasıyla tahrip eden inatçı bir inşaat poltikasına karşı öylesine düzeyli ve kıvanç verici yazılar yazılıp yorumlar yapılıyor ki... Kendi adıma gururla okuyorum, içimden hepsini kesip arşivlemek geliyor. Ve böylesine etkili bir basın muhalefeti, iktidar şakşakçısı birkaç gazetenin dışında öylesine yaygınlaştı ve popülerlik kazandı ki...

Bu muhalefet, yıllardır kimilerini laik ve Atatürkçü, kimilerini solcu, kimilerini liberal bildiğimiz farklı kesimlerden ve yazarlardan geliyor. Bunların hemen hepsi ortak noktalarda birleşiyorlar. Hepsi vicdan sahibi, belli inançları var ve onlara en namuslu biçimde angaje olmuşlar. Hepsi insanları din, dil ve inaçlarına göre bölme ve birbirine düşman etme siyasetlerine karşı. Hepsi makul ölçüde milliyetçi, hepsi bu vatanı, üzerinde yaşayan tüm halklarla birlikte seviyor.

Ve hiçbirinin yazıları belli kişisel hırslara, çıkar hesaplarına, pahalı kol saatleri veya şık ayakkabı kutularına ayarlanmış değil. Yanlışlar içerseler de inançla, iyiniyetle ve vatan sevgisiyle yazılmış yazılar. İlerde bu dönemi hatırlamak için derlenmesinde yarar olan...

Örneğin geçen haftalarda Zaman gazetesinde çıkan Ali Çolak imzalı bir yazı: Kepçe...Yazar bitmeyen inşaatlarla birlikte her yeri saran o kocaman kepçelere değiniyor: “Artık kepçe çağındayız. Şehrin kolunu kanadını, bütün hayati uzuvlarını kırıyor, kırmakla kalmayıp kökünü kazıyor kepçeler. Doymaz bir iştahla”.

Niçin kepçelere böylesine bir özgürlük verilmiş? Yazar açıklıyor: “Bütün bunları, bu yeşili, bu serinliği, bu kokuları ve bu bahçede yıllardır biriken hatıraları bir kepçe kıyımıyla yok ederek, üstüne altı-yedi katlı bir apartıman dikip rahata, servete ve mutluluğa ermek...Böyle istiyoruz”.

Ve devam ediyor: “Semtin son bahçeli evlerinden biri, o evin büyük ceviz ağacı, ha bugün ha yarın kapılarına gelip dayanacak kepçeyi bekliyor. Kepçe orada, takım arkadaşlarıyla birlikte dişlerini uzatmış, bekliyor. Bekliyor kepçe, birşeylerin kökünü kazımak için...”.

Eğer bu satırları okurken tüyleriniz ürpermediyse, benim yazımı da okumayın. Çünkü size birşey ifade etmeyecektir!...Bir şeyin altını da çizmek istiyorum. Böyle bir eleştirinin Zaman gazetesinden gelmesi ayrıca çok anlamlı. Çünkü Zaman ve AKP, başlarda kaderlerini birleştirmiş kurumlardı. İnanç sahibi, müslümanlıklarını ön plana çıkaran, maneviyatı önemseyen bir siyasal parti ve bir büyük gazete. Ama bugün Zaman da en ciddi ve sert AKP karşıtlarından biri olup çıktı.

Biliyorum, bunu hemen o klasik Cemaat ve AKP çelişkisine bağlamak kolay. Bunda gerçek payı da olabilir. Ama bu bile, bu eleştirilerin (yani Zaman kaynaklı eleştirilerin) önemini azaltmıyor. Çünkü naçizane görüşüme göre, bu olay ve tüm o son dönem çelişkisi, İslam dinini ve genelde din kurumunu iki farklı biçimde algılayan iki zihniyetin dışavurumundan başka birşey değil.

Bir yanda, gerçek inanmışlar ve samimi dindarlar var. Öte yanda ise, dini bir araç olarak kullanan, gerçek dindarlıkları şüpheli, inanmış gözüküp birçok şeyi kişisel, kurumsal, ailesel veya zümresel çıkarlara hizmet için kullanan bir zihniyet var. Bilin bakalım, hangisi hani kuruma ait...diye.espri yapmama bile gerek yok!...Herşey öylesine açık ki...

Ve izninizle, eğer gerçek inancın, gerçek inanmışlığın hangi tarafta olduğunu arayacak kadar safsanız, ben size sorayım...Bu alemde ve öteki alemde Hakikat’ın ve İlahi Güzellik’in peşinde yürüyenlerden başka kim “Bu kepçe, yeni zamanların, ruhsuz büyümenin ve merhametsiz kalkınmanın sembolüdür” diye yazabilirdi?.

Gazetelerde başka çok güzel yazılar da çıkıyor. Örneğin daha yakın günlerde Radikal’de çıkan Orhan Kemal Cengiz imzalı ve Soma Havalimanı Felaketi başlıklı yazı...Şöyle başlıyor yazar: “Dün Soma’da madenlere dikkat çekmeye çalışanları ‘gündemi değiştirmeye çalışıyorlar’ diye suçluyordunuz. Bugün İstanbul’daki ‘mega projelerin’ çevre felaketine gebe olduğundan bahsedenleri de ‘Gezi zekalı’ diye aşağılıyorsunuz. Dün Soma’yı konuşmak isteyenlere şarlatan muamelesi yaptığınız için, 301 madenci bugün toprak altında yatıyor. Bugün hiçbir şekilde konuşulmasına izin vermediğiniz 3. Köprü, Kanal ve 3. Havalimanı, yarın ormanları çöle döndürdüğünde, akarsuları ve gölleri zehirlediğinde, havayı nefes alınamaz hale getirdiğinde, sizin hesap vermeniz bile hiçbir fayda etmeyecek”.

Ve yazar şöyle bitiriyor: “Hiç soru sorulmasın, hiç itiraz olmasın, hiçbir tartışma olmasın istiyorsunuz. Aklımızı teslim edelim, aklımızı gelen çevre felaketini görüp Boğaz’ı yüzerek geçen domuzlar kadar bile kullanmayalım istiyorsunuz. Felaketlerden ders çıkarmayalım, Soma’da insanların nasıl öldüğünü düşünmeyelim istiyorsunuz. Kusura bakmayın, ama çok fazla şey istiyorsunuz!”.

Bu iki yazıyı kutluyorum. Onları yazan iki yazarı kutluyorum. Türkiye’de AKP iktidarının ülkenin yarısından çoğunu oluşturan geniş bir kesimin tümüyle gözünden düştüğü ve seçenek oluşturmadığı bir dönemde, bunca gazetede, bunca kanalda, bunca internet sitesinde veya sanal ortamda ciddi (ama kimi zaman da harika biçimde komik!) bir muhalefeti hayata geçiren tüm o duyarlı, bilinçli, akıllı, vicdanlı ve zeki insanlara kişisel teşekkürlerimi yolluyorum. Bunu yaparken, çok geniş bir kitleye tercüman olduğumu da bilerek...