Atilla Dorsay

04 Nisan 2014

Bir halkın ‘babası’ olmak...

Bu savaşımın en kritik yılları 40 ve 50’lerde yaşanıyor. Katliama dönüşen olaylar, başlarda şiddete kesinlikle karşı olan yeni lider Mandela’nın da şiddete başvurmasına yol açıyor. Ve olaylar tırmanıyor.

MANDELA: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN UZUN YOL   

(Mandela: A Long Walk for Freedom)

Yönetmen: Justin Chadwick

Senaryo: William Nicholson

Görüntü: Lol Crawley

Müzik: Alex Heffes

Oyuncular: İdris Elba, Naomie Harris, Tony Kgoroge, Riaad Moosa, Zolani Mkiwa, Gys de Villiers/ Amerikan filmi

 

Nelson Mandela inanılmaz yaşam öyküsüyle perdeye esin vermeyi sürdürüyor. Bille August’un onun 27 yıllık hapis öyküsünü ve orada gardiyanıyla kurduğu dostluğu anlatan Goodbye Bafana- Özgürlüğün Rengi (2007) ve Clint Eastwood’un Mandela’nın başkan seçildiği yıl siyah ve beyazları ülkenin rugby takımının dünya şampiyonluğu etrafında birleştirme çabasını anlatan İnvictus- Yenilmez (2009) filmleri hayli ilginçti.

Bu kez, siyahi liderin tüm hayatı üzerine bir biyografiyle karşı karşıyayız. Güney Afrika çayırlarında geçen çocukluğu, üniversitede hukuk okuduğu yıllar, 1940’larda idealist ve ilkeli bir avukat olarak ülkesinin geleneksel biçimde ezilen halkının haklarını korumak ve baskı altındaki ırkdaşlarını savunmak için Afrika Ulusal Kongresi’ne katılması. Ve giderek dünyanın en ırkçı ülkesi haline gelen Güney Afrika’da, bu uğurda verdiği savaşım.

Bu savaşımın en kritik yılları 40 ve 50’lerde yaşanıyor. Katliama dönüşen olaylar, başlarda şiddete kesinlikle karşı olan yeni lider Mandela’nın da şiddete başvurmasına yol açıyor. Ve olaylar tırmanıyor.

Ardından başlayan tutuklamalarda, kabileden gelen ve çok benimsenen adıyla ‘Madiba’ da gözaltına alınıyor. Ve 1963’de hapse atılıyor. Tam 27 yıl kalmak üzere...

Ancak tutukluluk yıllarında giderek olgunlaşıyor, bir bilgeye dönüşüyor. Özgür bırakılması için dünya çapında bir kampanya başlatılıyor. Ve 1990 yılında serbest bırakıldığında, önce Ulusal Kongre’nin başına geçiyor. 1994’de ise, ilk kez tüm halkın oy vermesiyle yapılan seçimlerde ülkenin ilk siyahi başkanı oluyor. Aralarında Nobel barış ödülü, ABD özgürlük madalyası ve Sovyetlerin Lenin nişanı da bulunan 250 ödülün sahibi Madiba, Aralık 2013’de aramızdan ayrılmıştı.

Kendi adıma filmi yeterince doyurucu ve saygın biçimde öğretici buldum. Gerçi internette lehinde olduğu kadar aleyhinde yazanlar da var. Özellikle onun bir dönemde ‘teröre bulaşmış’ olması eleştiriliyor, giderek Güney Afrika’da hala bir ölçüde süregelen şiddetin sorumlularından biri olarak gösteriliyor.

Ancak film çok gösterişli ve çok parlak gözükmese ve yeni bir “Gandhi” olmasa da, sonuç olarak 145 dakika içinde 20. yüzyılın en büyük liderlerinden birinin ve yine geçen yüzyılın en utanç verici ırkçı rejimlerinden birinin iç içe öykülerini, dönüm noktalarıyla birlikte gayet iyi veriyor. O eleştirilerin ardındaysa, sanırım hala ‘zencilerin iktidarı’nı hazmedemeyenlerin ve ırkçılığı değerli bir hazine gibi koruyanların o değişmez tavrı var. ABD’de bile Obama’dan hala derisinin rengi yüzünden nefret edenler yok mu?

Film İdris Elba’nın üstün oyunuyla, bize inandırıcı bir portre sunuyor. Gençlik yıllarından, belleklerimizdeki son dönemin Mandela’sına yaklaşan fiziksel değişimiyle birlikte... En azından bu açıdan (ama bence genel açıdan da), bizlere çok önemli diye yutturulan “12 Yıllık Esaret”ten daha iyi bir film bu...

Belki en başarılı yanlarından biri, o bağışlanamaz, mağrur, kibirli ve beyazın dışındaki tüm renklere hor görüyle bakan ve zencileri köpek gibi görüp davranan İngilizlerin tutumu ardındaki psikolojiyi deşifre etmesi. Ki o da, günün birinde büyük çoğunluğu oluşturan kara derililerin başa geçmesi ve kendilerine tıpkı onlara davrandıkları gibi davranması olasılığı. Ve bunun yarattığı büyük korku. Bu korku, onları en insanlık dışı biçimde davranmaya ve en basit demokratik hakları bile çiğnemeye itiyor. Ta ki tarihin önlenemez akışı bunu zorunlu kılıncaya dek...

Öte yandan, liderin kadınlarla ilişkileri de iyi verilmiş. Bir süre sonra korkup kaçan ilk eş. Ve yıllar boyu ona hem sevecen bir eş, hem de bir mücadele yoldaşı gibi bağlanan, ancak tam final yaklaşırken pes edip kendi yoluna giden Winnie’nin yarattığı trajedi. Ayrıca erken ölen oğulları, görevde sağ kolu haline gelen en küçük kızı Zindzisva'yla ilişkileri. Hatta 80 yaşında bir üçüncü evliliği bile var!...Ama filmde gösterilmemiş.

  Bence görülmesi gereken bir siyasal biyografi örneği..