Atilla Dorsay

29 Ocak 2014

Askeri bitirdiler, sıra geldi yağmaya...

Şimdi Radikal’in haberiyle anlaşıldı ki, sayısız yolsuzluk var işin içinde... Kıyı kanunu çiğnenmiş ve 50 metre için yapılaşma yasağı unutulmuş. Turizm alanı olarak gösterilen bölgede konut inşaatları yapılmış.

İstanbul’un ve Türkiye’nin yağması sürüyor. Yaklaşan yerel ve sonra genel seçimlerle birlikte bu yağmanın başında olma konumunu yitirmekten korkan iktidar erbabı, sanki büyük bir telaşla ve aceleyle kentin/ ülkenin son doğal zenginliklerini, yeşil alanlarını ve mesire yörelerini de satıp-savıp aradan pay kapmaya çabalıyorlar.

İşte art arda gelen haberler. Kimileri bilinen girişimlerin son aşamaları. Kimileriyse yeni ve dudak ısırtacak yağma projeleri. Örneğin Ataköy sahilinin imara, hem de yüksek yapılaşmaya açıldığı zaten biliniyordu. Yüreğimiz sızlayarak, artık başlı başına bir kent olan Ataköy’ün sahille bağını, onca nüfusun denizle tek buluşmasını oluşturan yörenin yağma projelerini izledik.

Şimdi Radikal’in haberiyle anlaşıldı ki, sayısız yolsuzluk var işin içinde... Kıyı kanunu çiğnenmiş ve 50 metre için yapılaşma yasağı unutulmuş. Turizm alanı olarak gösterilen bölgede konut inşaatları yapılmış. (Turist gelecek diye beklemek yerine daire yapıp satmak ve anında paraya konmanın üstünlüğü tartışılır mı?).

Ayrıca 2 olması gereken emsal 4’e kadar çıkarılmış. Ve de sahildeki eski Baruthane binaları için Koruma Kurulu’ndan izin bile alınmamış.

İşte size bir dizi skandal. Uygar bir ülkede başlı başına bir olay sayılıp tüm sorumlularını mahkeme önüne çıkaracak ibretlik bir imar faciası, giderayak yapılan bir soygun. Hürriyet’de Yalçın Bayer’in köşesine yazan avukat Nejat Can Polatcan durumu acı acı eleştirirken şöyle not düşmüş: “Ataköy’de oturmuyorum. Bizimki sadece bir vatandaş hassasiyetidir”. Ah, keşke bu hassasiyet hepimizde olsa da, yalnız oturduğumuz değil, oturmadığımız yerlerinde hesabını sorsak!..

 

Polonezköy ve ÇEKÜL

Bir başka facia, İstanbul’un ünlü mesire köyü Polonezköy üzerine oynanan yeni oyun. Polonezköy, Şile, Kilyos... Hiç fark etmez. Bunlar aslında kentten epeyce uzak mesire yerleridir. Çok az İstanbullunun gidip gördüğü, tadını çıkardığı. Kendi adıma hepsine gittim, ama uzun yıllar önce... İşkolikliğimden çok daha yakındaki Büyükada’ya bile ayak basmayalı yıllar oldu.

Ama bunun önemi yok!.. Çünkü onlar, şairin dediği gibi “gitmesek de görmesek de bizim köyümüz” olan yerlerdir. Hızla betonlaşan bir yörede, ilk fırsatta gidilip doğanın, kırsal kesimin, deniz ve ormanın keyfinin çıkarılabileceği son vahalar... Onları gözümüz gibi korumamız gerekmez mi?

Ama şimdi orası da imara açılıyor. Elbette ‘koruma’ adı altında, yine yalan-dolana sığınarak.. ÇEKÜL adlı sivil toplum örgütü itirazını yaptı. Yaparken de şöyle dedi: “İstanbul’un doğal değerlerini hedef alan yeni bir inşaat hamlesiyle karşı karşıyayız. Ve Polonezköy’ü koruyarak gelecek nesillere taşıyabilmek için, sözkonusu imar planlarına itiraz ediyoruz”. Umarım bu plan reddedilir.

 

Askeri alanlar haraç mezat!..

Ama belki en korkuncu,  geçen Cumartesi Aydınlık gazetesinin verdiği çarpıcı haber. Buna göre, AKP’nin meclise sevk ettiği Askerlik Kanunu’nda değişiklik yapmayı amaçlayan Kanun Hükmünde Kararnameler’le, Genelkurmay başkanlığına ait ve yurt çapındaki tam 234 tesisin özelleştirilmesine (Türkçe’si haraç-mezat satılmasına) giden kapı açılıyor. Çoğu eğitim merkezi, askeri okul, askeri gazino, orduevi, sosyal tesis olan yerler  İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Muğla, Tekirdağ, Diyarbakır, İskenderun, Erzurum, Erzincan, Sivas, Mersin gibi illere dağılmış.

Ve aralarında İstanbul Harbiye orduevinden Heybeliada’daki okula, Boğaz’daki Kalender orduevinden Ankara’daki Sıhhiye orduevine, Bursa orduevinden Edirne orduevine, İzmir İnciraltı sosyal tesislerinden Girne orduevine neler neler yok!..

Böylece askerin varlığı, toplumsal yaşamdaki işlevi  ve hatta yaşam hakları ciddi biçimde elinden alınmışken, şimdi de ülke çapındaki eğitim, istirahat ve sosyal etkinlik yuvaları da yok ediliyor. Hiç olmazsa, en azından görünürde bu alanların kamuya açılacağı, böylece sınırlı bir kesim yerine tüm halkın ihtiyaçlarına göre düzenleneceği vaadinde bulunulabilse...

Hayır, çünkü amaç o değil. Amaç yine o kahrolası rant. Her şey satılıp paraya dönüştürülecek, o para da iktidarın emrinde kendi ihtiyaçları, bütçeleri, yatırımları için kaynak oluşturacak bir sermaye olacak. Askeri, subayı, ayrıca memuru, işçiyi ve dar gelirliyi kim düşünsün, niye düşünsün?

 Hep yazıp söylüyorum ya: bu bitmeyen hırsı, bu vatanı yağmalama eylemini bitirmek için, önümüzdeki seçimler büyük fırsattır. Belki de son fırsat...