Aram Ekin Duran

13 Şubat 2013

'Barış görüşmeleri için doğru adres Öcalan değil, BDP'

Türkiye 2013’ün ilk günlerinden beri aynı soru etrafında dönüp duruyor: Devlet ile PKK arasındaki 30 yıllık savaşı sona erdirmek bu kez gerçekten mümkün mü?

Türkiye 2013’ün ilk günlerinden beri aynı soru etrafında dönüp duruyor: Devlet ile PKK arasındaki 30 yıllık savaşı sona erdirmek bu kez gerçekten mümkün mü? Erdoğan ve Öcalan, tarihi barışı gerçekleştirebilir mi?

Kuşkusuz bu sorular da, bu sorulara verilecek türlü türlü yanıtlar da Kürt sorununun geldiği noktayı tahlil etmek ve içinden geçtiğimiz günleri anlamlandırmak için yeterli değil.  BDP’nin, hem Meclis hem yerel yönetimler pratiği açısından Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin en önemli mekanizmalarından biri haline geldiği de çıplak bir gerçek.

 “İmralı ile müzakere” sürecini anlamaya çalışmanın yolu, aslında PKK ve BDP’yi önyargısız bir bakışla tanımaya çalışmaktan geçiyor. Çünkü sürecin perde arkasında İmralı’ya hangi isimlerin gideceğini tahmin etmekten çok daha karmaşık bir süreç yaşanıyor.

PKK ve DEP, HADEP, DTP gibi legal Kürt partilerinin tarihine ilişkin önemli kaynaklardan biri ABD’li gazeteci Aliza Marcus...

1995’te Reuters muhabiri olarak Kürt köylerine düzenlenen askeri saldırıları haberleştirdiği için DGM’de yargılanan Marcus’un 2007’de yayınlanan "Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi" adlı kitabı, PKK hareketini anlamak için “iyi bir kılavuz” olarak değerlendiriliyor. 2007’de ABD’de yayınlanan kitap, daha sonra Türkçe’ye de çevrildi ve büyük ilgi gördü.

Biz de son “İmralı süreci”ne ilişkin düşüncelerini sormak üzere Aliza Marcus’a ulaştık. Sorularımızı samimiyetle yanıtlayan Marcus, Türkiye’de İmralı sürecine ilişkin yapılan değerlendirmelerin de hayli uzağında tespitlerde bulundu.

Barış görüşmeleri için devletin Öcalan’ı ya da Kandil’i değil, öncelikli olarak BDP’yi muhattap alması gerektiğini vurgulayan Aliza Marcus, devletin pratiğinde henüz barışa giden bir yolun işaretini göremediğini söylüyor. Ortada şu anda “barış süreci” denebilecek bir gelişme yaşanmadığını öne süren Marcus, şöyle diyor:

 “Erdoğan tabii ki barış istiyor. Kim istemez ki? Ama PKK’nin savaşı sona erdirmesi için gerekli adımları atmaya hazır mı? Hayır, Erdoğan buna hazır değil. Peki o zaman neden ortada bir barış süreci varmış gibi duruyor? Çünkü Erdoğan buna hazır olmasa da, Türk halkı hazır.”

İşte sizin için gazeteci Aliza Marcus ile yaptığımız söyleşinin tamamı:

 

2013’ün ilk günlerinden beri Türkiye’nin ana gündemi, Öcalan ile MİT arasında yürütülen görüşmeler… Sizce Türkiye bu kez barışa ne kadar yakın?

Türkiye’nin barış sürecine çok yakın olduğunu düşünmüyorum. Hatta ortada gerçek bir barış süreci olduğunu bile düşünmüyorum. Bununla söylemek istediğim şey şu, bence AKP barış planının gereksinimleri hakkında oturup düşünmedi. Erdoğan’ın kiminle, hangi konuları görüşmesi gerektiğini etraflıca düşündüğünü sanmıyorum. Ama tabii ki, Erdoğan’ın barış sürecinin getirilerine hazır olduğunu düşünüyorum. Erdoğan tabii ki barış istiyor. Kim istemez ki? Ama PKK’nın savaşı sona erdirmesi için gerekli adımları atmaya hazır mı? Hayır, Erdoğan buna hazır değil. Peki o zaman neden ortada bir barış süreci varmış gibi duruyor? Çünkü Erdoğan buna hazır olmasa da, Türk halkı hazır. AKP barışa doğru adım atacağını açıkladıktan sonra şahit olduğumuz çoşku ve heyecanın sebebi de bu. İnsanlar gerçekten de çok heyecanlandılar ve umutlandılar. Insanların bu kadar heyecanlı ve umutlu olduklarını görmek çok şaşırtıcı. Hükümet Hakan Fidan’ın Öcalan ile konuşmak için İmralı’ya gittiğini duyurduklarında, özellikle gazeteciler çok heyecanlandı. Peki MİT’in Öcalan ile konuşmasının nesi bu kadar olağandışı? MİT Öcalan yakalandığından beri onunla konuşuyor. Ama konuşmak anlaşmak anlamına gelmiyor. Ama burada Türk hükümetine verilmesi gereken önemli bir mesaj var. Erdoğan Kürt meselesini gerçekten de çözmek istiyorsa, bu konuda yeteri kadar destek alacaktır. Türkler bu işin çözülmesini istiyorlar. Ama ne yazıkki, Erdoğan yeteri kadar hazır gözükmüyor.

 

‘PKK’nin son yıllardaki gelişiminden Öcalan’ın haberi yok’

 

Sizce Öcalan barış için örgüt adına müzakere mi ediyor yoksa devletin isteklerini örgüte kabul ettirmeye mi çalışıyor?

AKP’nin “anlamlı bir barış süreci üzerinde iyi bir planı olmadığını” düşünmem, Öcalan’ın “her zaman anlaşmaya çalıştığını” düşünmediğim anlamına gelmiyor. 1999’da Öcalan kaçırıldığında ve ondan sonraki ilk 2-3 yıl Öcalan’ın PKK üzerindeki kontrolü hala devam ediyordu. Avukatları aracılığıyla Öcalan mesajlar alıp, gönderebiliyordu. PKK’ye geri çekilmelerini emretti ve isyancılar Türkiye’yi terk etti. PKK’ye ateşkes emir verdi ve silahlar sustu. Ama o zamandan beri çok şey değişti.

PKK şu anda Öcalan’ın otoritesi dışında işliyor. Öcalan iki yıldır avukatlarını görmüyor. Hatırlarsanız Öcalan’ın 40 kişilik avukat takımı geçen yıl tutuklanmıştı. Ve PKK değişim gösterdi. Öcalan’ın hiç deneyimi olmadığı şeyler yapıyor. Örneğin KCK yapısı Öcalan ele geçirildikten sonra oluşturuldu. KCK davasından tutuklananların suçlu olduğunu ima etmiyorum, çoğunun suçsuz olduğunu düşünüyorum ama KCK’nın da Türkiye’nin içinde var olduğu bir gerçek. Son iki yıldır PKK’nın Suriye’deki gelişimi ve oradaki savaş deneyimi, bölgeleri kontrolü gibi olayların hiçbirinde Öcalan’ın katkısı olduğunu söyleyemeyiz. O zaman Öcalan nasıl olacak da PKK için uzlaşacak? PKK için uzlaşabilmesi için PKK’nin görüşlerini yansıtması gerekiyor ve bunun sonunda da kendi görüşlerini PKK’ye kabul ettirebilmesi gerekiyor. Sorun burada. Tecritteyken bunu nasıl yapabilir? Dış dünya ile bağlantısı yok denecek kadar az ve elde ettiği her bilgi güvenlik güçleri tarafından kontrol ediliyor. Öcalan’ın Suriye’de olanlardan haberi var mı? Lice’de öldürülen onlarca PKK’liden haberi var mı? Murat Karayılan’ın son açıklamalarını okudu mu? Bunlardan haberi olduğunu sanmıyorum. Ve direkt olarak PKK ile iletişim halinde olmadığını kesin.

Bu durumda PKK’yi kendi fikirlerinin iyi olduğuna dair nasıl ikna edebilir? Ve aslında şu anda Öcalan’ın fikirlerinin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bu sorunun cevabı, ikna edemez. Eğer Türkiye Öcalan ile anlaşmaya varmak istiyorsa izolasyonunu hafifletmeliler ve PKK ile hem bilgi alışverişine hem de iletişimine izin vermeliler. Tekrarlıyorum, Erdoğan bunun için hazır değil.

 

‘Türkiye sadece Öcalan ile konuşarak sorunu çözemez’

 

PKK tarihini anlattığınız “Kan ve İnanç” kitabında, PKK’nın her şeyden önce çok güçlü bir “adanmışlık” üzerine inşa edildiğini söylüyorsunuz. Sizce bu adanmışlık, Öcalan ile Kandil’in arasını hiçbir şekilde bozamayacak kadar güçlü mü?

Aradaki bağları hala güçlü ve bu yüzden Kandil Öcalan’ı görmezden gelemez. Ama aynı zamanda bu hassas bir denge. An itibariyle Öcalan bir tutuklu. Özgür değil. PKK tam olarak O’nun söylediklerine güvenemez, çünkü söylediklerini bağımsız söyleyip söylemediğinden emin olamıyorlar.

Bir düşünsenize, daha geçen gün Adalet Bakanı Öcalan’ın barış konusunda “davranışlarında olumlu bir değişiklik” olduğunu ve bu yüzden de hükümetin barış sürecine doğru adım attığını söyledi. Adalet Bakanı gerçekten de bu söylediğinin insanlar tarafından ciddiye alınacağını ve bu söylediğine inanacağını düşünüyor mu? Adalet Bakanı bize, tecritteki ve Türkiye’deki hiçbir Kürt aktivist ile bağlantısı olmayan Öcalan’ın fikir mi değiştirdiğini söylüyor? Neye dayanarak böyle düşünüyor, Türkiye’nin O’na ne söylediğine dayanarak mı? Ve eğer fikirlerini değiştirmişse de, neden bunu bir Türk üst düzey yetkiliden duyuyoruz? Türkiye neden korkuyor? Öcalan’ın özgürce konuşmasına izin verirlerse, kendi beklentileriyle örtüşmeyecek olmasıyla mı? Böyle bir durumu kimse ciddiye alamaz.

Türkiye şu anda milyonlarca Kürt’ün problemini çözmek için anlaşmaya çalışıyor. Kürt sorunu sadece Öcalan ile ilgili değil. Bu sorun Türkiye’nin halletmesi gereken daha geniş bir siyasi ve kültürel talepleri de kapsıyor. Yalnızca Öcalan ile bu şartlar altında konuşmak işe yaramayacak. Türkiye aynı zamanda aktif olarak Kürtleri – BDP’yi destekleyen kişiler ile de görüşmeli, yoksa bu barış sürecinin hiçbir anlamı olmaz. Türkiye sadece Öcalan ile konuşarak sorunları çözebileceğini umuyor. Çünkü Türkiye, eğer Öcalan için ev hapsinin sözünü verebilirse, Öcalan’ın PKK’ye silahları bırakın ve kaybolun emri verebileceğini düşünüyor. Ama bu savaş Öcalan’ın hapiste kalıp kalmamasıyla ilgili değil. Ve bir barış anlaşması sadece Öcalan’ın hapisten çıkmasına bağlı olarak yapılmayacak. Bu ulusal kimlik ile alakalı. Kürt Bölgesi’nin kimin kontrol ettiği ile alakalı. Kürt kimliğine ayrımcılık yapan yasalar ile alakalı. Yani benim gözlemlediğim kadarıyla Türkiye işe yaramayacak bir plan izliyor. Bu barışa giden bir yol değil.

 

‘Öcalan’ın acımasızlığı PKK’nin yok olmasını önledi’

 

Bugün birçok çevre, “Türkiye’de 3 lider var: Erdoğan, Gülen ve Öcalan” diyor. Sizce Öcalan bir lider olarak nasıl tanımlanmalı?

Öcalan resmi olarak PKK’nin lideri. Ama hapiste olduğu için bir lider gibi davranamıyor. Yine de, milyonlarca Kürt için çok önemli bir figür ve O’na Kürt ulusal hareketinin sembolik lideri diyebiliriz. Kitabımda da açıkça belirttiğim gibi, Öcalan PKK için yanlış kararlar almış acımasız bir otoriter. Ama aynı zamanda bu “tek adam, tek görüş” yaklaşımı, tüm acımasızlığıyla PKK’nin hayatta kalmasını ve büyümesini sağladı. Başka türlü PKK, birçok Türk sol grup veya Kürt gruplar gibi binlerce küçük entellektüel gruplara ayrılırdı. Ve ayrıca Öcalan çok karizmatik, akıllı ve pratik zekaya sahip bir insandı. Bu PKK için büyük önem taşıyor çünkü grubun gerekli olduğu yönde değişmesine sebep oldu, Türk ve Kürt toplumlarındaki siyasi değişikliklere izin verdi. Bazen Türkiye’nin bunu benimsemediğini düşünüyorum. PKK’ya hala statik Marksist bir grupmuş gibi bakıyor. Ama bu doğru değil.

 

‘Bahoz Erdal barış sürecini baltalayamaz’

 

Sizce PKK yönetimi içinde güvercinler – şahinler gibi bir ayrım söz konusu mu? Mesela Bahoz Erdal, Türkiye’de sıklıkla yazıldığı gibi barış karşıtı bir siyaset mi güdüyor?

PKK içinde anlaşmazlıklar olabilir ama Bahoz Erdal gibi birinin bir barış sürecini baltalaması pek olası değil. Türk medyası O’nu PKK liderliğine oynayan biri olarak göstermeyi çok seviyor ve O’nu genellikle barış sürecini baltalamakla suçluyor. Ama PKK o şekilde işlemiyor. Bahoz Erdal üst düzey liderlerinden bağımsız çalışmıyor. Tek başına barış sürecini baltalayabilecek kadar güç sahibi değil.

 

PKK’nın bölünmesi nasıl bir sonuç doğurur?

 

PKK’de yaşanabilecek herhangi bir ayrımdan bahsediyorsanız, bunun iki cevabı var. İlki, ayrılma olasılığı çok düşük bir ihtimal. PKK’nin içindeki ve dışındaki herkes kimsenin gruba karşı gelemeyeceğini bilir. Ve diğer ayrışmaları düşünün Çetin Güngör (Semir) de yaşandığı gibi. Kendisi gruptan ayrılmayı denedi ama 1985 yılında öldürüldü.  En son adı duyulmuş ölüm 2008 yılında Kani Yılmaz’ın öldürülmesiyle yaşandı. Gruptan ayrılmaya çalışan ve rakip bir grup kurmaya çalışan birkaç insan ya öldürüldü ya da yok edildi. PKK’nin gücü birlik içerisinde bir grup olmasından doğuyor ve ayrılığı tolere etmiyor. PKK üyeleri bunu çok iyi biliyor. Eğer ayrılıp rakip bir grup oluşturmaya kalksalar başarısız olacaklarını biliyorlar.

 

‘Suriye’deki durum, barış sürecini karmaşık hale getirdi’

 

AKP hükümetinin MİT aracılğıyla Öcalan ile görüşmesi, İran, Irak ve Suriye gibi ülkeler açısından ne anlam taşıyor?

Türkiye’nin Öcalan ile anlamlı bir şekilde uzlaşmaya vardığını düşünmüyorum. Ama genel olarak bir barış sürecinin önemini soruyorsanız o zaman bu soruyu cevaplayabilirim. Suriye için örneğin, mesele tamamen Suriyeli Kürtler ile ilgili. PKK orada büyük ölçüde bu duruma müdahil ve PYD/YPG ile Kürt bölgesini garanti altına alıp, Kürt kontrolü altına geçirmeye çalışıyor. PKK’nin uzlaşmaya varacağı herhangi bir anlaşma Suriye konusunda da bazı şartlar güdecektir. PKK Suriye Kürtlerini yalnız bırakmayacak. Bir anlaşmaya varıldığı takdirde, PKK üyesi olan Suriyeli Kürtlerin Suriye Kürdistan’ında yerleşmelerine izin verilmesi şart koşulacaktır ve savaşlarına devam edeceklerdir.

 Şunu itiraf etmeliyim ki, Suriye’deki durum mevcut bir barış sürecini daha da karmaşıklaştırıyor. Ama bu Esad PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanacağı için olmuyor. Bu tamamen yanlış. PKK Esad’ın kontrolü veya etkisi altında değil. Buradaki mesela, eğer PKK Türkiye’nin doğusunda tanınabilecek biraz otonomi için silah bırakmayı kabul etse bile, PKK’li savaşçılar Suriye’deki savaşı terk etmek istemeyeceklerdir. Yani bu konu ile başa çıkma konusunda çok dikkatli adımlar atılmalı diye düşünüyorum.

İran konusunda ise bir barış anlaşması kötü birşey değil. Şu anda PKK İran güçleri ile PJAK aracılığıyla çatışıyor. PKK silahları bırakırsa PJAK da kaybolur. Yani Türkiye ve PKK arasındaki silahlı çatışmanın bitmesi İran’ın bazı açılardan işine yarayabilir.

Irak konusunda ise fazla söyleyebilecek birşeyim yok. Maliki için birazcık tehdit oluşturuyor olabilir. Çünkü Türkiye PKK ile barış yoluna girerse, Irak’taki Kürdistan daha da sağlamlaşmış olur. PKK ortadan kalkarsa, Türkiye’nin sınır ötesine saldırı düzenlemesine gerek kalmayacak. Bu da Kürdistan’ın saldırı korkusu altında yaşamaması veya Türkiye’nin Iraklı Kürtler’den PKK ile ilgili birşey yapmaları konusunda sert taleplerde bulunmayacakları anlamına geliyor. Yani barış süreci Maliki için bir tehdit.

 

Legal Kürt siyaseti her zaman PKK’in güdümünde olmakla suçlanır. Sizce BDP; HEP, HADEP, DTP tecrübelerinden sonra Kütrt siyasetinden neyi temsil ediyor?

BDP tabii ki de PKK’nin hakim olduğu bir parti. Bu HEP/DEP partilerinden itibaren başlamış, tüm Kürt siyasi partiler için geçerli bir durumdur. Bence BDP çok harika ve profesyonel bir siyasi parti. Partinin bazı politikacıları şimdiye kadar bir Kürt partisinin sahip olduğu en iyi politikacılar. Mevcut şartlar altında da iyi çalışıyorlar. Hem bir taraftan Türkiye tarafından baskı altındalar, hem de onlara oy verenlerin, ki bunların büyük çoğunluğu PKK’yi destekliyor, taleplerine cevap vermeye gayret ediyorlar. Kürt meseleleri dışındaki konuları da ele almaları ile birlikte gayet ciddi bir parti olduklarını ortaya koyuyorlar.   

 

‘Erdoğan, PKK’yi Kürt meselesinden ayıramayacağını anlayamadı’

 

Öcalan, 80 ve 90’lar boyunca “Türklerde liderlik sorunu var” diyerek, çözüm için gereken muhatabı bumamaktan yakındı. Sizce muhafazakar sağ bir parti olan AKP ve Atatürk ile karşılaştırılan Erdoğan, Kürt sorununu çözme iradesine ve gücüne sahip mi?

Hayır öyle olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmek için gücü var. Parlamentoda oy çoğunluğuna sahip ve sıkça görüldüğü üzere istediği zaman istediği yasayı çıkartabiliyor. Ama bu meseleyi çözmek için isteği yok. Bu çok şaşırtıcı.

Erdoğan 2002 seçimlerinden sonra ilk kez seçildikten sonra birçok radikal değişim sözü veren bir yabancıydı. Şu anda üçüncü başkanlık döneminde ve artık işine çok alıştı. Artık yabancı biri gibi değil. Devlet gibi düşünüyor. Devlet de Kürt haklarını savunmuyor. Aslında Erdoğan’ın Kürt meselesini anlayıp anlamadığını bile tam olarak bilemiyoruz. “Açılım”ı hatırlatmak isterim. Eşit haklar ve özgürlükler konusunda birçok açıklama yaptı ama tüm bunların PKK ile de bağlantılı olduğunu farkında değildi. PKK’yi bu meseleden ayıramayacağını anlayamadı. İşte bu yüzden 34 PKK üyesi ve destekçisi Habur Kapısı’ndan Türkiye’ye döndüklerinde  coşku ile karşılanmaları Erdoğan’ı şoka uğrattı. Bunun üzerine hemen yaklaşımını değiştirdi. KCK davaları bu olayın ardından ciddi anlamda hızlandı, açılımdan veya anayasadaki değişikliklerden bahsetmemeye başladı. Erdoğan herhangi bir yasayı değiştirmek istediği zaman bakanlarından destek talep etmekten çekinmeyen, güçlü ve etkili bir siyasetçi. Ama Kürt meselesinde bir anda hiç güce sahip değilmiş gibi davranıyor. Ama gücü var evet, sadece fazla ilgisi veya isteği yok.

 

PKK’yi çok iyi tanıyan bir gazeteci olarak barış için örgütün olmazsa olmazları sizce nelerdir?

Planın detayları karışık olacak ve çok yönlü uzlaşmalar ve üzerine düşünme gerektirecek. Bu bir günde çözülebilecek bir konu değil. Ama genel hatları şu şekilde:

-Kürtlere siyasi eşitlik. Böylece dil ve kültür konularında Türkler ile eşitlik sağlanmalı. Diğer bir dille, anayasada değişiklik.

-Kısıtlayıcı yasaların sona erdirilmesi. Böylece siyasi olarak organize olabilirler.

- Kürtlerin kendi kendilerini yönetebilecekleri bir otonomi veya federasyon sağlanması.

- Tüm tutuklu Kürtler ve PKK militanları (üst düzey liderler dahil) için af ve Türkiye’ye geri dönüp normal yaşama ve siyasi hayata dahil olma izni.

- Öcalan’ın tutukluluğuna saygın bir çözüm, ya tam özgürlük (Türkiye’nin bunu asla kabul edeceğini sanmıyorum) veya ev hapsi.

 

‘Paris cinayetlerini kimin yaptırdığını kestirmek güç’

 

İmralı ile görüşmelerin heyecanı daha sindirilmeden, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürüldüğü haberi geldi. Üstelik kadınlardan biri PKK’nin kurucu kadrosunda yer alan Sakine Cansız’dı. Siz bu cinayetleri nasıl yorumluyorsunuz?

Bunu kimin yaptığını kestirmek çok güç. Ama herkes için büyük hayal kırıklığı oldu, çünkü çok şok ediciydi. Şuanda birçok Kürt’ün düşündüğü gibi cinayetlerin derin devlet tarafından işlendiğine inanmak çok zor. Aynı zamanda PKK’nin da bu konuda parmağı olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca İsrail veya Fransa gibi herhangi bir amacı veya sebebi olmadan üç aktivisti öldürmüş olabilecekleri düşüncesi de çok saçma geliyor.

Bence akla gelen en mantıklı cevap, bu olayın üç kadın ve zanlı arasındaki bir iç hesaplaşmadan dolayı olabileceği veya zanlının aslında bir Türk sağcı olduğu çünkü eski ev arkadaşlarıyla olan sorgulamada zanlının eğilimini ortaya koyan açıklamalarda bulundular.Tek başına bir devlet veya gruba bağlı olmadan hareket ettiği söylenebilir. Ama dediğim gibi, bunu bilmek imkansız. Fransız soruşturmasının sonuçlarını merakla bekliyorum.

Cinayetlerin bize gösterdiği şey, iki tarafın da birbirine karşı şüphe ile yaklaştığı oldu. Hemen iki taraf da diğerinin cinayetleri işlediğini düşündü. Bu da güven olmadığını gösterir (şaşırtıcı değil) ve barış süreci için Öcalan’ın kaldığı hücreye gidip konuşmaktan öte çok daha fazla şeylere ihtiyaç olduğunu bize hatırlatıyor. İki tarafın da birbirine güvenmesi lazım, çünkü bu tarz anlaşmalar çok uzun zaman alır ve bu süreci baltalamak isteyen birileri olur. AKP’nin bu güveni inşa etmeye çalıştığını görmüyorum.

 

Türkiye’deki barış sürecinin önemli bir tarafı da Irak’ın küzeyindeki Kürdistan bölgesel yönetimi… Suriye’de de Kürtler giderek güçleniyor. Ortaduğu’da Kürtlerin söz sahibi olacağı günlere doğru mu gidiyoruz?

Ne kadar söz sahibi olabileceklerini bilmiyorum ama kesinlikle kendilerini yönetebilecekler ve bu olay, baskı altında azınlıklara sahip olan ülkelere verilebilecek önemli bir mesaj.

 

‘Barış görüşmeleri için doğru isim Öcalan değil’

 

Devlet ile barış görüşmelerini Öcalan dışında örgütte yürütebilecek başka bir isim sizce var mı?

New York Times’a geçtiğimiz günlerde bununla ilgili bir analiz yazısı yazdım. Bence Öcalan barış görüşmeleri için doğru bir isim değil. O’na fikirleri sorulmalı. O’na saygılı davranılmalı. Ve eninde sonunda herhangi bir anlaşmayı O onaylamalı. Bunu daha önceden de açıkladım. PKK’nın günlük faaliyetlerinde aktif rol oynamıyor. Kimse ile iletişim içerisinde değil. Ne Kürt siyasetçileri ile, ne PKK ne de Kürt yandaşlarıyla. Yani hükümet nasıl olur da Öcalan’ın Kürtler’in ne istediklerini bildiğini düşünebilir? Bazı açılardan Öcalan Kürtler’in artık ne düşündüğünü ya da ne istediklerini bilmiyor.

Bunun için en iyi adres BDP olduğunu düşünüyorum. Onlar seçilmiş temsilciler. Kürtler ile hergün birlikteler. Bölgedeki Kürtler’in günlük sorun ve planlar ile onlar ilgileniyor. Kürtler’in problemlerini anlayabiliyorlar ve ne istediklerini biliyorlar. Aynı zamanda demokrasiyi de iyi anlıyorlar. Bir şehir, bölge veya otonom bir bölge yönetmenin getirdiği zorlukları farkındalar. Aynı zamanda PKK’nin da desteğine sahipler. Bildiğimiz gibi PKK, BDP’yi destekliyor ve BDP’nin seçmenlerinin çoğu da PKK’yi destekleyenler. Bence demokratik bir çerçeve içinde bir sorunu çözmeye çalışıyorsanız, sadece Öcalan ile anlaşmaya çalışmak istemezdiniz. Çünkü Öcalan demokrasi konusunda tecrübesiz ve o otoriter bir lider. Demokrasinin şartlarına alışkın değil ve farklı görüşlere yer vermenin veya dinlemenin gerekliliklerini anlamıyor ya da en azından Suriye’de yaşarken anlamıyordu. Kürtler için bu tarz bir demokrasi altında mı anlaşmaya varılmasını istiyorsunuz? Hayır.

 

‘Müzakereler için en iyi seçenek BDP’

 

Bu sebeplerden dolayı gerçek bir anlaşmaya varmak ve ciddi bir siyasi çözüme gidebilmek için BDP’nin en iyi seçenek olduğunu düşünüyorum. Tabii ki BDP’nin de anlaşmaya oturabilmesi için Kandil’deki PKK militanları ve Öcalan ile masaya oturması gerekiyor. Ama burada önemli olan nokta, görüşmeler için sadece tek bir adres olması gerektiği, bunun da BDP olması gerektiği. Daha sonra PKK’nin silah bırakması ile ilgili detaylar ortaya çıktığında tabii ki Kandil’e danışılmalı. Ama görüşmelerin merkezinin BDP olmaması için bir sebep göremiyorum. Erdoğan’ın BDP ile uzlaşmaktan korktuğunu düşünüyorum. Şu anda Erdoğan sorunun hala bir güvenlik sorunu, terörizm sorunu olduğunu düşünüyor. İşte bu yüzden doğal olarak Öcalan ile konuşmak istiyor, çünkü Öcalan PKK’nin lideri. Ama bu siyasi bir problem. Bu yüzden de siyasi temsilciler ile bu konunun görüşülmesi gerekli.

BDP’nin PKK’nin ne kadar etkisi altında olup olmaması önemli değil. Bu konunun barışçıl ve demokratik bir çerçevede çözüleceğine dair sinyalleri vermek çok önemli ve bunu yapmanın en iyi yolu BDP ile konuşmak. Tabii ki bu süreçte BDP’yi kiminle konuşacağına dair özgür bırakmak gerekiyor. PKK ile bazı konuları görüşmek isteyebilir. Görüşmeler için tek adres olmalı ve bu demokratik bir adres olmalı.