Ali Akay

10 Kasım 2018

Friedrich Hayek'in rüyası

Hayek’in özgürlükten ve demokrasiden anladığı, aslında piyasa ekonomisinin serbestliği ve dünyasal akışkanlığıdır

Geçen yazımda, Çinli ekonomist Zhang Weiying’in Çin modeli hakkındaki görüşlerine değinmiştim. Ancak o yazıda eksik kalan bir yan olduğunu daha yazıyı yazarken görmekteydim; belirli bir vuruşu geçmemesi için bu eksik yanı ikinci bir yazıya bırakmıştım. Buradan devam etmek istiyorum. Önerme şuydu:  “Nobel ödüllü Çinli ekonomist Zhang Weiying, Friedrich Hayek’in izinden giden biri olarak Milton Friedman’dan ayrılmaktaydı." Evet; ama başka bir açıdan bakıldığında, Hayek’in entelektüel alanda savunduğu özgürlük tezleri için de bir şeyler söylemek gerekecek; çünkü her ne kadar “özgürlük” ve “demokrasi” gibi kavramlar Hayek için önemli kavramlar gibi durmaktaysa bile; Zhang Weiying’in Çin modeli eleştirisinde de, pratik olarak Hayek’ten uzaklaşan yanlar gözükmektedir. Yakınlaştıkları yer  ikisinin de Batılı toplumları kuran değerlere olan nefrete karşı çıkmaktır. Ve, bunlar arasından en değerlisi olarak kabul etikleri “özgürlük değerine” olan kavramsal bağlarıdır. Hayek, bu kavramı “Özgürlüğün Yaradılışı” adlı kitabında ele almaktadır: Yasa ve özgürlük arasındaki sınırlamalar içinde özgürlük mutlak bir değer olarak korunmalıdır.

Aralarındaki ihtilaf olarak görebileceğimiz yanlarına gelirsek, birincisi Hayek’in “sınırsız demokrasi” ile “sınırlı demokrasi” arasında yapmış olduğu ayrımdır. Diğeri ise “sosyalizm” ve “liberalizm” arasında koymuş olduğu ikili karşıtlık ile demokrasi kavramının ikili yapısı arasında yapmış olduğu kıyaslamadır. Bu bakımdan bakıldığında, üçüncü bir nokta daha ortaya çıkmaktadır. O da, demokrasi ve diktatörlük arasında kurduğu ikili çelişkiyi totaliterlik ve otoriterlik arasında kurduğu ayrımda da göstermesidir. Otoriter bir demokrasi olabildiği gibi (sınırlı demokrasi) demokratik olmayan totaliter bir rejim de var olabilmektedir. Bu ikisi arasındaki ilişkinin mantığı biraz tuhaftır; çünkü ona göre, sınırsız demokrasiler totaliter rejimlere everilebilmektedir: Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’nin arkasından gelen Nazi rejimi iktidarını örnek olarak vermektedir. Sınırsız olarak adlandırdığı demokrasinin “zayıf devleti”, Nazi rejimine dönüşebilmektedir. Bu nedenle, devletin “güçlü” olması şartını getirmektedir (sınırlı demokrasi).

Bu kavramları Hayek’in kastettiği anlamda  açmaya kalkalım: Öncelikle “sınırlı demokrasi” ile “sınırsız demokrasi” arasındaki farka baktığımızda önümüze çıkan durum şudur: “Sınırsız bir demokrasi” totaliterliğe gebedir; çünkü devletin her  sınıf fraksiyonuna yönelerek, ortalama bir şekilde her birine yardım  elini uzatmaya kalkmasıyla “kaos” oluşmaya başlayabilir ve bunun sonucunda da devlet gitgide daha sıkı bir rejime evirilmek zorunda kalabilir. Her sınıfa eşit davranamayacağı için ikilem ortaya çıkar ve bu arada kalmışlık halinden  çıkmak için de Devlet, etkisi ve gücünü artırmaya koyulur; o kadar etkin olur ki, ekonomik liberalizmi bile engellemeye kalkabilir ve piyasa ekonomisinin ve bireyselliğin özgürlüğü azalmaya başlar. Bunun karşısına koyduğu “sınırlı demokrasi” fikrinde Devlet, sermayeye dönük bir şekilde hareket ederek, liberalizmin rahatlamasını sağlayacak bir ortamı oluşturacaktır. Bu durumda ise, aslında, sıkı düzen rejimi demokrasinin yollarıyla gerçekleştirilecek, ancak sendikaların hareketleri, grevler ve emekçilerin talepleri ikinci plana itilmek hatta yeri geldiğinde bastırılmak zorunda kalacaktır.

O halde, Hayek’in özgürlükten ve demokrasiden anladığı, aslında piyasa ekonomisinin serbestliği ve dünyasal akışkanlığıdır. Sermayenin özgürce akışkanlığı ise küresel kapitalizme ait olacaktır; bunun karşısında emeğin saldırgan ve talepkâr olduğu vakitlerde Devletin aygıtları devreye girip politik olarak ekonomik özgürlüğü oluşturacak imkanları ortaya koymalıdır.  Geçen yazımda “Hayek’in rüyası düzen kurmaktan çok bireyin kendi çıkarlarını bulma özgürlüğüne kavuşmasıdır” diye yazmıştım. Evet Hayek kendisiyle yapılan söyleşilerde özgürlüğün aslında  bireyin en temel hakkı olduğunu vurgulamaktadır. Sosyal Düzenin Temel İlkeleri adlı kitabında "düzen ancak özgürlük sayesinde kurulabilir" tezini savunsa bile verdiği örnekler pek ikna edici durmamaktadır; çünkü özgürlüğe gidecek yolun otoriter Devlet yapılanmasından geçebileceğini de öne sürmektedir. Totaliter olmayan bir devletin otoriter demokratik düzeni özgürlükleri, sağlamak yolunda bir imkan gibi gözükmektedir. Bu şekilde de, ters bir mantık ileri sürmektedir. 1973 darbesiyle birlikte Allende rejimini deviren General Augusto Pinochet’nin askeri darbesini daha otoriter bulmakta (totaliter değil); ama asıl totaliter olan rejime karşı  darbenin yapıldığını savunmaktadır: Allende rejiminin yani sosyalist bir rejimin daha totaliter olduğundan yola çıkmaktadır. Bu garip iddia ve durum, her seferinde, kavramsal olarak  serbestlik ve özgürlükten yana olup, örneklere gelindiğinde, mesela Günay Afrika ırkçı rejimini kısıtlamak için yapılan boykotlara karşı bu ırkçı rejimi savunmaya kalktığında, pratikteki örnekler teorik örneklerin önüne geçmekte değil midir?

“Medeniyetler çatışmasının” kavram babalarından biri olan (çünkü ilk öne süren: Bernard Lewis) Samuel Huntington’ın örneğinden yola çıkarsak, Huntington,“Demokrasilere en büyük ilaç demokrasileri artırmaktır; ama bu, kriz dönemlerinde acaba ateşe yağ dökmek anlamına gelmez mi?” sorusunu sorduğunda, onun ne kadar “sınırlı bir demokrasi” fikrine bağlı olduğu gözükmektedir.

Hayek de buna benzer bir şekilde, sosyal krizin önünü kesmek için gerekli olanın “politikayı tahtından indirmek” olduğunu söylemektedir; çünkü politikanın sınırları aynı zamanda demokrasinin sınırlarını da beraberinde getirmek zorundadır ki ekonomik özgürlük rahatça toplumsalın ekonomik alanına yerleşebilsin! Hükümetin sosyal ve ekonomik ilişkilerin sınırlarını denetlemesi gerekmektedir ki, piyasa rahatça hareket edebilsin.  En totaliter olarak gördüğü sosyalizm fikrine karşı savunduğu özgürlükçü liberalizmdir.

Hayek’in siyasi alandan vermiş olduğu örnekleri hep tuhaftır: 1978 yılında demokrasinin yönetimsellik (gouvernance) krizi geçirmekte olan Batıdaki “sınırsız demokrasi” örnekleri arasında, “Giscard Fransa’sı, Carter Amerika’sı ve Andreotti İtalya’sı”nı saymamaktadır. Yani Hayek, Batılı demokrasiler  yerine (onları  sınırsız bulmaktadır) Latin Amerika rejimlerini (sınırlı demokrasiler) tercih eder. Ama, kavramsal olarak da özgürlükten yana olmayı bırakmaz! “Sınırlı demokrasiler” diye adlandırdığı ülkeler ise, bütün liberal medyanın “diktatörlük” olarak adlandırdıklarıdır. Bu da Çinli ekonomist Zhang Weiying ile Hayek arasındaki bir ayrıma dokunur gibi durmaktadır; çünkü Çinli ekonomist, Çin’in büyüme hızını liberal ekonomi ile birlikte “insan hakları” ve “demokrasi” ile imkan bulduğunu söylemektedir. Bu anlamda,  Hayek’in verdiği eski siyasi örnekler ile Çinli ekonomistin demeci arasında bir yarılma var gibi gözükmektedir. Görünen odur ki, Çinli ekonomistin bakışı ile Hayek’in “sınırlı demokrasisi” arasında bir fark vardır. Bu da bugün önemli bir fark olarak gözükmektedir. Yani, anlayabiliriz ki, Çinli ekonomist için ekonomik büyüme ile demokrasi ilişkisi direkt bir ilişki olarak durmaktadır. Demokrasilerde “sınırlı” ve “sınırsız” ayrımı tuhaf bir ayrım olarak gözükmektedir.

Burada 1970’lerin sonunda  Nicos Poulantzas’ın bakışını anmak yerinde olacaktır:

Poulantzas, daha 1970’lerde, Avrupa’da, kurumların ve demokrasinin zayıflamasıyla otoriter bir devletin oluşmakta olduğunu, bu şekilde de formel olarak nitelendirdiği   “özgürlüklere gaddarca ve çok çeşitli yollarla kısıtlamalar” getirildiğini vurgulamıştı. Ve “İktidarın ekonomik ve sosyal hayatın tümüne el koymakta” olduğunun altını  çizmişti. Burada Hayek’in “sınırsız demokrasi” olarak nitelendirdiği Giscard Fransa’sının Poulantzas tarafından nasıl tarif edildiğini gördüğümüzde, aralarındaki büyük analiz farkını da görmüş oluruz.