Akdoğan Özkan

14 Ağustos 2013

Kuzey İstanbul ölmeden önce

Eğer İstanbul’un kuzeyindeki bu değerlerimizden haberdar olmayan varsa, elini çabuk tutsun, gelsin görsün! Göz var, nizam var. Belki vicdan da vardır. Ve kim bilir belki bir şeyler kurtulur

 

Türkiye’nin en güzel ve özgün doğa köşelerinden biri olan Kuzey İstanbul’u bir beton denizine çevirecek düğmeye bir kaç ay önce basıldı, biliyorsunuz. Uzun uzun yas tutmanın bir anlamı var mı, bilmiyorum. Gün, o güzellikler topyekûn yok olmadan onları fark etme ve o farkı yayma/paylaşma günü. İstanbul’un sadece bu köşesinde bile doğal ve kültürel değerlerimizle ilgili olarak görülecek, yapılacak -eminim en az- 101 aktivite çıkar. Ama Kuzey’i biraz daha yakından tanımak için 10 taneyle başlamaya ve ilk fırsatta yola koyulmaya ne dersiniz? Aşağıda bölgenin sadece Avrupa yakası için hazırladığım “Kuzey İstanbul Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 10 Şey” listesi var. Eğer İstanbul’un kuzeyindeki bu değerlerimizden haberdar olmayan varsa, elini çabuk tutsun, gelsin görsün! Göz var, nizam var. Belki vicdan da vardır. Ve kim bilir belki bir şeyler kurtulur!

 

1. Ahtapot Çınar’ın Kollarına Yat

 

Kanımca İstanbul’daki en görkemli anıt ağacımız, yedi kollu bir ahtapotu andırdığı için “Ahtapot Çınar” olarak da adlandırılan yaklaşık 400 yaşlarında bir doğu çınarıdır (Platanus orientalis). 32 m. boyunda, 3.65 m. çapındaki bu çınar Büyükdere-Bahçeköy yolu üzerindeki, İ.Ü. Eğitim ve Araştırma Ormanı olarak bilinen arazinin girişinden 700 m. ilerde sağda yer alır. Dünya çapında bir tabiat anıtı olan ve bir zamanlar Bilezikçi Çiftliği arazisinde kalan Ahtapot Çınar’ın bir kolu 5 Temmuz 1978’de gereksiz yere kesildi. Bu ağacın kalan kollarını sarılıp kucaklamadan, hatta bu kollardan birinin üzerine uzanıp yatmadan bu şehrin, İstanbul’un heybetini “kavramak” pek mümkün değil. Orman Fakültesi’nden izin alın ve sevdiğinizle birlikte gidin görün, kollarına uzanın!

 

2. Gypopolis’te Yırtıcıları İzle

 

Garipçe eski bir Rum köyü. Antik çağdaki adı Gypopolis, yani Akbabalar Şehri. Mitolojik öyküdeki Yason ve Argonatlar kudret ve zenginlik simgesi Altın Post arayışı için çıktıkları uzun yolculuklarında Garipçe’de Kral Phineas’ın Sarayı’nda konaklamışlar. Onurlarına burada verilen ziyafette sofralardaki yiyecekleri akbabalar çalmış. O masaldan bir süre sonra bölgede üreyen akbaba bırakmamışız. Ama her ilkbahar göçü (mart-mayıs) döneminde Garipçe köyünün girişindeki Bağlaraltı mevkiinin bitişiğindeki çayırlığın üzerinden her gün yüzlerce hatta binlerce (aralarında akbabaların da bulunduğu) yırtıcı geçiyor. Şahinler, arı şahinleri, kartallar, atmacalar, doğanlar ve de tabii leylekler. (http://www.netd.com/filmler/belgeseller/sah-kartalin-izinde ) Garipçe’de dalyanların kurulduğu Bağlaraltı mevki, bir zamanlar İstanbul Boğazı’nın en büyük ve en verimli dalyanıydı. Bağlar da, dalyanlar da gitti. 3.Köprü’yle birlikte sırada ormanlar ve çayırlıklar var. Yırtıcıları gözlemleyebileceğiniz çayırlık o dalyanın 500 m. batısında, Garipçe koyunun da 1 km kuzeybatısında, mezarlığın karşısında yer alıyor. Üç vakte kadar dibinden otoyol geçirecekler.

 

3. Kuzey Boğaziçi’nde “Makilerin Gülünü” Gör

 

Kuzey Boğaziçi Önemli Bitki Alanı (ÖBA), İstanbul’un (Anadolu ve Avrupa yakasındaki) kuzey kesimlerinde henüz büyük bir yapılaşma göstermemiş kıyılardaki sarp volkanik kayalar, kumullar ve sazlı bataklık habitatları içeren 16 bin 500 hektarlık bir bölge. Hani “eski İstanbul”u merak eden varsa, boşuna Sultanahmet’te aramasın. En eskisi burada. Bölgede nesli tehlike altında olan 15’i endemik 36 bitki türü var. Bunların kuşkusuz hepsi özel, hepsi güzel. Ama literatürde “Trifolium uniflorum” denilen ve genellikle erozyona uğramış çukurluklarda bahar aylarında (mart-mayıs) çiçek açan maki üçgülü sanki başka bir güzel. Yok eğer mevsim sonbaharsa, bu dönemde Zekeriyaköy-Kilyos arasında ve Belgrat Ormanı civarında, pembe renkli çiçekler açan, yapraklarını kışın da dökmeyen, çalı görünümünde bir bitki olan ağaç fundası (Erica arborea) peşine düşebilirsiniz.

 

4. Demirciköy Semalarında Arı kuşlarını Ara

 

 

İstanbul’da hatta Türkiye’de üreyen ve gözlenebilen kuş türleri içinde belki de en renklisi, en güzeli ve en zarifi arı kuşudur (Merops apiaster). Vücudunda gökkuşağının yedi rengi de bulunur. Rumeli Feneri yakınlarındaki Ketenderesi civarında, uygun alanlarda haziran başında ürerler. Kum banyosu yapmalarını, Demirciköy civarında avladıkları arı, sinek ve böcekleri yuvalarındaki yavrularına getirmelerini, olağanüstü hızda kanat çırpışlarını izlemeye doyamazsınız. Hele bir de ışık doğru açıdan geliyorsa, muhteşem bir görsel ziyafete konuk olursunuz. Arı kuşları sürüler halinde gökyüzünde gezerlerken özellikle Temmuz –Ağustos’ta kendilerine özgü ıslıksı ötüşleriyle uzaklardan duyulabilir. İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu (İKGT) üyelerinin rehberliğindeki gezilerde bu güzelliklere mutlaka tanık olmalısınız.

 

5. Garipçe’de Boğaz’a Giren Yelkovanları Say

 

İstanbul Boğazı’nı eşsiz kılan bir başka güzellik de, denizin hemen üzerinden sürüler halinde uçarak güneye inen ya da kuzeye çıkan yelkovanlardır. Yelkovan için İstanbul Boğazı’nın simgesi desek yeridir. Vapurla bir kıyıdan diğerine geçerken bile görürüz ama nerede üredikleri bir muammadır. 4 Şubat 2012’de araştırmacı Dilek Şahin, dört saat içinde İstanbul Boğazı’ndan güneye doğru 73 bin yelkovan kuşunun geçtiğini saptadı. Bu dünya üzerinde o güne kadar bilinen yelkovan popülasyonunun bile üzerinde bir sayıydı. Avrupa kuş gözlem camiasında gözler bir anda İstanbul’a çevrildi. Bu olağanüstü türleri en iyi gözlemleyebileceğimiz yerlerden biri, Garipçe koyunun güney tepesidir. Koydaki restoranın arkasındaki tarihi çeşmenin yanından önce merdivenleri sonra da patikayı kullanarak yukarı tırmanır, tepeye çıkarsanız, kule kalıntısının hemen önünde olağanüstü bir Boğaz manzarası sizi kucaklayıverir. Burada çayırlara sırtınızı verip sevdiğiniz ile elde dürbün Boğaz’ı ve Boğaz’dan geçen yelkovan kuşlarını günün her saati gözleyebilirsiniz. (http://yelkouanshearwater.org/tr/ )

 

6. Lady Montagu’nun Köyünü Bul

 

1717-1718’de Britanya’nın Osmanlı Büyükelçisi olan Edward Wortley Montagu'nun eşi Mary Wortley Montagu, bir sayfiye mekanı olarak bellediği Belgrat Ormanı’na olan sevgisini “burası cennet bahçelerinin tanımına mükemmel şekilde uyuyor” şeklinde dile getiriyordu. Lady Montagu bugün dibinden cehennem geçireceğimiz ormanın içindeki köyde bir dönem yaşamıştı. “Turkish Embassy Letters” isimli kitabında Lady Montagu, oturduğu evden 40 adım mesafedeki çeşmenin başında şarkılar söyleyip dans eden köylü kadınların “su perilerini” andıran güzellikte olduklarını anlatır. O “su perilerini” unutun!. Ama Lady Montagu’nun kaldığı köyün ve köydeki St. Georges kilisesinin bugün definecilerce delik deşik edilmiş yıkıntıları Falih Rıfkı Atay Mesire alanı girişindeki büfe ve çay bahçesinin 300 m kadar güneydoğusunda görülebilir. Tarihi yıkıntıları görmek için çay bahçesinin işletmecisi Arif Ardıç’tan da yardım isteyebilirsiniz. Hazır Belgrat Ormanı’na gelmişken burada ürediği bilinen ve nesli tehlike altında olan alaca sinekkapan ve kara leylek gibi türleri görmeyi de umabilirsiniz. Bunlar olmasa da bir öter ardıç görmeden dönmeyin!

 

7. Bir Bahar Akşamında Bülbülü Dinle

 

Nedim’in ondan “aşüfte” diye söz etmesine bakmayın siz, “milli” bir kuşumuzdur bülbül. Boğaziçi’ne dökülen derelerin yer aldığı dar vadilerde fundalıkların, bazen de böğürtlen yapraklarının arasına saklanarak öter. Erkek bülbül nisan başında başlayan ötüşüyle ay ortalarına kadar diğer erkekleri püskürtüp kendisine bir egemenlik sahası oluşturur. Nisan ortasından sonra, da bu ötüşünü haziran sonuna kadar sürmek üzere gecelere taşır. “İstanbul’da Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey” kitabına (AÖ, İnkılap, 2008) da girmiş olan bu aktivite için sakin bir mayıs akşamında Rumeli Feneri – Kilyos arasındaki fundalıklarda dolaşın, ya da Demirciköy yakınlarındaki Uzunya koyunu çevreleyen makilik araziye çıkın. Bülbülün ürediği bu fundalıklar daha ne kadar bizimle bilemiyoruz, gidin ve dakikalarca dem çekişine tanık olun. Dinleyin bakalım Osmanlı’da şeyhülislamlara bile gazel yazdırmış olan bülbül öttüğü fundalıklara bizler “Bülbül Deresi Caddesi” adı vermeden önce ne anlatıyor!

 

8. Kum Zambaklarını Kokla

 

İstanbul’un Karadeniz kıyılarında geniş kumullar bulunur. Kilyos-Gümüşdere arasında uzanan kumul tepelerinde sayıları giderek azalan kum zambaklarına (Pancratium maritimum) denk gelirsiniz. Nadir bir tür olan kum gelini (Tournefortia sibirica) ise denize daha yakın nemli kumullarda bulunur ve yazları çiçeklenir. Altısı endemik 15 tehlike altında tür barındıran Kilyos kumullarını çevreleyen fundalıklar, meralar ve asit karakterli ormanlar son yıllarda ciddi bir yapılaşma baskısı altında. 3. Köprü’nün çevre yolu belki de bu türlerin neslini yok edecek. Bakalım Kilyoslular o günden önce kaç kez daha Kum Zambakları Festivali düzenleyebilecekler?

 

9. Öreke Kayalıklarında Tepeli Karabatakları İzle

 

 

Rumeli Feneri’ndeki Öreke Kayalıklarının eskiden karayla bağlantısı yoktu. Dalgakıranın yapımıyla kayalıklar karayla birleşti. Petrus Gyllius, 16. yüzyıl ortalarında yaptığı gezileri akabinde kaleme aldığı kitabında, kayalıkların tepesine çıkış yolunu tarif ediyordu. Bugün o tarife ihtiyaç yok. Altındaki restoranın merdivenleri sayesinde tepesine çıkabiliyoruz. Kayalıkların tepesinde antik dönemde Pompeus Sütunu adı da verilen ve etrafı koçbaşı kabartmalarla bezeli bir sunak alanı varmış. Sefere çıkacak gemiler kazasız belasız bir yolculuk yapmak için burada kurban keser, adak adarlarmış. Kayalıklar, Karadeniz’den gelen gemiler için de Boğaz’ın girişini bulmada yardımcı olurmuş. Öreke kayalıklarının adı, Boğaz’ın girişini arayan gemicilerin “buldum, buldum (Eureka) nidalarından türüyorsa, hiç şaşırmam. Buradaki mendireğin yapımı bölgedeki tepeli karabatakların (Phalacrocorax aristotelis) üreme sahasını ortadan kaldırdı. Yani geç bulduk, erken kaybettik! Ama bu kayalıkların tepesinden tepeli karabatakların günlük rutin aktivitelerini, Boğaz’a giriş-çıkışlarını ve yuvalarına gidişlerini izlemek ayrı bir keyif. Yuvalar –biz Kuzey İstanbul’u öldürene kadar- Öreke Kayalıklarının kuzeybatısındaki yarlarda.

 

10. Gözlerini Al ve Foto-Safariye Çık!

 

Varlığını Gezi Ruhu’na borçlu olan “Zekeriyaköy Forum”, İstanbul’un Kuzey ormanlarındaki tahribatı ve bu tahribattan geriye kalanı belgelemek amacıyla 17 Ağustos 2013 Cumartesi günü ülkedeki tüm amatör ve profesyonel fotoğrafçılara açık bir FOTO-SAFARİ etkinliği organize ediyor. “Geriye Kalan Ormanlar Seni Çağırıyor, Tanık Ol, Fotoğrafını Çek, Belgele” sloganı altında düzenlenen etkinlik için öğlen saat 12:00’de Zekeriyaköy Parkı’nda (anfi) buluşuluyor. Buradan çekim alanlarına transferler sağlanıyor. Etkinlik 14:00-17:00 saatleri arasında. Akşam da açık büfe, slayt gösterisi ve müzik dinletisi var. Makinen olması şart değil, sevdiğini ve gözlerini al gel! Bazı güzellikler hâlâ orada, bağzı çirkinliklerle beraber!