Ahmet Talimciler

05 Haziran 2020

Yükseköğrenimde yeni bir yaklaşıma doğru

Uzaktan eğitimin yaygınlaşması üniversiteye ilişkin yaklaşımın da dönüşmesi anlamına gelecektir

Yükseköğrenim Kurumu başkanı Prof.Dr. Yekta Saraç’ın açıklamaları salgın sürecinde başlanılan uzaktan eğitim uygulamasının kademeli olarak yaygınlaşacağını ortaya koyuyor. YÖK başkanının konuya ilişkin açıklaması şöyle:

"…Buna göre, ön lisans, lisans ve yüksek lisans düzeydeki örgün programlarda uzaktan öğretim yoluyla verilebilecek ders oranı yüzde 40'a yükseltildi. Böylelikle dünyanın pek çok ülkesinde uygulanan karma öğretim modeline diledikleri takdirde üniversitelerimiz uygulama ile geçebilecekler. Örgün öğretim programlarında yer alan derslerin yüzde 10'unun uzaktan öğretim ile verilmesini istiyor ve önemsiyoruz. Dijital imkanların kullanabilmesindeki yetkinliğin program özelinde de olması için örgün öğretimdeki her bir programın derslerinin asgari yüzde 10'unun uzaktan öğretim ile verilmesinin güçlü bir şekilde tavsiye ve teşvik edilmesine de karar verildi. Örgün öğretimde uzaktan öğretim ile verilecek bu derslerin her bir dönem bazında olması veya bütün programa yayılması ile eş zamanlı verilip verilmemesi hususlarında üniversiteler karar verecek. Fakat Yükseköğretim Kurulu olarak dijital imkanlar ve uzaktan öğretim yolu ile verilecek bu derslere özellikle 2020-2021 eğitim-öğretim yılı güz dönemi programında nispeten daha fazla yer verilmesini önemsiyoruz. Bu önerimiz devlet ve vakıf bütün üniversitelerimiz için geçerli. Buna yönelik senato kararı alan ve uygulayan devlet üniversitelerine, uzaktan eğitim merkezlerinde görevlendirilmek üzere ek kadro tahsisi yapılacak, ayrıca bu uygulamaya geçen üniversiteler için ek araştırma görevlisi de tahsis edilecektir."

20 Nisan 2020 tarihinde yayınlanan Eğitim Eve Sığabiliyor mu? başlıklı yazımda üniversitelerimizdeki uzaktan eğitim konusunu işlemiş ve olası gelişmelere dair öngörülerimi sıralamıştım. Sayın başkanın açıklamalarını önümüzdeki dönem itibariyle ülkemiz yükseköğreniminde yeni bir dönemin habercisi olarak okuyabiliriz. Uzaktan eğitim olanaklarının arttırılması ve olası yeni salgınlar karşısında hazırlıklı olmak adına YÖK’ün birtakım adımlar atması önem arz ediyor. Ancak öte yandan son üç ay içerisinde uzaktan eğitim anlamında yaşanılanların ne kadar sağlıklı bir sonuca ulaştığı gerçeği konusunda soru işaretlerinin devam etmekte olduğunu da belirtmeliyim. Başkanın örgün öğretimdeki her bir programın derslerinin asgari yüzde 10’unun uzaktan öğretim ile verilmesinin güçlü bir şekilde tavsiye ve teşvik edilmesi düşüncesini doğru bulmuyorum. Çünkü söz konusu bu ifadelerin üniversiteler bünyesinde bir nevi görev addedilmek gibi algılanacağını ve sonuçta tavsiyelerin zorunluluğa dönüşeceğini gayet iyi biliyorum. Oysa YÖK böylesi bir yaklaşım yerine öncelikle gerçekten uzaktan verilebilecek olan bazı derslerin bu şekle sokulmasına aracılık edebilir ve buna uygun bir alt yapıyı hazırlayabilir.

YÖK başkanın konuşmasının sonundaki şu ifadeler dikkat çekici:

"…Fakat bu kriz bittikten sonra pek çok sistem, bunun içinde yükseköğretim sistemleri de dahil eskisi gibi olmayacak. Biz YÖK olarak bunu görüyoruz. Dolayısıyla yeni bir dönem başlayacak ve biz bu dönemi üniversitelerimize hazırlıklı kılmak istiyoruz."

Bu ifadeleri kullanan başkanın var olan kurumun dönüşmesi konusunda da adımlar atması gerekiyor. Çünkü üniversitelerimiz açısından sorunları sıralamaya başladığımızda giderek daha sıkıntı verici hale dönüşmeye başlayan liyakat sorunu ve ardından gelen nepotizm uygulamaları, akademik sistemi içeriden hızla çürütmekte. Akademisyenlerin geleceğe duydukları inanç ve çalıştıkları birimle kurmuş oldukları aidiyet düzeyi her geçen yıl biraz daha fazla azalıyor. Akademisyenlik giderek teknisyenliğe indirgenmeye ve gerçek anlamından uzaklaştırılmaya başlanıyor. Burada eleştirel bir sorgulamanın yapılması, var olan uygulamaların tartışılması ve yapılan hataların dile getirilmesi gittikçe zorlaşıyor. Aslında bu durum beraberinde hocalarla öğrenciler arasında kurulan bağların da gevşemesine ve giderek akademinin bir tür yüksek lise haline dönüşmesinin önünü açıyor.

Uzaktan eğitim sistemi ise hoca öğrenci etkileşimi kadar öğrenci öğrenci etkileşimini de ortadan kaldırmaya dönük yepyeni bir sürecin önünü açmaktadır. Artık bu yeni modelle her kente ve ilçeye üniversite kurmanızın da bir anlamı kalmıyor. Uzaktan eğitimin oranı arttıkça yerinden katılım üzerinden başka tür bir öğrencilik modeli gerçekleşmiş olacak. Bu durumu Agamben Öğrencilere ağıt başlıklı yazısında tartışıyor. Uzaktan eğitimin yaygınlaşması üniversiteye ilişkin yaklaşımın da dönüşmesi anlamına gelecektir. YÖK başkanının yeni döneme ilişkin yaklaşımları bu açıdan dikkat çekicidir. Fakat burada uzaktan eğitimin mekanikleştiren ve konunun taraflarını birbirlerinden uzaklaştıran bir yapıyı da hayata geçirdiği gerçeğini vurgulamak durumundayız. Giderek teknisyene dönüşen ve işlevini kaybeden bir akademisyenlik kimliği bizleri bekliyor. Bu yeni durumun yaratacağı güvencesizliği, derslerin daha fazla denetlenebilirliği ve müdahalelere açıklığı kısmını da eklediğimizde tablo daha da netleşecektir.

Fakat asıl üzerinde durmamız gerekenin gerçekten de yepyeni bir dönemin bizleri beklemekte olduğu gerçeğidir. Akademide görev yapmakta olan bütün kesimlerin buna yönelik hazırlıklar yapmaları kaçınılmaz bir zorunluluk. Ancak olayın bir de bilimsel anlamda nitelikli öğrenci yetiştirme, derslerde etkileşim ve karşılıklı diyalog tarafı bulunuyor ki işte bu noktalar açısından geleceği daha fazla tartışmak durumundayız. Aksi halde yukarıda da belirtmiş olduğumu gibi giderek mekanik bir iş durumuna indirgenen ve söz konusu derslerin bir tür zorunluluğa indirgendiği bir sürecin yaratılması kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir yaklaşım ise sayın YÖK başkanın kendisinin de ısrarla kaçındığı kalitesizliğin ve vasatlığın önünü daha fazla açmakla kalmayacak, ülke olarak ihtiyacını önümüzdeki yıllarda daha fazla hissedeceğimiz akademinin işlevsizliğini arttıracaktır. Bir başka yazının konusu olacak olan üniversitelerin giderek vasatlaşması ve bunun yarattığı etkileri de önümüzdeki dönem için not etmeliyiz.

Son olarak üniversiteyi ve burada yapılmakta olan dersleri sürekli olarak nicelik kurgusu üzerinden ele almak ve bir tür nicelik fetişizminin yaratılmasına yol açmak, üniversite kavramının doğasına aykırıdır. Sayın YÖK başkanının sık sık vurgu yaptığı ülkemizdeki sosyal bilimlerin ağırlığını arttırmamız gerekiyor düşüncesi maalesef bu nicelik fetişizmine kurban edilmektedir. Doğa bilimlerinin, tıp ve mühendisliklerin aksine sosyal bilimlerde bilginin üretimi ve dolaşıma sokulması aşamaları çok daha uzun bir zamana yayılmaktadır. Uzaktan eğitimin öğrencilerin derslere katılım, etkileşim, sınav ve diyalog noktalarında ortadan kaldırılamayacak farklılıkları söz konusudur. Sözün daha fazla dolaşımda olduğu ve anlamın farklı veçhelerinin tartışmaya açıldığı sosyal bilimler ve hukuk gibi alanlar açısından durum çok daha sıkıntı verici bir gelişim seyredecektir. İşte bu yüzden bir tür zorunluluk haline dönüşeceği kesin olan tavsiye tipi uygulamalar yerine gerçekten buna istekli olan alanların ve bölümlerin geçişinin sağlanması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Üniversitenin geleceği konusunda konuşmamız, tartışmamız ve üzerinde fikir alışverişinde bulunmamız gereken çok fazla konu bulunmaktadır. Fakat ilginç olan husus ise her geçen yıl bu konularda konuşacak olan akademisyen sayısının nispeten azalıyor oluşudur.