Ahmet Talimciler

12 Haziran 2017

Türkiye, gençlerin ölüyor

İstediğiniz kadar ölümlere methiyeler düzün ya da ölmediler davalarımızda yaşıyorlar sloganları atın, bu ülkenin gençlerini birer birer toprağa vermeye devam ediyoruz

Gençlik bütün toplumlarda üzerinde hassasiyetle durulan dönem olması sebebiyle dikkat çekicidir. Bu dönemde otorite figürü ile çekişmenin yanı sıra kendisini gösterme ve kimliğini şekillendirme çabaları içerisinde savruluşlar gerçekleşir. Öte yandan bütün iktidarlar açısından da gençlik, kendi ideolojik yaklaşımlarının geleceğe taşınmasının yegane aracı olarak görüldüğü için üzerinde siyasal hesapların yapılmasına da yol açmaktadır.

Biz ise gençliği 1960’lı yılların sonlarından bu yana hep ölümler üzerinden anmaya, anlamlandırmaya ve toplumsal kutuplaşmanın bir yerlerine yerleştirmeye çalıştık. Bu elli yıl içerisinde binlerce gencimizi toprağa verdiğimiz gibi onlardan çok daha fazlasının hayatlarını ellerinden aldık. 70’li yıllarda sağ-sol çatışması üzerinden kaybettiğimiz geleceğimizi, 80’lerle birlikte önce askeri karakollarda, askeri harekatlarda ardından da şehirlere düzenlenen saldırılarda yitirdik.

90’lardan günümüze dek uzanan yıllar boyunca ise şehit haberlerinin doruk noktasına ulaştığını ve ardından öğretmen, doktor gibi kamu hizmeti yapanların kaçırılıp öldürüldüklerine tanıklık ettik. Yıllar geçti sürekli olarak terörün kökünün kazınması, şiddetin bastırılması şeklinde söylenen laflar ne gençlerimizin ölümlerini durdurmaya yettiler ne de cenazelerinde yürek burkan feryatların iliklerimize kadar işlemesini ortadan kaldırabildiler.

Gençlerimiz en güzel çağlarında aramızdan ayrıldılar. Umutlarını, sevdalarını, hayallerini ve sevdiklerini bırakıp bizleri terk ettiler. Her birisi ile birlikte biraz daha mahzunlaştık, evlerin içerisine ateşler düştü, anaların yürekleri yandı. Onlarla birlikte binlerce yakınının da hayatları bir daha eskisi gibi olamayacak bir biçimde allak bullak oldu.

Oysa üzerlerine titreyenler için onlar, hayatın ta kendisiydiler ve gelecek onların olacaktı. Bu elli yıl içerisinde ülke olarak sadece gençlerimizi toprağa vermedik aynı zamanda onların ailelerini, sevdiklerini de yaşarken toprağın altına soktuk. Geride kalanları hayatlarının sonuna kadar ‘keşke’ denilen ve içerisinden çıkılamayan delhizlerin içeresine hapsettik!

Ve zaman içerisinde ölümleri de ayrıştırdık. Ölenin etnik kökeni, mezhebi, ideolojisi üzerinden yürütülen bu ayrıştırma yüzünden ölenlerin ardından durulan yer üzerinden tartışmalar başladı. Artık ölümler hepimizin ölümü değil ve herkes kendi ölümlerine kulak kesiliyor. Böyle olduğu için de her seferinde biraz daha birbirimizden uzaklaştığımızın, biraz daha aradaki mesafelerin açılmakta olduğunun farkına bile varamıyoruz.

Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın, ‘PKK terörünü estetize eden batı medyası ne bu askerlerimiz ne de Aybüke Yalçın’ı yazacak. Ama onlar bizim kalbimizde hep yaşayacak’ ifadesini kullandı. Bu ülkede insanlar tıpkı İsmet Özel’in dizelerinde olduğu gibi ‘hangi dünyaya kulak kesiliyorlarsa ötekine sağırlar’ şeklinde bir ruh hali içerisindeler. Kalbimizde yaşatacaklarımız hususunda bile ayrışıyorsak durumumuz çok ama çok vahim bir hal almış demektir.

Öte yandan ülke olarak otuz yılı aşkın bir süreden bu yana söz konusu olan bu terörü ve terör örgütünü Batı medyasına anlatamamışsak veyahut onlar anlamamak hususunda direniyorlarsa da tüm bu olup bitenlerin nedenlerini gözden geçirmeliyiz. 

22 yaşında gencecik bir kızımız olan Şenay Aybüke Yalçın’ı dün toprağa verdik. Hayat dolu olan mesleğinin henüz baharındaki Müzik öğretmeninin ardında söylediği Mağusa Limanı türküsünün görüntüleri ve öğrencilerinin, arkadaşlarının söyledikleri kaldı. Aybüke öğretmenin ölümü sonrasında bir kez daha gördük ki bu ülkede ölümün kendisinden çok hangi taraftan öldüğünüz ses getiriyor. Ölümleri yarıştırmak ve ölümler üzerinden ayrıştırıcı bir zihniyeti hayata geçirmek çok ama çok tehlikeli bir anlayışın dolaşıma sokulmasıdır.

İstediğiniz kadar ölümlere methiyeler düzün ya da ölmediler davalarımızda yaşıyorlar sloganları atın, bu ülkenin gençlerini birer birer toprağa vermeye devam ediyoruz. Türkiye’nin gençleri ölüyor ve ölen her bir gencimizle birlikte biraz daha eksiliyoruz. Onlarla birlikte hayallerimiz, umutlarımız ve geleceğimiz de kayboluyor. Yaşamı öne çıkartan, şiddeti ve terörü hayatlarımızdan uzaklaştıran bir anlayışı tüm ülkemize egemen kılmak zorundayız.

Elli yıldır bu ülkenin gençleri ölüyorlar ve onlar öldükçe bizler ölümlere güzellemeler yapmayı sürdürüyoruz. Türküyle Kürdüyle, Sünnisiyle Alevisiyle, Sağcısıyla Solcusuyla ölenlerin hepsi bizim çocuklarımız dediğimiz ve ölümler üzerinden çıkarsamalar yapmayı kestiğimiz takdirde olan bitenleri daha farklı bir gözle görebilmeye başlayacağız. ‘Ölmesine üzüldüm ama kürdistanda böyle kafaların çocuklara ne faydası olabilir’ tweeti atmak ne kadar tuhaf, ‘Keşke o kadar açık giyinmeseydi. Şehit Sevabı Kazanırdı’ tweeti de o kadar tuhaftır.

Çünkü her ikisi de kendi pozisyonları üzerinden ama’lar ve keşke’lerle kesin sonuca ulaşmışlardır. Oysa hayat hiçbirimizin beklemediği kadar sürprizleri beraberinde taşıyan ve umulmadıkları yaşamamıza olanak veren sürenin de adıdır. Ve bu süre içerisinde yaptığımız ve yapmadıklarımız veyahut günah ve sevaplarımızla olan sınavlarımızın yetkili mercileri aynı ülke içerisinde yaşadıklarımız değildirler.

Başın sağ olsun Türkiyem, gencecik bir kızın olan Şenay Aybüke Yalçın öğretmenini de toprağa verdin. Umarım bu duvağı ve al bayrağı ile tabutta taşınan son gencin olur. Ailesi ve sevenlerinin başı sağ olsun, Aybüke öğretmenimiz nurlar içinde yatsın, mekanı cennet olsun.