Ahmet Talimciler

23 Aralık 2017

Önümüzdeki süreç neler getirecek?

One Minute’ ile başlayan ‘Eyy Amerika’ ile devam eden bütün uluslararası ölçekteki açıklamaların asıl etkisi hep içerideki söz konusu kitlenin safları sıklaştırmasıdır

Son iki yıldır seçim tartışmalarının gölgesinde yaşayan ve büyük dönüşümler geçiren ülkemiz açısından 2019 yılında gerçekleştirilecek olan seçim, daha şimdiden çok büyük gelişmelere gebe gibi görünmektedir. Bu açıdan yeni yıl ile birlikte hızla hareketlenecek olan bir sürecin içerisine gireceğimiz ve belki de bir sonraki yıla kalmadan bir seçim sürecini yaşayabileceğimizi bile rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradaki anahtar soru son on beş yıl içerisinde ülke yönetimini elinde tutan iktidar partisinin bütün eleştirilere ve sıkıntılara rağmen istediği sonuca ulaşıp ulaşamayacağı meselesidir. Ya da başka bir şekilde soracak olursak bu kez muhalefet partileri, iktidarı koltuğundan etmeye başarabilecekler midir?

Adalet ve Kalkınma Partisini(AKP) bugüne kadar ki siyasal partilerimizden ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi, çok uzun yıllar boyunca toplumsal hayatın kıyısında yer almış olan kitleyi farklı saiklerle harekete geçirebilme becerisini göstermiş olmasıdır. AKP, kendisini ‘kaybeden’, ‘kazanmaktan umudunu yitirmiş olan’ veya az da olsa hala ‘acaba’ diyebilenlerin nezdinde büyük bir etkide bulunmuş olup, bu kesimleri ‘kazanma’ kavramıyla tanıştırmıştır. Ülkenin ve iktidarın ‘gerçek’ sahipleri olarak kendilerini görebilmelerini sağlamış ve onları birer ‘kazanç tüketicisi’ haline getirmiştir (Kazanç Tüketicisi kavramını David Riesman’ın Yalnız Kalabalık çalışmasından aldım. Klasik siyaset literatüründeki Merkez-Çevre kavramsallaştırmasının da ötesinde bir vurguyu öne çıkartmaya çalışıyorum. Çünkü orada çevre olarak adlandırılan merkezin dışında yer alan bütün kitleleri bu nitelemenin içerisine almıyorum. İçinde yaşadığımız dönemde olup bitenleri çevrenin merkezileşmesi nitelemesi ile geçiştiremeyiz).

Böyle olduğu için de yıllar içerisinde yaşanan bütün ekonomik, siyasal ve toplumsal krizlere karşın iktidar partisi ve aslında bu hareketin lideri giderek kayıtsız, şartsız desteklenen ve söylediklerine duyulan inanın arttığı bir sembole dönüşmüştür. Sokaktaki insanın şahsında kendisinden bir parçayı gördüğü bir lideri bulunmaktadır artık. Ve o liderin bütün konuşmaları bu açıdan tam da söz konusu olan kitle ile her seferinde biraz daha fazla özdeşim kurmanın önünü ardına kadar açabilmektedir.

Bu noktada asıl üzerinde durulması gereken husus, bu ülkenin üzerinden 94 yıl geçmiş olmasına karşın kendi iç birlikteliğini oluşturacak temelleri hayata geçirememiş olmasıdır. ‘Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle’ olarak nitelenen buna karşın hayatların değişebilmesi önündeki engellerin aşılamadığı bir model içerisinde, araya giren darbelerle birlikte ağır aksak yürümeye çalışan bir ülke olmaktan bir türlü kurtulamamak!

Siyaseti devlete ulaşma ve devletin kaynaklarına erişebilme alanı olarak gördüğümüz için oluşturduğumuz siyasal partiler de bu doğrultuda bir icraatlar demeti ile hareket ettiler. Bu yüzden de ülkemizin siyasi hareket geleneği ülkenin tüm kılcal damarlarına hiçbir zaman yayılabilecek bir biçimde gelişemedi. Belirli bir gelir, eğitim, dinsel cemaat, etnik köken ve benzerleri siyasetin hep özel ve kendine ait bir topluluğa ait olarak görülmesine yol açtılar.

Yukarıda dile getirdiğimiz kenarda bırakılanların kendilerini bulabildikleri siyasal figür sayısı hem sağ hem de sol geleneğimiz içerisinde son derece kısıtlıdır. Bu açıdan Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş ve Turgut Özal bu özelliklere sahip değillerdir. 1980’lerin sonu ile 2000’li yıllara kadar öne çıkan politik figürler olan Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Deniz Baykal, Muhsin Yazıcıoğlu, Murat Karayalçın, Erdal İnönü, İsmail Cem, Devlet Bahçeli de kendilerinden önce gelen liderler gibi bu kitle ile doğrudan bağ kurup özdeşleşmelerini sağlayabilecek olan figürler değillerdir.

Bütün bu liderler ülke yönetiminde bulundukları veyahut muhalefette yer aldıkları dönemlerde tabii ki ülke seçmenlerinden teveccüh görmüşler, söyledikleri alkışlanmış, sevilmişler, takdir görmüşlerdir. Ancak hiçbirisi son on yılda ortaya çıkan tablo gibi bir tablonun oluşmasını sağlayamamışlardır. Buradaki asıl unsur AKP’nin özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘kaybeden’ kitlenin hem ülke içinde hem de ülke dışındaki ‘makus talihini’ alaşağı ettiği duygusunu uyandırmış olmasıdır. ‘One Minute’ ile başlayan ‘Eyy Amerika’ ile devam eden bütün uluslararası ölçekteki açıklamaların asıl etkisi hep içerideki söz konusu kitlenin safları sıklaştırmasıdır.

Benzer biçimde cumhurbaşkanlığı külliyesinde gerçekleştirilen muhtarlar toplantısı ile parti teşkilatlarının aradan çıkartılıp toplumsal hayatın kılcal damarları olan muhtarlar ile doğrudan iletişimin sağlanmasıdır. Belediye başkanına, parti yöneticisine, liderlerine ulaşamayan muhtarlar doğrudan cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmektedirler. Bunun yarattığı etkinin büyüklüğünü hem o muhtarların hem de geldikleri mahallelerdeki halkın nezdinde düşünmeliyiz. Örneğin son olarak Külliyeye gelecek olan muhtarların yüzde elli indirimli uçak bileti alabilmeleri için girişimler başlatıldı. Şu ana kadar kırk iki kez düzenlenen toplantılarda yirmi bin muhtar, cumhurbaşkanı ile bir araya geldiler.

Yaşananlar hususunda medya boyutunu, uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri, muhalefetin yokluğunu ve daha pek çok unsuru ilave edebiliriz ve tabii ki FETÖ ile birlikte onun yerli ve yabancı unsurlarının yarattığı etkiyi de rahatlıkla ekleyebiliriz. Tüm bunlara karşın siyaset kazanı yeniden ısınır ve içinde yer aldığımız coğrafyada kartlar yeniden karılırken, ülke olarak yaşamakta olduğumuz bu tuhaf gelişmeleri sonlandırabilme gücünün kendilerini ‘kaybeden’ olarak gören ve şimdilerin ‘kazanç tüketicisi’ olanlarda olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Yani önümüzdeki dönemde iktidarda muhalefet de aslında bu kitle üzerine politikalar geliştirmeye ve kendisini öne çıkartacak oy oranlarını ele geçirme derdinde olacaktır. Bu noktada dezavantaj gibi görünen unsurlara karşın iktidarın şansı devam etmektedir. Çünkü en başta muhalefetin kullandığı dil, hala bu kitle ile bir bağ kurabilmeyi gerçekleştirebilmekten oldukça uzaktır. Kemikleşen seçmen kitlesinin dışında asıl mücadele tam da burada verilecektir ve muhalefet partileri gerçekten iktidarı hedefliyorlarsa, burası için yeni şeyler söylemenin ötesine geçerek, bu kitleyi ikna edebilecek bir anlayışı dolaşıma sokmaları gerekecektir.

2019 hedefleri içerisinde daha fazla demokrasi, özgürlük, barış, laiklik, ötekinin haklarına saygı, hoşgörü, liyakat, adalet, hak, hukuk vb. gibi kavramları bekleyenlere kötü haber: bu kavramlar etrafında bir seçim süreci yaşayacak gibi durmuyoruz. Hatta bu kavramlar kullanılacak olsa bile içerdikleri anlamların evrensel ölçülerle örtüşmeyeceğini bile söyleyebiliriz. Asıl mesele iktidar olmaktan geçeceği için bu yolda yaşanabilecek bütün olumsuzlukları aşabilecek bir anlayışla daha fazla karşı karşıya kalacağız. Bu açıdan gerginliğin daha fazla ön planda olacağı, yaşam tarzlarına yönelik haberleri daha fazla görebileceğimiz ve tabii ki şiddetin hayatlarımız içerisindeki etkisinin daha da artacağı bir döneme doğru gidiyoruz. Ekonomi üzerinde konuşmayı sürdüreceğiz tıpkı ülkemizin sınırları dışında kalan konularda konuşmayı sürdürecek olduğumuz gibi. Ayrışma, gerilim ve gerilimden beslenme lafları ise bu süreç içerisinde en çok konuşup, duyacaklarımız olacak gibi duruyor. Dilerim 2018 yılı farklı bir yıl olarak zihinlerimize ve tarihe iz bırakır.