Pamukkale üniversitesi rektörünün eşi için öğretim üyesi ilanına çıktığı haberinin ardından gelen sosyal medya tepkileri üzerine YÖK, rektörü görevinden uzaklaştırdı. Bu olayın hemen ardından bu kez Dumlupınar üniversitesi spor bilimleri fakültesinde bir bölüm başkanının kendi ana bilim dalına eşini araştırma görevlisi olarak aldığını öğrendik ve ardından üniversite rektörü alımın iptal edildiğini kamuoyuna duyurdu. Nepotizm yani akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık denilen özellikle doğu toplumlarında çok yaygın bir yer teşkil eden durumu son örnekler sayesinde bir kez daha dibine kadar hissetmiş olduk. Bürokratik rol ile akrabalık rolü arasında rolün çatışması olarak adlandırabileceğimiz nepotizm; örgütsel değerlerin geleneksel beklentiler doğrultusunda istismar edilmesidir. Nepotizmi sadece gündelik hayatın içerisindeki ilişkilerde değil kurumsal uygulamalarda da hissetmeye başladığınız anda başta liyakat ve adalet kavramları olmak üzere pek çok değeri ve kavramı yeniden gözden geçirmek durumundasınız demektir. Ne yazık ki son dönemde ülkemizde üniversiteler aracılığıyla dışarıya yansıyan görünüm bu açıdan can sıkıcı bir duruma işaret etmektedir. Burada üniversite denilen evrensellik temelli kurumsal yapının yerelleşme üzerinden taşralaşmasının ve siyasetin özellikle de yerel siyasi-ekonomik yapıların etkisi altında kalmasının büyük bir rolü bulunmaktadır.
Pamukkale Üniversitesi rektörünün buzdağının görünen kısmında yer aldığı gerçeğini not ederek başlamak gerekiyor. Çünkü son on yıl içerisinde bu konuda yapılacak olan kısa bir arşiv taraması sonucunda ülkemizin özellikle yeni kurulan üniversitelerinde söz konusu ilişkilerin çok daha yaygın bir biçimde hayata geçirildiğine ilişkin onlarca habere ulaşabilirsiniz. Burada özellikle araştırma görevliliği alımlarında yaşanan sıkıntıların yanı sıra yakın akrabaların öğretim üyeliği olmazsa genel sekreterlik, fakülte/enstitü sekreterlikleri gibi makamlara getirilmesi gibi uygulamaların sık sık haber olduğunu görebilirsiniz. Bu yüzden de söz konusu rektörün görevden alınması Yüksek öğrenim kurumunun meseleyi kökünden çözmeye dönük adımlar attığına işaret etmiyor. Akademik camianın bu tarz olumsuz şekilde kamuoyuna yansıyor olması kurumun itibarını zedelediği için hassasiyet artmaktadır. Buna karşın yapılması gereken çok daha geniş kapsamlı bir biçimde ülke genelindeki öğretim üye ve öğretim elemanı alımlarının yanı sıra üniversiteye alınacak olan idari personeli de liyakat çerçevesi içerisinde kurumlara dahil etmektir. Bunun için ise biraz daha geniş bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu belirtmek durumundayım.
Öncelikle rektörlerin ve dekanların seçimle işbaşına gelmesi uygulamasının üniversitelerin siyasi çekişmelere sahne yerler olması ifadesi sonrasında getirilen merkezi atamaların sonucunda ne yazık ki rektör ve dekanların niteliklerinin çok daha tartışılmaya açıldığı bir süreç başlamıştır. Bu süreç içerisinde bir taraftan siyaset mekanizması çok daha fazla üniversitelerin içerisinde ön plana geçmiş ve atanan rektörlerin öğretim üyeleriyle olan irtibatı kesintiye uğramıştır. Bölümlerin kurulması, öğretim üyelerinin atama yükseltme kriterlerinin belirlenmesi ve görev uzatmalar gibi pek çok konuda ülkemizin pek çok üniversitesinde asıl uğraşı bilimsel etkinlik olmaktan çıkıp niceliksel hedefleri tutturmayı ön plana alan rektörler tarafından belirlenmeye başlanmıştır. Kendi yerlerini sağlamlaştırma uğruna üniversitelerin öğretim üyelerini saatlerce havaalanlarında bekleten rektörler ortaya çıkmış ve bilimsel alan adeta siyasal bir şovun parçası haline dönüştürülmüştür. Rektör olmanın şartlarının sık sık değiştirilmesi ve eski milletvekillerinin rektör yapılması sonrasında özellikle büyük ve köklü üniversitelerdeki öğretim üyelerinin kendi üniversitelerine olan aidiyetleri erezyona uğramıştır.
Nepotizmin siyasetle yakın ilişkisini göz ardı ederek üniversiteyi ve orada yaşanan olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Bunun için ise özellikle 15 Temmuz sonrasında yaşadığımız hengame içerisindeki olan bitenleri yeniden düşünmek durumundayız. Bir dönem FETÖ tarafından kullanılan ve geniş bir yayılım alanı olarak kullanılan üniversitelerin içerisinden binlerce kişinin iltisaklı ifadesiyle görevlerinden uzaklaştırılmaları ile sorun çözülmüş değildir. Üstelik burada birilerinin kendilerine tehdit olarak gördükleri insanları ihbar ettiklerine ilişkin haberleri de göz ardı etmemek durumundayız. Üniversite ve toplumsal hayatın pek çok kurumu bir dönem son derece muteber olarak görülen kişilerden çok ama çok fazla sıkıntı çekti. Şimdi ise yine liyakatsızlık üzerinden yürütülen ve nepotizmin doruklarında dolaşılan müthiş bir vasatlaşma ile karşı karşıyayız. Bu vasatlaşma öğretim üyesi kalifikasyonu başta olmak üzere bütün alanlarda çalışma şevki ve bilimsel merakın önüne geçecek bir anlayışı başa getirmektedir. Söz konusu vasatlaşma üniversiteleri adeta bir kurt gibi kemirmek suretiyle gerçekten hak eden kişileri değil hamili kart yakını olan kişileri görevlere getirmek gibi büyük bir kötülüğü Türkiye'ye yapmaya devam etmektedir.
Nicelik ile niteliğin yer değiştirdiği bütün yapılarda olduğu gibi üniversitelerde de buna uygun insan tipinin tercih edilmesi gibi bir problemi yaşıyoruz. Hiyerarşi, gücün kitleler ile buluşmasında ve iktidarın somutlaştırılmasında olmazsa olmazlardan bir tanesidir. Eğitim sistemimizin daima buna uygun bir profil ürettiğini ve bu yüzden de farklılıkları değil tek tipliği özendirdiği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar' sözü burada çok sevilir ve çoğu kez de bir örnekliğin güçlendirilmesi adına dayatılır. Bütün kurumlarımızın hiyerarşik bir yapılanma içerisinde ast-üst ilişkileri temelinde yükseltilmesi ve her ne kadar aksini savunsak da asıl belirleyici olanın amirler olduğu gerçeği, daha en başından bütün ilişkileri buna uygun bir hale dönüştürüverir. İktidarın sınırlarını çizen hukuk ve aslında toplumsal hayatın bizatihi kendisinin ürettiği dengenin varlığıdır. Bu yapıyı hayata geçiremeyen ülkelerde kraldan fazla kralcılık anlayışı gereği iktidar gündelik hayatın içerisinde çok daha fazla kendisini hissettirebilecek şekle büründürülür. Yaşam kalitesinin yükseltilemediği ülkelerde makamların, mevkilerin yükselmesi ve buralarda hiç ummadığınız kadar tuhaf uygulamaların hayata geçirilmesi ile karşılaşmak da şaşırtıcı değildir. Çünkü güç hızla zehirlenmeye ve etrafındaki iyilikleri de bozmaya yarayan uyaranları devreye sokmaya başlar.
Üniversite üzerinden toplumsal hayata rol ve değer transferleri yapıldığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Güç zehirlenmesi ve her istediğimi yapabilirim anlayışı toplumsal hayata çürütücü etkilerde bulunmakla kalmamakta aynı zamanda bu anlayışı benimseyen insan profilinin de oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Söz konusu anlayış kendisi gibi olanları besleyecek bir yapının oluşmasına destek vermek suretiyle bütünü yani tüm toplumu zehirlemeye başlayacaktır. Bu ise sadece bu olup bitenin içindekileri değil tüm yapının kirlenmesine yol açmaktadır. İşte bu yüzden üniversitelerdeki alım koşullarından başlayarak bütün yapıyı objektif hale dönüştürecek hamleleri hayata geçirmek durumundayız. Kişilerin kendi tercihleri üzerinden bir kurumu ve dolayısıyla sistemi çökertmelerine müsaade edilmemelidir. Bunun için ise rektörlerin ve dekanların yeniden seçimle iş başlarına gelmeleri uygulaması yaşanan sorunu tek başına çözebilmekten uzaktır. Bunun yerine Yüksek öğrenim kurumunun akademinin yaşadığı çöküntüyü ortadan kaldırabilmek adına çok daha geniş kapsamlı bir programı hayata sokması gerekmektedir. Burada yöneticiler kadar çalışanlar ve öğrencilerin de sistemin parçası oldukları gerçeği göz ardı edilmeden ve siyasetin değil bilimselliğin ön planda olduğu bir bakış açısını tartışmak durumundayız.
Üniversite içinde yaşadığımız toplumsal yapının en önemli göstergelerinden bir tanesini oluşturmaktadır. Burada yaşanan çöküntü sadece üniversite yapısı ile sınırlı kalmamaktadır. Belki de bu yüzden vasatlaşma dediğimiz durumu tüm kurum ve kuruluşlar üzerinden yeniden tartışmalıyız. Bu ise bize bir zamanlar ağırlığı olan kurum ve kuruluşların yerine şu anda sadece ismi olan kurum ve kuruluşlara nasıl olup da geldiğimizi daha iyi açıklayabilecek bir yaklaşım olacaktır.