Ahmet Talimciler

26 Eylül 2016

Hepimiz oradaydık

Ne yazık ki bu ülke insanın büyük bir kısmı için ne bu yazılanlar, ne de söylenenlerin herhangi bir kıymeti harbiyesi de olmayacaktır

Cinnet hali tüm ülkeyi kasıp kavurmaya başladığında hepimiz oradaydık! Hiçbirimizin değil bir başkasına kendi kendine bile itiraf etmekten imtina ettiği ‘o’ meşum ruh halimizle birlikte yalnız kendimizi düşünüyorduk. Zaman ve mekan ötesi bir anda önce Türk ve Müslüman olmayanları aramızdan uzaklaştırmakta herhangi bir beis görmedik! Nasılsa onlar yabancı/gavurlardı ve bu topraklar bizim asli vatanımızdı. Onlarsız hep bir yanımızın eksik kaldığını, eksildiğimizi, yalnızlaşmanın er geç hepimizi esir alacağını düşünmedik ve yine hepimiz oradaydık! Bu toprakların insanlarına eziyet etme, gün yüzü göstermeme alışkanlığını yine bu toprakların yetiştirdiklerine tattırırken de oradaydık!

Birbirimize düştüğümüz, ülkemizi en çok kendimizin sevdiğini düşündüğümüz ve bu yüzden de bizim gibi olmayanlara hayatı zindan ettiğimizde de yine bir aradaydık. Zaten bizim olmazsa olmazımız olan ‘birlik ve beraberliğimize’ düşman olanlara karşı yekvücut durabilme potansiyelimizin güçlü olmasıydı. Asıl önemli olan ne bizdik, ne cumhuriyetti, ne de vatandı asıl önemli olan bütün bunların dışında ve ötesinde bir ve bir arada olabilmekti. Bunu kıskananlara ve bize düşman olanlara karşı ise her fırsatta ‘misliyle karşılık verebilmek’ en şiddetli şekilde gücümüzü gösterebilmek, bu ülke insanının fıtratında zaten mevcuttu. Gerçi ne yaparsak yapalım hiç kimse bizi anlamıyordu, onlar bizim gibi hayatı ve insanlığı düşünmüyor ve bizim yaptıklarımızı yapmayı akıl edemiyorlardı ki zaten onlar olmasa da olurdu. Önemli olan bizdik ve biz bir arada olduğumuz sürece bütün dünyaya bedeldik. Nasılsa arada onların maşaları yani ‘İçimizdeki İrlandalılar’ devreye girecek ve bizi bölmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar ancak başaramayacaklar bizi bölemeyeceklerdi. Sosyalizm tehlikesi Sovyetler Birliğinin yıkılması sonrasında bertaraf edilmiş olmasına karşın ülke içindeki komünistler hala tehdit olmayı sürdürüyorlardı. Ateistler, gavurlar, Yahudiler, Hıristiyanlar kısacası Sünni ve Türk olmayan herkes potansiyel tehditti. Giyim kuşamına dikkat etmeyen kadınlar, yabancı müzik dinleyen gençler, sosyal medya kullananlar, ülkenin manevi değerlerinden bihaber olan herkes aynı grupta yer alıyorlardı.

Gücü çok seviyor ve gücün yanında olmak uğruna hayatımızdaki her türlü idealden vazgeçmek için gözümüzü bile kırpmıyorduk. Oysa ki güçlendikçe insanların daha fazla huzurlu değil huzursuz olduğunu, gücün insana rahatlık değil rahatsızlık verdiğini ve gücün insanı korkusuz değil tam tersine daha fazla korkak yaptığının farkında değildik. Mağrurlar ve mazlumlardan kurulu toplumsal hayatımızda devran dönüp dünün mazlumları iktidar olduklarında mağrurlaştıkça daha fazla alkışlanıyorlardı. Kendisini sürekli olarak iktidarın kapıkulu olarak yetiştiren sistem içinde büyüyen ve buradan hayata, dünyaya bakan insanlar topluluğunda devlet kapısı her şeyin önünde ve ötesinde bir değere sahipti. Devlete sahip olanlar için iktidar pay dağıtma mekanizmasıydı ve yine hepimiz orada sıramızı bekleyerek devranın bize de gelmesi için yalvarıyorduk. Demokrasi bizim için amaçlarımıza ulaşmanın en kestirme yolundan başka bir şey değildi. Bu yüzden de bizim milli irade diyerek yücelttiğimiz ve demokrasinin yegane şartı olarak dilimizden düşürmediğimiz sadece ‘seçim ve seçimde oy kullanmak’tan ibaretti. Bu durum hem politikacılarımızın hem de oy kullanmanın dışında hayatın içinde demokrasi ile hemhal olmak istemeyen hepimizin işine fazlasıyla geliyordu. ‘Nabza göre şerbet, ne kadar ekmek o kadar köfte’ gibi deyişlere sahip olmamız ortak aklı temsil eden kurallara ne kadar uzak bir yaşam biçimini içselleştirdiğimizi fazlasıyla ortaya koyuyorlardı. Biz kuralları değil işimize gelen kuralları ve onları bizim gibi olmayanlara karşı kullanmasını seviyorduk. Ya da yeri geldiğinde kullanabilme ihtimalini sevsek de olurdu. Böyle olduğu için de bir türlü bu toplumda hepimizi ilgilendiren ve üzerinde mutabakat sağlayabildiğimiz konuları bir türlü bulamadık. Yaşam tarzı, giyim kuşam, inanç, ibadet, yeme-içme, kültürel değerler, sanat, spor, şiir, düğün, ölüm kısaca hayata dair her türlü konu bizim ayrılık sebebimizi oluşturmaktaydı ve yine hepimiz oradaydık! Bir sanatçı mı ölmüş acaba sağlığında neler söylemişti? Dindar mıydı yoksa ateist miydi? Milliyetçi miydi yoksa sosyalist miydi? Sünni miydi yoksa Alevi miydi? Türk müydü yoksa Kürt müydü? Daha fazlasıyla uzatabileceğimiz bir liste bizleri karşılayıveriyordu. Ya da bir genç kız otobüse şortla bindiğinde ahlaka mugayir bir kıyafetle toplum içine çıktığı için otobüsten atılmalıydı, bunu onaylamayanlar içlerinden mırıldanmalıydılar, meczup görünümlü birileri çıkıp işi doğrudan şiddete dökebilmeliydi vs. gibi.

Tecavüze uğrayan kızlarımız, kocaları/eski kocaları tarafından öldürülen kadınlarımızın nasıl haberleştirildiğini hatırlayın; faillerin gözleri bantlı fotoğrafları ve baş harfleri ile göründüğü buna karşın kurbanların ad ve soyadlarının verildiği, fotoğraflarının gösterildiğini lütfen unutmayın. Kurbanların bir kez daha kurban haline getirildiği ve öldürenlerin bir kez daha ödüllendirildiği bu çarpık ataerkil sistemi var kılmak için de hep birlikte el ele vermeyi sürdürüyoruz. Namus uğruna cinayetleri normalleştirmeyi, hayatı kendimizin dışındakilere zindan etmeyi her seferinde becerebiliyoruz. Kadınlarımız her geçen gün biraz daha eziliyorlar ve biraz daha içe kapatılıyorlar. Ne yazık ki bir zamanlar başörtülü kadınlarımızın yanında cesurca duran ve yapılanların zulüm olduğunu söyleyen kadınlarımız hemcinsleri tarafından yalnız bırakılıyorlar. İnsan, evrenin duygulu halidir ve sevgiyi hepimiz için yayamadığımız, düşünemediğimiz sürece bu dünya bir esarethaneden öteye bir anlam ifade etmeyecektir. Sadece kendini düşünen ve pragmatizmin doruklarında yaşayan ülke insanımız için bu bencillik ve sevgisizlik ortamı içerisinde dokuz eylüller, on beş temmuzlar birer gün olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyeceklerdir. Çünkü böyle giderse birbirimizi yemek için taşları daha hızlı döşemeye ve hepimizin gözleri önünde dört nala o, çok korktuğumuz yere doğru gitmeye devam edeceğiz. Ve ne yazık ki bu ülke insanın büyük bir kısmı için ne bu yazılanlar, ne de söylenenlerin herhangi bir kıymeti harbiyesi de olmayacaktır.