Medya

Yılmaz Özdil'den Cumhurbaşkanı'na: Koalisyon YPG'ye yardım ediyormuş, yapma yav, sahiden mi?

"Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, hepimiz bunları unutmuşuz gibi..."

29 Aralık 2016 12:16

Sözcü Yılmaz Özdil, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'de yürütülen Fırat Kalkanı Harekatı kapsamında düzenlenen El Bab operasyonuyla ilgili olarak “Koalisyon güçleri sonuna kadar yanınızdayız diyorlardı, ortadan kayboldular, sözlerini tutmadılar, bizi Suriye'de yalnız bıraktılar, tam aksine YPG/PYD'ye destek veriyorlar, elimizde belgeleri var” açıklamasını yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a "Yapma yavv! Sahiden mi?" diye sordu.

Yılmaz Özdil'in "once upon a time" başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Amerika Amerika
Türkler dünya durdukça
beraberdir seninle
hürriyet savaşında

Bu bir dostluk şarkısıdır
kardeşliğin yankısıdır
Kore'de olduk kan kardeşi
sönmez bu yangının ateşi

*

Gençler ilk defa duymuştur ama, yaşı 60'ın üzerinde olanlar bu şarkıyı eminim çok iyi hatırlar… 50'li yılların pop starı Celal İnce söylüyordu. Demokrat Parti iktidara gelir gelmez Türkiye'yi ABD'nin kucağına oturtmuş, Amerikan yalakalığı tavan yapmış, Celal İnce'nin bu şarkısı hit olmuştu, adeta marş gibi ezberlenmişti. Celal İnce ABD'de yaşıyordu, eşi Amerikalıydı, Türkçe yayına başlayan Amerika'nın Sesi Radyosu'nda söylüyordu, program başına 150 dolar alıyordu. Amerika'nın Sesi Radyosu, bu şarkıyı tek taraflı plastik plaklara onbinlerce adet basmış, dostluğun hediyesi olarak, 1957 İzmir Fuarı'ndan başlayarak, Türkiye'nin her yerinde “bedava” dağıtmıştı. Plağın ambalajında New York ve İstanbul'un fotoğrafları vardı. Ayrıca, Franklin Roosevelt, Thomas Jefferson, George Washington, Patrick Henry, Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Atatürk'ün özgürlük konusundaki sözleri yeralıyordu. Sayın ahalimiz hep bir ağızdan söylüyordu, Amerika Amerika, Türkler dünya durdukça, beraberdir seninle, hürriyet savaşında.

*

1992… Dünya durdukça beraber olacağımız kan kardeşimizle (!) Ege denizinde ortak tatbikat yapıyorduk. Amerikan uçak gemisi Saratoga'dan iki adet sea sparrow füzesi fırlatıldı, Türk muhribi Muavenet'in beyni, köprüüstü vuruldu. Beş şehit verdik, 22 yaralımız vardı. ABD “pardon” dedi, yanlışlıkla vurulduğunu söyledi. Halbuki, sea sparrowlar yanlışlıkla düğmesine bastık gitti denebilecek türden füzeler değildi. Ateşleme için altı aşamadan geçmek zorundaydı, komutan onayı şarttı. At ve unut türünden, güdümlü mermi değildi. Ateşlendikten sonra, hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu. Yanlışlıkla fırlatma ihtimali, milyonda bir bile mümkün değildi.

*

Peki neydi? Irak'ı bölebilmek, kuzeyinde Kürdistan kurabilmek için, İncirlik ve Pirinçlik'te konuşlanan “çekiç güç” şarttı. Türkiye ayak diretiyordu. Muavenet zart diye vuruldu. Türkiye mesajı aldı, TBMM çekiç güç'ün süresini zurt diye uzattı. Bir daha hiç ayak diretmedik, her defasında başımıza aynı şeyin geleceği belliydi, o nedenle, ABD 2003'te Irak'a girene kadar çekiç güç'ün süresini hep uzattık, hiç itiraz etmedik.

*

(Aslına bakarsanız, operasyona katılacak olan hava unsurlarının adı çekiç güç değildi. Poised hammer, yani, kalkık horoz'du. “Mermi namluya sürüldü, tabancanın tetiğine basıldı, horoz kalktı” manasındaydı. Propaganda şaheseri tam burada devreye girdi… Sayın ahalimiz “kalkık” kelimesinden rahatsız olmasın diye, bilinçli şekilde yanlış tercüme edildi, çekiç güç denildi. Kapatalım parantezi.)

*

2003… Artık çekiç güçe mekiç güçe ihtiyaç kalmamıştı. Tam 4 Temmuz'da, Amerikan bağımsızlık gününde, bizim hükümetin bakanları ABD Ankara Büyükelçiliği'ndeki resepsiyonda Amerikalı dostlarımızı (!) tebrik ederken… Kafamıza çuval geçirdiler.

*

Irak Süleymaniye'deki irtibat büromuz, ağır silahlı Amerikan askerleri tarafından basıldı, bordo bereli 11 subay ve astsubayımız kafalarına çuval geçirilerek, ters kelepçe takılarak, dipçiklenerek tutuklandı. Binbaşımızın kaburgası kırıldı. 57 saat esir tutuldular. Mesaj gayet açıktı. “Artık burası Kürdistan, burnunuzu sokmayın, kurcalamaya çalışmayın, defolun gidin” deniyordu. Türkiye ayağa kalktı, akp hükümeti hariç! ABD'ye nota verdiğimiz iddia edildi, üç saniye sonra yalanlandı. Bizzat asrın liderimiz yalanladı, “müzik notası değil bu, her aklınıza estiğinde verilmez, ciddiyeti vardır” dedi!

*

Kafamıza çuval geçirilmiş, onurumuzla oynanmış birader… Asrın liderimiz hâlâ yeteri kadar ciddi bulmuyordu! * Bilahare… Sayın ahalimizin gazını almak için “terörle mücadele koordinatörlüğü” icat ettiler. Güya Amerikalı dostlarımızla terörle mücadeleyi koordine edecektik, bize anlık bilgiler vereceklerdi.

*

Bize nasıl anlık bilgi verdiklerini, bizzat terörle mücadele koordinatörümüz orgeneral Edip Başer anlattı… “PKK'ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani'nin kontrolündeki Kuzey Irak'tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD'nin kontrolünde… ABD tarafıyla dokuz defa toplantı yaptık. En son Beyaz Saray'da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik… PKK'ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim, biz hâlâ ‘Amerika bizim dostumuz' diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye'ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD'deki muhatabım orgeneral Ralston'a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!”

*

“Anlık bilgi” kepazeliği sadece bununla sınırlı mıydı? Hayır. Kandil dağında Murat Karayılan'la röportaj yapan İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy açık açık yazdı, tüm dünya açık açık okudu… “Kandil dağında helikopter pisti var, spotlarla aydınlatması yapılıyor, Irak'ta görevli bazı Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil'e geliyor, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor, ABD hükümetinin Irak'ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de Kandil'deki kamplarda park halinde duruyor.”

*

“Terörle mücadele koordinatörlüğü” rezaleti sadece bununla sınırlı mıydı? Hayır. Edip Başer'in yardımcısı tümgeneral “mücadelenin nasıl yapıldığını” açıkladı… “Başbakanlıktan oda istedik, vermediler, fotokopi makinesi istedik, taa 6.5 ay sonra verdiler, faksımız yoktu, yan odalardan faks çektik, bilgisayarımız bile yoktu, cep telefonu vermediler, randevu istedik, randevu vermediler, hatta selam bile vermediler, bir tane sim kart verdiler, onu da yedi ay sonra verdiler, çay paralarını bile cebimizden ödedik, şeker parasını bile biz ödedik.”

*

Az biraz geçti… Kuzey Suriye'deki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Barzani, Kobani'ye girmeye karar verdi. Sayın hükümetimiz esti gürledi, Barzani'ye haddini bildiririz filan denildi. Zırrr… Telefon çaldı. Obama arıyordu. Asrın liderimiz açtı, konuştular. Sayın hükümetimiz her defasında “başbakanımızla ABD başkanı telefonda konuştu” diye son dakika açıklaması yapardı, tüm yalaka televizyonlarımızdan son dakika diye duyururdu. Bu defa öyle yapmadı. Hiç duyurmadı. Nerden haberimiz oldu derseniz… Bizim hükümet duyurmayınca, bizzat Beyaz Saray duyurdu. Beyaz Saray'ın resmi internet sitesine, bu konuşmayla alakalı fotoğraf konuldu, Obama'nın elinde beyzbol sopası vardı!

*

Kızılcık sopası'nın İngilizcesiydi. “Barzani'ye dokunanın kafasını kırarım” mesajıydı. Bizimki anında yelkenleri suya indirdi.

*

Sayın TBMM'den “yabancı silahlı askerlerin Türkiye'de bulunmasına izin veren tezkere” çıkarıldı. Alenen Barzani tezkeresiydi.

*

Takvimde başka gün yokmuş gibi, onurumuzla dalga geçerek, tam 29 Ekim'de, Cumhuriyet Bayramı'nda… Kürdistan silahlı kuvvetleri, topuyla füzesiyle Kürdistan bayraklarıyla, Türkiye topraklarında resmi geçit yaptı. Habur'dan girdiler, Silopi, Cizre, Nusaybin, Suruç güzergahını katedip, Mürşitpınar sınır kapımızdan Suriye'ye, Kobani'ye geçtiler. Bir bölümü, THY uçaklarıyla geldi. Kürdistan silahlı kuvvetlerini, Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrak taşıyıcısı THY taşıdı… Erbil'den bindiler, Şanlıurfa'ya indiler, karayoluyla devam ettiler, resmen şov yaptılar, kurbanlar kesildi, havayi fişekler fırlatıldı, halaylar çekildi. Bazılarının üniformasında ABD bayrağı vardı, biji serok obama sloganları atıldı. MİT eskortluk yaptı. Mardin‐Urfa yolunda acıktılar, benzin istasyonunun dinlenme tesisinde lahmacun yediler, lahmacunun parasını bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödedi. Türk milletinin haysiyeti ayaklar altına alınırken, akp'nin başbakanı ne diyordu? “Kobani'ye selam ediyorum, Kobani'deki kardeşlerimin alnından öpüyorum” diyordu.

*

Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, hepimiz bunları unutmuşuz gibi, hepimiz gerizekalıymışız gibi, gözümüzün içine baka baka ne diyor şimdi asrın liderimiz? “Koalisyon güçleri sonuna kadar yanınızdayız diyorlardı, ortadan kayboldular, sözlerini tutmadılar, bizi Suriye'de yalnız bıraktılar, tam aksine YPG/PYD'ye destek veriyorlar, elimizde belgeleri var” diyor.

*

Yapma yavv! Sahiden mi?