Politika

Yeni Şafak yazarı, terörle mücadelede askere 'yargı zırhı' tasarısını eleştirdi: Devlet buna niye ihtiyaç duyar?

''Ağırlık her yerden aşağıya doğru çekiyor''

01 Mart 2016 16:49

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, çatışma bölgelerinde görev yapan askerlerin silah kullanma yetkisini aşma, işkence ve kötü muamelede bulunma suçlamasıyla karşılaşması halinde soruşturma izininin Milli Savunma Bakanı ve Başbakan’ın onayına bırakılacağı tasarıyı eleştirdi. Devletin bu tasarıya neden ihtiyacı olduğunu soran Bayramoğlu, tasarının yasalaşması halinde öldürüldükten sonra polis aracının arkasında sürüklenen Hacı Lokman Birlik’e atıfta bulunarak, bu tip görüntülerin artabileceğini vurguladı.

Bayramoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Can Dündar ve Erdem Gül’e tahliye yolunu açan Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin söylediği ‘’Kabul etmiyorum, saygı duymuyorum’’ açıklamasına da değinerek, ‘’Cumhurbaşkanı'nın, en üst hakem kurumu, Anayasa Mahkemesi’ni ve kararlarını, “tanımam, uymam” diyerek karşıladığı, süren bir davanın esasıyla ilgili hüküm verip bunu ilan ettiği bir dönemde, bu ne kadar mümkündür? Ağırlık her yerden aşağıya doğru çekiyor.’’ dedi.

Bayramoğlu’nun bugün (1 Mart 2016) ‘’Aşağıya doğru…’’ başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Haber şu:

Herhangi bir asker, terörle mücadelede sırasında silah kullanma yetkisini aşma, işkence ve kötü muammelede bulunma suçlamasıyla karşı karşıya kalırsa, Milli Savunma Bakanı'nın izni ve başbakanın onayı olmadan yargılanamayacak… Bir devlet böyle bir yasa çıkarmaya neden ihtiyaç duyar?

Üstelik o devletin şemsiyesi altında, çok da eski olmayan bir tarihte terörle mücadele adı altında onlarca faili meçhul cinayet işlenmişse, işkence ve kötü muamele kokusu her yeri tutmuşsa, JİTEM gibi askeri yapıların, onun katillerinin izleri hala orta yerde duruyorsa, bu yapıların kontrol dışına çıkma eğilimindeki Ersever gibi subayları bizzat bu yapı tarafından ve en üst düzeyden onay alınarak infaz edilmişse, bu soru daha keskin hale gelir.

Bu tür yasalar bizim gibi geleneğe sahip ülkelerde hızla yeni “Beyaz Renault” hadiselerine ve endişesine kapı açarlar.

Ülkenin Güneydoğusunda şiddet olaylarının, çatışmaların, sokağa çıkma yasaklarının, güvenlik harekatlarının kronikleştiği bir dönemdeyiz. Bu tür dönem ve ortamların ürettiği “kalıcı çatışma alanları”, siyasetin, hukukun, adaletin kapıda bırakıldığı savaş ve dehşet alanlarıdır. Bu alanların insan hakkı ihlali açısından kör noktası pek çoktur. Ve böyle dönemlerde hukuk ve denetim, yapılmak istenilenin tersine, güvenlik önlemleri ve alanlarına daha çok girmesi beklenir.

Nitekim Temmuz ayından bu yana hükümetin bile teslim ettiği, cezalandırdığı, yargı önüne çıkardığı ihlal görüntüleri yaşanmadı mı? Sokaklarda, duvarlarda, okul tahtalarındaki “Kurt kan kokususu aldı” şeklinde yazılar, PKK'lıların ayağından bağlanarak sürüklendiği görüntüler, iktidar tarafından da doğrulanan tablolar değil miydi?

Bu tür yasalar bu tür niyetlere cesaret vermez mi?

Tersi düşünülebilir mi?

Buna rağmen neden böyle bir yasa çıkarılmak istenir?

“Terörle mücadelede kural dışına çıkılır, çıkanı koruyacak yasal şemsiye gerekir” mantığı çalışmış olabilir mi? Askerin 1960 ve 70'lerde sarf ettiği, “Biz bu terör meselelerini hallederiz ama demokrasi elimizi kolumuzu bağlıyor” sözleri hala kulaklardadır.

Ancak bu günlerin, subay zihniyeti açısından artık geride kaldığını sanırız.

Geriye kalan tek ihtimal, askeri kadroların ve silahlı kuvvetlerin 2010-2015 arası Balyoz, Askeri Casusluk gibi kimi adli süreçlerde karşı karşıya kaldığı durumdur. Bu dönemde sivilleşme çabaları esnasında, askeri koruyan kimi idari kalkanların kaldırılması, savcıyla şüpheliyi karşı karşıya bırakan bir soruşturma sistematiğinin kurulması, inanılmaz ölçüde kötüye kulanıldı. Bir cemaat yapısı, Türkiye'nin hukuk ve devlet dokusu üzerinde terör estirdi. Yargının, otoriter denetleme sınırlarını aşarak, devleti ele geçirme ve istenmeyeni tasfiye etme aracına dönüşme eğilimi o günlerde ortaya çıktı. Bugün, onu ortaya çıkaranlarla yapılan mücadele çerçevesinde ya da adı altında derinleşerek sürüyor.

Ordu ve asker bu deneyim ve tablo karşısında, aynı suistimalle karşı karşıya kalma riskine karşı böyle bir koruma talep etmişse, bu, geldiğimiz demokratik kurumlar, dengeler ve güvensizlikler açısından gelinen noktanın vahametini gösterir.

Sonuç, silah kullanma yetkisini aşma, işkence, kötü muamele gibi bireyin 'yaşam hakkına' yönelik suçların soruşturulmasının izne bağlı tutularak yargılanmalarının engellenmesi ve sınırlandırılmasıdır.

Sorunun kaynağı yargının yaşadığı örselenmededir.

Mesele bu örselenmenin üzerine gitmektedir.

Ancak devlet kurum ve organlarının uyumlu çalışmasından sorumlu bir makamın, Cumhurbaşkanı'nın, en üst hakem kurumu, Anayasa Mahkemesi’ni ve kararlarını, “tanımam, uymam” diyerek karşıladığı, süren bir davanın esasıyla ilgili hüküm verip bunu ilan ettiği bir dönemde, bu ne kadar mümkündür?

Ağırlık her yerden aşağıya doğru çekiyor.