Yusuf Ziya Cömert, bir dönem genel yayın yönetmeni olarak başında bulunduğu Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde "Rusya krizi olmasa memlekette konuşacak mevzu bulunmadığını" öne sürdü. Cömert, "Kasım öncesine göre, siyasi hayat, aradan bin yıl geçmiş gibi sakin... Kabine, tıkır tıkır işliyor. Nazırlar mesut ve mesrur. Rusya krizi olmasa, memlekette konuşacak mevzu yok" ifadesini kullandı.
Cömert'in "Hangi durumda itaat edilmez?" başlığıyla Yeni Şafak'ta yayımlanan (16 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Kasım'dan Aralık'a, bir buçuk ay geçti. Fakat, Kasım öncesine göre, siyasi hayat, aradan bin yıl geçmiş gibi sakin.
Muhalefet de sütliman.
Sol tarafımdan, Kılıçdaroğlu'nun sesi geliyor. Grup konuşması. Hayır, kinayeli demiyorum 'sol taraf'ı. Televizyon o tarafta.
Sakin sakin konuşuyor. Nerede o eski heyecan?
Devlet Bey?
Devlet Bey'de fazla değişiklik olmaz. O, en sakin zamanlarda bile, alabildiğine sert ve öfkeli konuşmalar yapabilir.
Kabine, tıkır tıkır işliyor. Nazırlar mesut ve mesrur.
Rusya krizi olmasa, memlekette konuşacak mevzu yok.
(Yoo, ağzı yalama olanların durumu farklı. Eski kumarcılar, köyde kumar yasaklanınca, yol kenarına oturup, geçecek ilk arabanın plakası tek mi çift mi diye bahse tutuşarak, kumar ihtiyaçlarını giderirlermiş! Bu tipler de, illa bir dedikodu buluyorlar. İnsan yoldan çıkmayagörsün.)
Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Kasım sonrası durumdan memnun görünüyor. Kuvvetle muhtemel ki, mevcut, sahada gördüğümüz 'pratik' yazıya dökülüp 'mevzuat'a tahavvül etse daha memnun olacak.
Medya?
Sakin sayılır. Taşlar yerine oturuyor. Oturmayanlar da öyle görünüyor ki, zamanla oturacak.
Halbuki, taşlar yerine oturmasa, daha iyi. Ne kadar tatsız olur 365 gün aynı notanın çaldığı bir medya düzeni?
Kalın bir 'dooo.' Sabah, öğlen, akşam, gece, hep 'dooo.'
(Sürekli aynı çalgıyı dinlemeyi sevenler oluyor. Köyden kasabaya yolcu taşıyan minibüsçünün, sürekli zurna dinlediğini anlatmıştı bir arkadaşım.
Siz, zurna ile çalınmış Fenerbahçe marşı dinlediniz mi hiç?
Herhalde, futbol kulüpleri arasında marşı Fenerbahçeninki kadar güzel olan yoktur. Fakat, zurnayla çalındığı zaman başka türlü oluyor. Bir defasında, maça giderken, Fenerbahçe'de kafelerin olduğu parkta dinlemiştim.)
Neden her yazıda böyle 'istitrad'lar yapıyorum?
Kendileri geliyor. Ben başka bir maksada doğru adım adım ilerlemeyi düşünürken zuhur ediyorlar.
Sadede gelelim.
Durum iyi. İktidar da muhalefet de stabil. Durumdan herhangi bir sebeple müşteki olanlarsa, isteksiz, iştahsız.
Öyleyse ne yazayım?
Şunu yazayım.
Stanley Milgram'ın kitabı geldi. 'İnsanın gerçek doğasını ifşa eden deney.' Pazar günü başladım okumaya, dün bitirdim.
Deneklerin, yani 'öğrenci'ye soruyu bilemedikleri zaman elektrik verenlerin 'itaat' analizleri kayda değer.
Keza, bir Amerikan askerinin Vietnam'da, 370 köylüyü nasıl bir 'itaat' halet-i ruhiyesiyle öldürdüklerini anlattığı pasajlar.
Önce makinalı tüfeklerle tarıyorlarmış. Sonra komutanları mermi israf olmasın diye tek tek öldürmelerini söylemiş.
Kadın, erkek, yaşlı çocuk 370 kişi.
Bu şekilde, kaç tane 370 kişi öldürülmüştür kimbilir? Filistin'de, Bosna'da, Ruanda'da, Suriye'de, Irak'ta, Arakan'da...
Aynı kitapta, Milgram, Charles Percy Snow'dan aktarıyor:
“İnsanlığın uzun ve kasvetli tarihini düşünecek olursanız, isyan adı altında işlenen suçlardan çok daha fazlasının ve iğrençlerinin itaat adı altında işlendiğini görürsünüz.”
Biliyor da söylüyor Snow. İngiliz İstihbaratı'nda çalışmış.
İtaat ediyorsunuz. Kime? Yale Üniversitesi'nde deney düzeneğini kuran ilmi 'otorite'ye.
Ne yaparak?
Öğrenciye, çığlıklarına aldırış etmeden, oldukça şiddetli elektrik şokları vererek.
Çoğunluk 'itaat' ediyor. Bir de, sayıları az da olsa, itaat etmeyenler var.
Şu önemli: İtaat etmeyenler, niye itaat etmiyor?
Kitapta anlatılan bir 'itaatsizlik' örneği tam aradığım gibiydi.
Bir İlahiyat Profesörü, 150 voltluk elektriği verdikten sonra, 'kurban'ın tepkilerine kulak verip, deneycinin ısrarlarına rağmen deneyi bırakıyor.
Deneyci, soruyor:
“Sizce, insanlıkdışı bir otoriteye karşı direnç geliştirmenin en etkili yolu nedir?”
Profesör, şöyle diyor:
“İnsan, kendisine en büyük otorite olarak Tanrı'yı seçerse, insanın otoritesi anlamsız kalır.”
Bu söylem, bizim geleneğimize uyuyor.
Nedir? Allah'a isyanda kula itaat olmaz.
(Nurettin Topçu'nun 'İsyan Ahlakı' da benzer bir gerçekliği ifade ediyor. Topçu'ya göre, 'isyan', Allah'a itaattir.)
Bu ilkenin, dini gerekçelerle ihlal edildiği durumlar oluyor.
Şöyle: Allah ile kulun arasına bir 'otorite' koyuyorsun. O otorite, Allah adına sana yanlış yaptırıyor.
Başka dinlere karışmam. Fakat, bildiğim kadarıyla, İslam'da 'İlahi yekti'yi kullanma imtiyazına sahip 'ruhani' veya 'dünyevi' bir 'otorite' yok.
Kitapta 'yanlış' olan bir şey, 'nasihat'le, 'emir'le doğru haline getiriliyorsa, o ilişkide 'arıza' var demektir.
Şimdi bu bahsi kapatabiliriz. Lüzumu halinde geri dönme hakkımız saklıdır.