Düşük veya doğum yapan kadınların yüzde 13 ile 20’si doğum sonrası depresyon (DSD) problemi yaşıyor; ancak DSD’nin gerçek görülme sıklığının muhtemelen çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor; çünkü bu depresyonu bireyler sıklıkla tanımlamıyor.
'Anne olma çılgınlığı' giderek artıyor
Bilinçli anneler normal doğumu tercih ediyor
DSD oluşumunun 1910’dan bugüne kadar 100 katına çıktığı düşünülüyor. DSD görülme oranı coğrafik bölgeler arasında değişkenlik gösteriyor. Bazı kaynaklara göre Singapur’da yüzde 0,5 kadar düşükken Güney Afrika’da yüzde 24,5 kadar yüksek ve dünya çapındaki ortalama yüzde 12,4 olarak bildiriliyor.
En belirgin nedenler
Uzman Diyetisyen Dilara Koçak, Milliyet Cafe'deki yazısında, DSD belirtilerinin doğum sonrasında herhangi bir süre boyunca devam edebileceğini ve doğum sonrasında hissedilenlerin hüzünden şiddetli depresyona kadar değişkenlik gösterebileceğini söylüyor. Doğum sonrası hissedilen hüzün, kısa süreli depresif belirti dönemleri olarak tanımlanabilir, normalde doğumdan sonra dördüncü gün ortaya çıkar ancak başlaması doğumdan iki hafta sonraya kadar uzayabilir. Doğum sonrası hissedilen hüznün belirtileri arasında anksiyete (kaygı), uyku düzeninde bozulmalar, iştahta azalma ve asabiyet bulunur. DSD belirtileri genelde daha şiddetlidir ve bunlara intihar düşünceleri, obsesif (takıntılı) düşünceler ve aşırı huysuzluk da dahildir. Her iki bozukluk da kadınların en keyifli olması gereken dönemlerinde moral bozucudur.
Çeşitli psikolojik, sosyokültürel ve biyolojik değişkenler DSD’nin sebebi olabilir. DSD’nin en önde gelen sebepleri arasında şunlar vardır: Kişisel ve/veya ailede depresyon geçmişi olması, doğum öncesi depresyon, anksiyete belirtileri ve sosyal destek eksikliği/yokluğu. Biyolojik değişkenler açısından bakılırsa doğum sonrası depresyon, hamilelik ve doğuma eşlik eden endokrinolojik değişikliklerle ilişkilidir. Ancak bugüne kadar hiçbir belirli hormon istikrarlı bir şekilde doğum sonrası depresyonuyla ilişkilendirilememiştir.
Beslenme tipi DSD’yi önleyebilir mi?
Omega 3 çoklu doymamış yağ asitleri
Balık, balık yağları ve omega-3 yağ asitleri açısından zengin bir diyet, hamilelik sırasında ve doğum sonrasında yaşanan depresyon belirtilerini azaltmaya yardımcı oluyor. Omega-3 yağ asitlerinin duygu durum bozukluklarının önlenmesinde de rol oynadığı düşünülüyor. Yağlı balıklar omega-3 yağ asitleri için iyi bir kaynak. Yağ asitlerinin depresif belirtileri olan kişilerde azaldığı düşünülen beyindeki nörotransmiterlerin (dopamin, monoamin ve serotonin) sentezi ve düzenlenmesinde rol oynadığını gösteren kanıtlar var.
Folat ve B vitaminleri
B vitaminleri söz konusu olunca çoğu araştırma, depresyonun tedavisinde folatın etkisine odaklanıyor; ancak folatın ve diğer B vitaminlerinin DSD’nin önlenmesi ve idaresindeki rolü üzerine araştırma sonuçları henüz çelişkili ve daha fazla araştırma yapılması gerekiyor. Zenginleştirilmiş tahıl taneleri ve tam tahıllı ekmekler, koyu yapraklı sebzeler folat için iyi kaynaktır.
Mineraller
Kalsiyumla ilgili yapılan araştırmalar kalsiyumun beyindeki keseciklerde nörotransmiterlerlerin salgılanmasını uyarıcı rol oynadıklarını göstermektedir. Yapılan araştırmaların sonuçları kalsiyumun DSD belirtilerini hafiflettiği yönündedir. Ayrıca magnezyum seviyelerinin düşük olması beyinde hücre sinaptik işlevsizliğine ve depresyona yol açabilir. Yeşil yapraklı sebzeler, tahıl, fıstık, et, nişasta, süt magnezyum için iyi kaynaktır. Çinkonun da DSD belirtilerini azalttığı yönünde bulgular mevcut. Kırmızı et çinko için iyi bir kaynaktır.
Diğer besinsel faktörler
Araştırmalar ayrıca DSD’nin aniden düşen insülin seviyeleriyle ilişkili olabileceğini gösteriyor. Yüksek glisemik indeksli bir diyet insülin salgılanmasını artırabilir ve beyindeki serotonin üretimini hızlandırarak DSD belirtilerini azaltabilir.