FULYA CANŞEN / T24
New York’da BMGK’nin Suriye konusundaki pazarlığı sürerken Münih’de 48'incisi düzenlenen Uluslararası Güvenlik Konferansı her ne kadar bu konunun gölgesinde kaldıysa da güvenlik elitlerinin iktidar paylaşımı hakkında fikir vermesi açısından oldukça önemliydi. Konferans her şeyden önce bu yıl yetmişden fazla ülkeden gelen, aralarında başbakan, devlet başkanı, dışişleri ve savunma bakanlarının da bulunduğu üç yüzü aşkın konuk ve iki yüz kadar gözlemciyle katılımcı rekoru kırdı. Konferans Almanya Savunma Bakanı Thomas de Maizièr’in açılış konuşmasında tarif ettiği gibi, uluslar arası terör, görünmez iç savaşlar ve siber saldırılarla asimetrik bir tehdit halini alan dünya güvenlik konumunu anlama, yorumlama ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda yeniden düzenleme çabası içinde geçti.
ABD Avrupa’yı yalnız bırakıyor
Uzun süredir bilinen bir durum var ortada: Dünyanın tek başına hakimi olmak ABD’ye artık pahalı geldiği gibi savunma eksenini Avrupa’dan ve hatta Ortadoğu’dan Asya-Pasifik bölgesine kaydırıyor. Amerika bundan böyle İran körfezi dışında bölgede sembolik bir biçinde var olacak. Amerikan Başkanı Barak Obama’nın ocak ayında kamuoyuyla paylaştığı güvenlik stratejisine göre, ABD Avrupa’daki 7000 askerini de geri çekecek ve Almanya’daki iki muharebe birliğini iptal edecek. Bu durumda, Ortadoğu’da İran hariç diğer ülkelerde ve Magrip’de var olan veya çıkacak olan her krizde önce Avrupa elini taşın altına koymak yani maliyetine katlanmak zorunda kalacak. Gerçi ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, “en iyi müttefikimiz Avrupa” dedi ama Münih’deki konferansta, Amerika’nın terk ettiği Avrupa’nın haklı paniğini hissetmek mümkündü.
Tevekkül Davutoğlu’ndan daha ilgi çekti
Avrupa’ya bu paniği yaşatan en büyük etken elbette Euro krizi. Amerika’nın soğuk savaş bittiğinden bu yana edindiği deneyim, dünyaya hükmetmek için önce para harcamak gerektiğini ortaya koydu. Yine Amerika’nın deneyimleri gösterdi ki, müdahalede bulunulan ülkeleri yakıp yıkmak kolay ama yeniden yapılandırmak hele “demokrasiyi” getirmek neredeyse mümkün değil. Ve ABD den daha fazla demokrasi havarisi kesilen Avrupa’nın başta Rusya olmak üzere bölgede önemli bir aktör olmaya soyunan rakipleri var. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle bunlar arasında Türkiye’yi de saydı ancak ben bunun sadece şık bir jestten öteye geçemeyeceğini düşünüyorum. Zira Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sözleri aynı doğrultuda olmasına rağmen konferansa katılan Yemenli Tevekkül Kerman’ın konuşması kadar ilgi görmedi. İkisi de Çin ve Rusya’yı soğuk savaşı sürdürmekle suçluyor.
Rusyasız olmuyor
Münih Güvenlik Konferansı’na bu yıl damga vuran iki ülke oldu Rusya ve Almanya. Aslında konferansın önemli konularından biri Rusya’nın Avro-Atlantik güvenlik sistemine entegre edilmesiydi. Çünkü Kosova’daki gibi etnik çatışmalar, Afganistan gibi ülkelerde istikrarın sağlanması, silahsızlanma, nükleer silahların yayılmasının engellenmesi, enerji güvenliği gibi konularda Rusya olmadan ilerleme sağlamak mümkün değil. Rusya da bunu Suriye vetosu ile bir kez daha hatırlattı. Yani Avrupa, Suriye’ye müdahale ederek İran’ı zayıf düşürme emeline Rusya olmadan kavuşamayacak. Avrupa, Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in 2008 yılında yaptığı Vancouver’dan Vladivostok’a uzanan bölgeyi kapsayacak uluslar arası bir sözleşme önerisini reddettiği sürece Rusya’nın entegrasyonu pek kolay sağlanacağa benzemiyor. Medvedev’in önerisineyse hala sıcak bakılmıyor, çünkü:
Soğuk savaşın izleri silinmedi
AB içinde yer alan Doğu Avrupa ülkeleri, hatta birleşen Almanya ile Rusya arasında güven ilişkisi yok. Pekçok ülke böyle bir anlaşma imzalandığı taktirde Rusya’nın NATO’nun genişlemesini ve füze savunma sistemi inşa edilmesini engelleyeceğini düşünüyor. Güvenlik uzmanlarına göre bir başka önemli nokta da ortada Rusya’nın entegre olması için objektifliği koruyacak kurumsal bir işbirliği yok. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT de 2010‘da Lizbon’da kararlaştırılan NATO Rusya ortaklığı da yeterli olmuyor. En önemli faktörlerden biri de Avrupa ile Rusya arasındaki siyasi kültür farkı. Her ne kadar bu fark, Doğu Avrupa ülkeleri post sovyet bir eğilim içine girdiği için ortadan kalksa da Batı Avrupa demokratik değerlerde hala ısrar ediyormuş gibi görünüyor.
Weimar Üçgeni canlanıyor
Avrupa füze savunma sistemine ev sahipliği yapacak olan Almanya hem Rusya’nın entegrasyonu hem de Avrupa’nın dünya hakimiyetine ortak olmasında liderliğe soyunmaya hazırlanıyor. Başbakan Angela Merkel, bugün Fransız mevkidaşı Sarkozy’ye destek verip Rusya ve Çin’i Suriye vetosu yüzünden ağır bir dille eleştirdi ama seçim atmosferine girdiğinden bu yana Fransa şimdilik Almanya’yı sadece takip ediyor. Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski’nin, "ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden doğuşu gibi, Almanya da yeniden doğabilir. Polonya, AB ile birlikte yürüdüğümüz müddetçe, sizin hegomanyanız için yardımcı olmaya hazır" sözleri gerçekten dikkat çekici. Münih Güvenlik Konferansı, 1991 yılında Polonya’nın AB ve NATO’ya yakınlaşması için kurulan Weimer Üçgeni’nin yeniden canlandığı ve farklı bir amaca evrildiğini gösteriyor. Bakalım Weimar Üçgeni liderliğinde Avrupa Ortadoğu’da istikrar unsuru, “Arap Baharı”nda itici güç olabilecek mi? Almanya için şapka düşecek kel görünecek, çünkü bu iş ücretleri düşük tutup ihracata yüklenmek ve silah satmakla bitmiyor. İktidar isteyen kesenin ağzını da açacak…