Ümit Kıvanç*
23 Mart’ta Duvar gazetesinde yeralan haber şöyle:
“Dışişleri Bakanlığı, Suriye sınırında bir TSK askerinin öldürülmesi ve Rus askerlerin YPG’lilerle çektirdiği fotoğrafların yayınlanmasının ardından, Rusya’nın Ankara Maslahatgüzarını Bakanlığa çağırdı. Dışişleri Bakanlığı… ‘Türkiye’nin rahatsızlığının ve tekrarlanması durumunda misliyle karşılık verileceğinin iletildiğini’ açıkladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü … ‘Oradaki ofisin (Rusya’daki PYD ofisi) kapatılması konusunda Rusya’dan adım atmasını bekliyoruz’ diye konuştu. Sözcü, ‘Rusya’nın ve diğer müttefiklerin Türkiye’nin hassasiyetlerine saygı duyması gerektiğini ve Rus askerlerin YPG’lilerle çektirdiği fotoğrafların hoş olmadığını’ belirtti.”
(Sınırda hayatını kaybeden askerin nasıl öldürüldüğünü tabiî ki bilmiyoruz. Bu saatten sonra resmî açıklamalara itibar edecek değiliz, her iki tarafın da bol bol manipülasyon yaptığını acılar çekerek öğrendik, yeterince kafaya geldik. YPG, Türk ordusunun Efrin’e sürekli atışlar yaptığını, kendilerinin de karşılık verme hakkının bulunduğunu ileri sürdü. Ankara’ya bakılırsa birdenbire karşı taraftan birileri ateş edip askeri vurdu. Burada amacımız bu olayı çözmek değil, bunları aradan çıkarmadan da olmazdı, geçiyorum dışişlerinde yaşananların anlamına.)
Olan, kabaca şu: Ankara, maslahatgüzarı bakanlığa çağırmak gibi sertçe bir jestin içini aslında rica ile, âdetâ bir tür “yetkiliye başvuru” ile doldurmuş. “Ama ayıp oluyor” demiş. Rus askerleri YPG armaları takıp pozlar vermesin, aciz konumuna düşüyoruz, demiş.
Diyeceksiniz ki, “misliyle karşılık veririz” de demişler. Lâkin, bilumum şahinler ve sert erkekler üzülecek, zira bu “karşılık veririz”in karşılığı yok.
Onu da kabaca izah edeyim (zaten Türk dış politikası ve Suriye’ye dair karar ve tavırlardan bahsederken inceliğin de âlemi yok): Dalsaydın o zaman Efrin’e, Rus askeri falan dinlemeyip dağıtsaydın ortalığı… derler adama.
Biz Ankara’dakiler gibi yapmayalım, ayağımızı -hiç değilse tekini- yere basarak konuşalım.
Ne zordur sağa sola kıpırdayamamak…
Rusya, Kürt kantonu Efrin’i himayesi altına aldı. (Bu aynı zamanda denetim de demek mi, o kritik konuyu başka yazıya bırakalım.) Türk topçusu bu Kürt kantonunun sınıra yakın yerlerine atış yaptığı için, Rus askerleri de oraya sevk edildi. Böylece Türkiye kimseyi takmadan Efrin’e yönelik ataklara kalkışırsa Rusya ile çatışır duruma düşmekten başka çaresi yok.
Lafı dolandırmadan hemen soralım: Türkiye Rusya ile çatışmaya girebilir mi? Evlâd-ı fatihan, size soruyorum. Ne dersiniz? Girebilir mi?
Cevaba yardımcı olması bakımından, hatırlayalım: Rus uçağı düşürüldüğünde cihan fatihi Ahmet Davutoğlu nereye saklanmıştı? Nefes nefese kendini arkasına attığı paravanın üstünde dört harf vardı galiba: N-A-T-O.
Türkiye’nin Rusya ile dalaşabilmesinin tek koşulu var. Evet, tek: NATO üyeliği, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırısının NATO’ya saldırı anlamına gelecek olması. Bunun dışında, tabiî ki yeni Sarıkamış’ların filan, bu defa skor tersine çevrilerek yaratılabileceği, bunun müstakbel diktatörlük rejiminin ideolojik muhtevası ve kitle desteği bakımından pek faydalı olacağı ileri sürülebilir. Yalnız buna ancak hâlihazırda nereye saldıracağını bilemeyen histerik militan gruplar itibar eder.
Bakın, laf lafı açıyor: E, peki, Türkiye’nin Batı’ya ihtiyacı yok, öyle değil mi? İcabında çeker kapıyı, NATO’dan da çıkar, hı? “Bundan sonra böyle!” demiyor muyuz? Fethettiğimiz cihan parçalarını NATO mensuplarıyla paylaşırsak hepsi bizim olmaz ki! Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’nde NATO’nun yeri olabilir mi? Yavuz veyahut Kanuni, Brüksel karargâhına mı danışıyordu sefere çıkarken?
Rusya ile çatışılmayacaksa Efrin’e, yani Suriye’de Fırat Kalkanı Harekâtı ile denetim altına alınan bölgenin batısına saldırılamaz. Yani orada Kürtler tam teşkilat varolur. Mazallah! Rusya ile çatışılmayacaksa Beşar Esad devrilemez…di, çatışılamadığı için vazgeçildi. Rusya ile çatışılmayacaksa… Halep’teki silahlı cihatçılar daha fazla desteklenemezdi, hattâ onların oradan çıkarılması için dost ve ahbabımız Putin’e yardımcı olunması gerekiyordu, çatışılamadığı için öyle olundu.
Yok, Rusya ile çatışılacaksa, NATO’da bulunulmasından başka çare yok. Şu işe bakın ki NATO içerisinde giderek artan sayıda birileri, Türkiye’nin bugünkü hukuksuz devlet yapısı ve kurmaya çalıştığı müstakbel rejimiyle bu teşkilatta yerinin olamayacağını dile getiriyorlar.
E, zaten Ankara da Batı’dan kopmak istediğini göre..? Türkiye’nin, TRT’nin Euronews ortaklığından ayrılışı -eğer bilmediğimiz, alâkasız sebeplere dayanmıyorsa- simgesel olmanın ötesinde anlamlı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 22 Mart günü sarf ettiği ve muhtemelen -umuyoruz ki üçüncü dünya savaşı tarihine değil- dünya diplomasi tarihine geçecek sözler ise, ezcümle Batı başkentlerinde 6-7 şiddetinde sarsıntı yaratacak nitelikteydi. Çoğu, “hiçbir Batılı sokakta rahat dolaşamaz”, “bu tehlikeli yola girerseniz en büyük zararı siz görürsünüz” yollu sözleri doğrudan tehdit olarak algıladı ve muhtemelen bu sözler ile Ankara’nın Suriye İçsavaşı boyunca cihatçılarla sürdürdüğü yakın ilişkileri birarada anacak yayın ve demeçler birbirini izleyecek.
Bu eğer derhal başlamadıysa, Londra’daki şiddet eyleminin gündemi işgal edişi, ortada kurbanlar varken siyasetçiyle uğraşılmasının abes kaçacak olması yüzünden. Unutmayalım ki, Reuters Erdoğan’ın sözleriyle Londra saldırısını ardarda servis etti. Bu elbette, bir tek haber ajansındaki üç-beş işgüzarın anlık pervasızlığı değil.
Muhitimize dönelim
Nerede kalmıştık? Rusya ile mi savaşıyorduk, Batı’dan mı kopuyorduk, NATO’dan mı çıkıyorduk? Yoksa Rusya ve Çin’le Şangay’a mı gidiyorduk? Esad’a ne olacak peki? Kürtler ne olacak?
Batıda Efrin Rusya’nın himayesinde olduğuna göre doğuya ilerlenebilir mi? Menbic tarafına? Orada Rusya ile Suriye ordusu, Fırat Kalkanı bölgesiyle Menbic Askerî Konseyi’nin (SDG, YPG) yönettiği bölge arasında sınır oluşturdu. Yani Rusya ve Suriye ile çatışılmadan doğuya ilerlenemez. Yukarıdaki bazı paragrafları hatırlayabiliriz burada.
Ankara’nın komuta ettiği Ahrar el-Şam akıncıları -bu defa Yeniçeri yok, bunlarla idare edilecek- Menbic’e kuzeyden saldırabilir mi? Amerikan ordusu Sacur ırmağı boyunca bölgenin sınırını tutuyor. Yani öbür tarafta nasıl Rusya’ya saldırma meselesi çıkıyorsa burada da Amerikan askerlerine saldırma “pürüzü” beliriyor.
Yani: Fırat Kalkanı Harekâtı ile ele geçirilen bölge, doğuya veya batıya doğru genişletilemez. Güneyde de Suriye ordusu var.
Peki koca Osmanlı ordusu, yüz kilometrelercelik sınırın herhangi bir yerinden, Kürt kantonlarına ya allah dalıp biryerlere ilerleyemez mi? Hem Amerika Hem Rusya’ya savaş açıp?
Ne bileyim… sanki… biraz zor görünüyor. Her şeyden evvel, Ankara’nın elindeki, Osmanlı ordusu değil, bir NATO ordusu. Silahı, mühimmatı, uçağı, yedek parçası şusu busuyla bağımlı.
İlaveten Ankara’nın İsrail’le ilişkileri… Aa!? Bu da nereden çıktı!? Çıkmasın. Suriye’ye dönelim… yok, bu sefer Ankara’ya dönelim.
Dönemiyoruz ki! Suriye’den çıkamıyoruz. Ankara da çıkamıyor.
İdlib’te, Hama’da, Şam’ın doğusunda cihatçı silahlı kuvvetlere Heyet Tahrir el-Şam öncülük ve komuta ediyor. El-Kaide. Bunlar birkaç gün önce yeni saldırılar başlattılar. Muhtemelen İdlib’e yönelik geniş temizlik harekâtına meydan vermemek, bunu geciktirmek veya bundan önce yeni mevziler kazanmak, Rusya ve Suriye ordusunun gücünü dağıtmak gibi hedeflerle.
İdlib’te çok can kaybına da mal olacak geniş temizlik harekâtı başladığında Ankara ne yapacak? Halep’te dost ve ahbabımız Putin rica etmişti, Ankara da El-Kaide’den, Ahrar’dan rica etmişti, silahlı cihatçılar Doğu Halep’i terk etmişlerdi. Şimdi İdlib’teki on binlerce cihatçıya, “Ahbabımız Putin rica etti, çıksanız şuradan…” diyebilir mi Ankara?
Küçük bir mesele daha var: Nereye çıkacaklar? Çıkabilecekleri tek yer Türkiye! Ne olacak? On binlerce cihatçı, savaş alanında katledilmeyecek ve bir noktada çekileceklerse, tek ihtimal Hatay’da TOKİ’nin inşa edeceği Cihat Sitesi, Usame bin-Ladin blokları falan.
Sorarken bile insanın ürperdiği bir soru daha var: Hâlihazırda çeşitli bölgelerde El-Kaide önderliğinde cihatçıların kalkıştığı saldırılarda herhangi bir “dış güç”ün katkısı var mıdır? Körfez emirleri, Katar, Türkiye’yi yönetenler, bunların dost arkadaş ahbap çevresi nelerle meşgûl bugünlerde?
Bunu bu kadarıyla bırakıyorum.
Bugünkü esas soru
Türkiye Cumhuriyeti bundan böyle, Batı’dan kopmuş, ama Rusya ile de çatışan bir devlet mi olacak? Bu mümkün mü?
Rusya ile çatışılmayacak, “dost ve ahbap” olunacaksa, meyveler ve müteahhitler gidecek, sarışın kadınlar “Antalya tıklım tıklım” haberlerine görsel malzeme olmak için gelecekse, Türkiye’nin arkasında da NATO üyeliği, AB adaylığı vs. bulunmayacaksa, Ankara Moskova’dan nasıl bir muamele görür muhtemelen? Bu soruya samimi ve açık cevap verebilecek herhangi bir babayiğit var mı acaba şu anda Türkiye’ye yönetenler -siz bunu felakete sürükleyenler diye okuyun lütfen- arasında? Gürcistan’a falan gidip orada mı soruştursak? “Bundan böyle burada soruları ben sorarım!” edâsında bir Putin’e karşı, Kars’ın, Ardahan’ın kurtuluş yıldönümü törenlerinde tanklar yürüterek posta mı konur, ne yapılır? Yoksa Putin, kapıda karşılanıp boynuna devlet nişanı takılacağı Kars’a gelir, “Ulan, zamanında ne güzel yapmıştık, ne hale getirmişsiniz!” diye çıkışır mı?
Gerçi Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta üç senelik milletvekili olmaya hazırlanan evlad-ı fatihan ve şahlanan yeni Osmanlı için bunlar mesele bile sayılmaz ama… zaman kaybına yolaçar işte. Çünkü öbür tarafta Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi bekliyor. Ve bunca zaman beklemiş.
Cihan da hakimiyet de mefkûre de Türkçe değil üstelik.
* Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır