Kürt aydını ve yazar Ümit Fırat, 7 Haziran 2015 seçiminden sonra PKK’nın HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “yükselişine dur deyip sonunu getirmeye karar verdiklerini” söyledi. Fırat, “Öcalan’ın bile İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yattığı bir ülkede, itibarsızlaştırılan ve dolayısıyla da kitle içesindeki desteği de hayli azalmış olan Demirtaş ve yoldaşlarının tutuklanması da önemli bir kitlesel tepkiye yol açmadı” diye konuştu.
vengma.com’a konuşan Ümit Fırat’ın açıklamalarından bir kısım şöyle:
Selahattin Demirtaş’ın sadece Kürtler arasında değil, batıda, Türkler nezdinde de iyi denilebilecek bir imajı ve günden güne artan bir popülaritesi vardı. Ama Demirtaş tutuklanıp içeriye atıldığında doğru dürüst tek bir kitlesel tepki olmadı. Bunun Hendek politikasıyla, PKK’nin yapıp ettikleriyle bir ilgisi var mı sizce?
Demirtaş’a büyük bir sempati ve umut bağlayan insanlar, O’nu oraya seçen ve O’nun siyasi pozisyonuna karar veren insanlar değildi. Bilindiği gibi 2014 başlarında HDP devreye sokulduğunda emanetçi Genel Başkan Yavuz Önen’in yerine Ertuğrul Kürkçü emanetçi olarak getirilmiş ve milletvekilleri de HDP’ye geçmişlerdi. Bir süre BDP’de kalması kararlaştırılan Selahattin Demirtaş’a da BDP’nin defin işlerine nezaret etmesi görevi verilmişti. Ancak çok kısa bir süre görüldü ki, Kürt olmayan ve hala eski Stalinist geleneklere bağlı olan bir solcuyla bu işler yürümüyor ve Kürtler HDP’ye rağbet etmiyordu. Bunun üzerine alelacele bir olağanüstü kongre ile Demirtaş’ı Genel Başkan yapıp yanına da, partinin sol örgütlerle bağlarını güçlü tutması için Figen Yüksekdağ’ı da Eş Başkanlığa getirdiler.
Hemen ardından yapılan Reisicumhur seçimlerine de Demirtaş, vaad edilen gün ve saatte açıklanması bile kısa yazılışlarını telaffuz etmekte zorlandığımız bir takım sol örgütlerin müzakere ve itirazları nedeniyle 2 gün ertelenen uzun ve zorlu tartışmalar sonrasında aday gösterildi. Eğer Demirtaş bir parti lideri olsaydı, bu kadar zorlu ve gürültü-patırtı bir süreçten geçerek mi aday gösterilirdi? O kampanyada da, CHP-MHP adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na nazaran daha hakiki bir insan görünümü vermesi nedeniyle, özellikle Doğan Medya Grubu, Ahmet Hakan ve daha pek çok köşe yazarı ve TV sunucusunun da aktif destekleriyle büyük bir sempati toplayıp beklenenin üzerinde oy aldı.
Keza 7 Haziran seçim kampanyası döneminde de, Tayyip Erdoğan Karşıtlığı üzerinden giderek, aynı medya grupları ve mensuplarının yanı sıra CHP’den küsen bazı Kemalistler ’in de desteğiyle popülaritesini hayli artırdı.
Ne var ki, arkasında O’nu orada tutan yapı bu durumdan pek hoşlanmadı. Seçimlerin hemen sonrasında Kandil’deki PKK Baron ve Baroneslerin büyük bir özgüvenle yeniden başlattıkları silahlı çatışmalar ve şiddet eylemleri ile legal alanın ve Demirtaş’ın yükselişine dur deyip sonunu da getirmeye karar verdiler. Bu süreçte gerçekleşen 1 Kasım seçimlerinde ise Demirtaş’ın düşüşe geçtiği ve HDP’nin Haziran seçimlerindeki 6 milyon oyunun 5 milyona düştüğü ortaya çıktı.
Hendek savaşları döneminde Sayın Mesud Barzani Ankara’ya geldiğinde ise, Demirtaş muhtemelen yukarıdan verilen bir ödevle Türkiye dışına çıkmıştı ve HDP’yi ziyaret eden Barzani ile Figen Yüksekdağ’ın muhatap edilmesi sağlandı. Bu görüşmenin arka planı, Figen Yüksekdağ’ın Barzaniye söylediği sözler, Kürt medyasında uzun uzun tartışılıp eleştirildiği için burada ayrıntılara girmeme gerek yok.
Hendek savaşlarıyla varılan sonuç ise zaten Kürt toplumunda büyük bir kırılma ve moralsizliğin yanı sıra HDP/PKK yöneticilerinin itibarlarının da büyük ölçüde zayıflamasına yol açtı. Böylesi bir sonuç, bir senaryo da olabilir, ama devlet için inanılmaz bir fırsat yarattı. Bu fırsat da devlet açısından değerlendirilerek bölgedeki kontrolünün yeniden tesis etmesi sağlandı.
Ortalıkta pek bir ağırlığı hissedilmeyen HDP’nin artık devlet yöneticileri açısından da fazla bir kıymet-i harbiyesi kalmadı. Öcalan’ın bile İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yattığı bir ülkede, itibarsızlaştırılan ve dolayısıyla da kitle içesindeki desteği de hayli azalmış olan Demirtaş ve yoldaşlarının tutuklanması da önemli bir kitlesel tepkiye yol açmadı.
“Kürt sorununda çözüm bana göre…”
Kürt sorunu söz konusu olduğunda her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi karnından konuşuyor, kimi yarım ağız bir şeyler geveliyor, kimi çarpıtıyor, kimi savaşı tek çözüm olarak öne koyuyor, kimi koşulsuz ateşkes diyor. Siz Ümit Fırat olarak, yarım asırdır bu konu üzerinde kafa yoran, yazan, çizen bir insan olarak kendi çözüm önerilerinizi hiç eğip bükmeden bize madde madde sıralar mısınız?
Yarım asır önce bizler devlete ve etkilediği alanda yaşayan insanlara Kürtlerin tarihi ve sosyolojik bir gerçek olduğunu, Kürtçe diye bir dil olduğunu izaha çalışıyorduk. Bu gün bu tür konuları gündeme taşımak artık aklımızdan bile geçmiyor.
Kürtlerin ve Kürdistan’ın çözüm bekleyen ve muhtemelen bir statüye kavuşması lazım gelen problemleri son dönemde dünya gündemine girdi. ABD, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere, -artık yıkılmış veya münfesih sayılan Irak ve Suriye’yi bir tarafa bırakırsak- İran ve Türkiye’nin de en çok üzerinde durduğu milletlerarası bir mesele durumunda.
Tabii burada üzerinde durulması en önemli husus, Kürtlerin kendi geleceklerine dair ne tür taleplere sahip olduklarının netlik kazanması olmalıdır.
Şu anda Irak Kürdistanı olarak ifade edilen Güney Kürdistan da bağımsız devlet olma talebi birkaç arızalı ses dışında netlik kazanmış ve sonuç almak da diğer parçalara nazaran yine daha kolay gibi görünüyor.
Suriye’de ise durum oldukça karmaşık. Orada elde silah, kontrol sağlamaya çalışan ve her ne kadar milletlerarası hukukta bir karşılığına rastlamasak da, Şam yönetimi dâhilinde kendilerini kanton ilan etmiş bir Kürt yapılanması var. Şu anda bu kantonların kendi aralarında bir toprak bütünlüğünden yoksun olmaları ve bölgenin topyekûn bir savaş alanı olması, Kürtlerin gelecekleri konusunda pek de net bir görüntü vermiyor. Ama bütün bu belirsizliklere rağmen, muhtemeldir ki, yukarıda saydığım devletlerin kendi aralarında kabul edebilecekleri bir statü ile eski halinden farklı bir statüye kavuşabilirler.
Sorunuzun en zor olan cevabı tabii ki Türkiye’de Kürtler ve Kürdistan’ın geleceği olmalı.
Öncelikle Kürtlerin kendi dünyalarında çoğulcu bir yapıyı, çok partili bir siyasi yaşamı benimseyip, güçlü olan yapıların dayatmalarına karşı, her düşünceye yer verilecek bir siyasi anlayışı yerleştirmeleri lazım. Bir toplumun kendi geleceğine dair özgürce kararlar verebilmesi için, bireylerinin tek tek kendilerini baskıdan veya dayatmalardan uzak görmeleri gerekiyor.
Kürtler, demokrasiyi TC yönetiminden veya büyük emperyal güçlerden istemekle değil, kendilerinin kurabileceği bir sistem olarak görmelidirler. Kendimizin bir demokratik toplum olabilmemizin yolunda öncelik, mutlaka devletleşerek değil, kendi milli dayanışmamız ile mümkündür ve bunun örneğini de İsrail devletinin kuruluş sürecinde net olarak görebiliriz.
Bunu sağlamadan siyasi geleceğimize, idaremize, hukukumuza, eğitim politikalarımıza ve gündelik hayatımıza yön vermeye kalkmayı doğru bulmuyorum. Bugün PKK’nin ve etkilendiği Stalinist-Kemalist-Baasçı totaliter sistemlerin toplum mühendisliği yapmaya kalkarak, kendi dinlerine tek tip müritler yetiştirmeye çalışıp, fiyaskoyla sonuçlanan politikalarından uzak durulmalıdır.
Kürtlerin Kürdistan’da kendi geleceklerine dair bir karar verirken, bugün PKK’nin tırmandırdığı bir boğazlamaya doğru gidebilecek ve çok uzun yıllar izleri silinemeyecek bir travmaya meydan vermemek lazım. Aklın yolu bunu gerektiriyor ve aksi halde Türkiye’nin batısında ortaya çıkabilecek reaksiyoner-Faşist bir siyasi güç, etnik arındırma adı altında büyük katliamlara da başvurabilir. Böylesi bir ihtimali zayıf da olsa hesaba katmak, sorumlu davranmak ve bize bir şey yapamazlar, güçlüyüz, dünya buna seyirci kalmaz gibi iyimserlikle geçiştirilemeyecek bir tehlike olduğunu akılda tutmak gerekir.
Türkiye’nin Kürdistan dışında yaşayan çok büyük bir Kürt nüfusa sahip olduğu gerçeği nazara alınarak, çeşitli bölgelere dağılan ve sayıları 10 milyonu aşan bu insanların yeniden Kürdistan’a dönme ihtimalinin zor olduğu da dikkate alınması gerekir. Türkiye’nin batısında yaşayan bir Kürt olarak elbette ki, Kürdistan’da yaşan bir Kürt’ten farklı bir hayat tarzım söz konusu. Bana göre modern dünyada var olan demokratik sistemlerdeki meşruti monarşiler veya cumhuriyetlerin tıpa tıp aynı sistemler olmadığı gibi, özerk cumhuriyetler, otonomiler, konfederasyonlar, kantonlar vb. tarz yönetimler mutlak olarak bir şablondan çıkan yönetim biçimleri değil.
Sakın yanlış anlaşılmasın, asla Türkiye’nin sınırlarının nerede başlayıp nerede bitirilmesi, toprak bütünlüğü falan gibi bir derdim ve bir hassasiyetim olmadı. Ama bugün bana gönlümden geçenden ziyade gerçekleşebilme şansı daha muhtemel görünen model bir federasyon modelidir. Türkiye’de kurulabilecek demokratik bir federal sistem de, dünyadaki diğer federasyonların bire bir aynısı olmayabilir; ama Türkiye geneli de dikkate alınarak yerel dinamiklere göre bir takım yapılar oluşturulabilir.
Önemli olan da bizim tek tek gönlümüzden geçen çözüm modelleri değil tabii ki. Asıl üzerinde tartışılmayacak gerçek, Kürt Milleti’nin kendi geleceğine dair nasıl bir tercih yapacağıdır. Tabii milletlerarası kurumların da buna onay vermesi söz konudur.
Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız
Ümit Fırat kimdir?
1945’te Bingöl’ün Kiğı ilçesinde doğdu.
Gazi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirdi. Üniversite yıllarında sol ve ılımlı sosyalist fikirleri benimsedi, 1971’de kapatılan Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve ilk legal Kürt örgütü Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO) aktif bir üyesiydi. 1970’li yıllarda Ankara Zafer Çarşısı’nda faaliyete geçirdiği kitabevinin ziyaretçileri arasında dönemin SBF öğrencisi Abdullah Öcalan da vardı.
12 Eylül darbesinden sonra 8 yıl hapis cezası aldı, dört yıl cezaevinde kaldı.1990’lı yıllarda birçok Kürt inisiyatif ve oluşumunda yer aldı, ancak hiçbir partide kurucu olarak bulunmadı. Cem Boyner liderliğindeki Yeni Demokrasi Hareketi’nin (YDH) Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki parti örgütlenmelerinin kuruluşunu üstlenmesi, bu tavrının istisnası oldu. Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Başkanı olan Fırat, Kürt siyasi fikir dergisi Serbestî yazarları ve Yazı Kurulu üyeleri arasında yer almıştı.