Doğu'yu yok sayarak eser üretmeye çalışan sanatçılara çıkışan İslimyeli, "Ben Batı karşısında ezik büzük duran adamlardan doğru düzgün bir sanat çıkacağını zannetmiyorum. Bizim doğumuzdaki sanatçılar dünya pazarlarına bizden daha önce girdiler. Niçin? Daha hakiki, daha özgün eserler ürettikleri için. Doğu sanatından yararlanan pek çok modern sanatçı var bugün. Neden yararlanıyorlar? Batı gibi resim yaparak dünyanın ilgisini çekemeyiz." diyor. İslimyeli Zaman gazetesinde yer alan röportajında, değişmek, dönüşmek ve anlamak için sanat yaptığını ifade ediyor.
"Balkan Naci, Türk sanatçısının önünde yarım yüzyıldır kader gibi dikilmiş bir karabasanın, doğu-batı ikileminin doğurduğu düğümü çözmüş ender sanatçılarımızdan biridir..." Enis Batur, Balkan Naci İslimyeli'yi bu cümlelerle anlatıyor. Türk resminin en özgün sanatçılarından biri o. Sürekli arayan, değişen, dönüştüren bir zeka. Şiire, fotoğrafa, tiyatroya, sinemaya yakın duran bir sanatkar. Balkan Naci şimdilerde sanatta 40. yılını geçen hafta açtığı bir sergiyle kutluyor. İş Bankası Kibele Sanat Galerisi'nde açılan sergi 'Hava-Su-Toprak-Ateş ve İstanbul' adını taşıyor. 27 Şubat'a kadar açık kalacak sergide son bir buçuk yılın eserleri yer alıyor.
Kırkıncı sanat yılınızı kutluyorsunuz. Bir sanatçı olarak ilk yola çıktığınızda kendinize nasıl bir hedef koymuştunuz? O hedefin ne kadar yakınında ya da uzağındasınız?
Resme başladığım ilk yıllarda bütün gençler gibi belirgin bir perspektifim yoktu. Bir arayış içindeydim. Ama inancım şuydu. Hayatım ne kadar uzun olursa resim hayatım da o kadar uzun olacak. Yaşadığım süre boyunca resimden, sanattan kopmamak iradesi gösterecektim. Şükür ki hep ayakta kaldım. Bu sanata başladığım yıllarda resimde direnmek büyük cesaretti. Çünkü geleceği olmayan bir işti ressamlık. Resimle yaşamak, para kazanmak neredeyse hayal gibi görünüyordu. Ben dirençli bir giriş yaptım. Çok da parlak karşılandı. İlk sergimle çok büyük ilgi, yakınlık gördüm. Bu beni yüreklendirdi. O hızla, enerjimi kaybetmeden bir maraton koşucusu gibi bugünlere geldik.
Bu tür yıldönümleri insana aynı zamanda bir muhasebe imkanı da veriyor. Siz kırk yılın muhasebesini yaptınız mı?
O muhasebeyi sık sık yaparım. Zaten sanat, bir anlamda kendinle iç hesaplaşmayı gerektiren bir eylem. Türk resminde benim iddiam şuydu: Ben her sergimde yeni bir teklifle, yeni bir şaşırtmacayla insanların karşısına çıkacağım. Kendimi sürekli yenileyeceğim. Bir meta haline dönüşmeyeceğim. Durduğum yerde eskimeyeceğim. Kendimi tozlandırmayacağım. Devamlı gelişeceğim, değişeceğim, dönüşeceğim. En büyük ilhamım vicdanım olacak. Bütün bunlara sadık kalarak bugünlere geldim.
Her sergide yeni bir teklifle, şaşırtmacayla ortaya çıkmak nasıl karşılandı kültür sanat ortamında?
Başlarda çok yadırgandı. Önce hocalarım garipsedi. Sonra tek tük resmimi alan koleksiyonerler sinirlenmeye başladı. Sonra galeriler öfkelendi. Belli bir çizgide resminiz gelişsin istiyorlar. Sizi meta olarak görüyorlar. Biri resminizi satın almışsa o malın değerini korumasını istiyor. Onun da tek göstergesinin aynı kalmak olduğunu düşünüyor. Aynı çizgide üretmeyip siz değişip geliştikçe onun koleksiyonundaki o resme ihanet etmiş sayılıyorsunuz. Bu yüzden hem koleksiyonerler yani alıcılar, hem galericiler, hem eleştirmenler tarafından cezalandırıldım. Ellerinden kaçtığım; ele avuca sığmadığım için kendi üsluplarıyla beni cezalandırmaya kalktılar ama bu beni daha da kamçıladı.
Bugün değişti mi bu tavır?
Artık bu adamla uğraşmayalım, baş edemiyoruz diyorlar.
Büyük sanatkârlar yaptığı işi bir hakikat arayışı olarak anlatırlar. 'Balkan Naci İslimyeli niçin resim yapıyor?' sorusunu nasıl yanıtlarsınız?
Önce bir iç sorumluluk. Genetik bir mahkûmiyet yetenek. Siz belli şeylere mahkûmsunuz. Onları kullanmadığınız, size verilen hediyenin değerini bilmediğiniz zaman mutsuz oluyorsunuz. Dolayısıyla önce cihazlanmanızın hakkını vermek lazım. Ben sanatı niye yaptım: Her gün farklı bir duyguyu, farklı bir açıyı, farklı bir enerjiyi bana yaşatabildiği için... Değişmek, dönüşmek ve anlamak için sanat yaptım.
Peki bu çabanız, gayretiniz toplumda karşılık buldu mu?
Hayır bulmadı. Ben bu işten zengin olurum, çok mutlu olurum diyerek bu işe başlamadım. Sen buna mahkûmsun, başka bir iş yapamazsın diye yola koyuldum. En iyi bu işi yapabilirsin, bunun karşılığı da bu toplumda yok. Cezalısın. Bir mahkûmiyet süreci bu. Bunun risklerini de almak zorundasın. Ayrıca Türkiye'nin giderek basitleşen, orta sınıfın değerleri ölçüsünde sığlaştırılan bir dünya kültürü ve popüler kültürün güdümündeki alanda sanat yapmak ve anlaşılmayı ummak bir hayal. Yaptığınız işi derinlemesine kavrayan çok az insan var Türkiye'de. Onlarla yetinmek zorundasınız. Zaten fazla popüler olmak bu sahnede çok tekin bir şey değil. Bu kadar sevildiğinize göre birtakım hatalarınız var demektir. Benim alarm zillerim o noktada çalar.
Estetik algının düşüklüğü mimariden, kılık kıyafete kadar yansıyor. Bu çıta niye bizde yükselmiyor?
Her şey metalaştığı; tüketime dönük taleplerle biçimlendiği için sizin yaptığınız çok farklı bir şey o pazarı tehdit ediyor. Sadece satmamakla kalmıyorsunuz, kötü örnek de oluyorsunuz. Ben genç sanatçılar için kötü örneğim birilerine göre. Çünkü ticari bir şey yapmıyorum. New York'ta 20 yıl önce açtığım bir sergideki deli gömlekleri daha yeni satılmaya başladı. Şimdi siz genç birine diyebilir misiniz 'evladım resim yap 20 sene sonra belki satarsın'. Bunu söyleseniz bile güler çocuklar. Bu nesil yemiyor bunu. Onlar anında sonuç almak istiyorlar. Bir resmin kabulü için Türkiye'de önerdiğiniz bir yeniliğin saygı görmesi, alıcı bulması için yirmi yıl beklemeniz gerekiyor. Bu şartlar değişmedi.
Siz "Doğulu kalp" taşıyan modern bir sanatçısınız. Geleneği resme taşıma gayretinizden söz edelim biraz da...
Benim babam da dedem de müthiş bir hat koleksiyonuna sahipti ve hatla meşgullerdi. Türk müziğini çok severlerdi, ben de seviyorum. Modern görünmek için böyle bir arenada yetişip de 'bunlardan anlamam' snopluğuna sığınmak bana çok gülünç ve iğreti geliyor. Bunlar bizim içine doğduğumuz ve birlikte büyüdüğümüz sesler, biçimler, kültür... Ben Batı karşısında ezik büzük duran adamlardan da doğru düzgün bir sanat çıkacağını zannetmiyorum. Maalesef bizim kültür ortamımızı da bu jöntürk kafası yönlendiriyor. Bugün kültür sanat ortamı tek taraflı bir hayranlığın belli şemalara mahkûm kıldığı insanlar, sömürge aydınlar tarafından yönlendiriliyor. Biz Batı gibi resim yaparak dünyanın ilgisini çekemeyiz. Bizim doğumuzdaki sanatçılar dünya pazarlarına bizden daha önce girdiler. Niçin? Daha hakiki, daha özgün eserler ürettikleri için. Doğu sanatından yararlanan pek çok modern sanatçı var bugün. Neden yararlanıyorlar? Yalınlık ve derinlik bileşimini doğu kültüründe sezdikleri için, modern buldukları için kullanıyorlar. Onlar bir laboratuvarın parçası olarak doğuyu kullanıyorlar. Kendi mutfaklarında bir lezzet olarak görüyorlar. Ben içinde yetişen bir adam olarak kullanıyorum. Bu kültürün dünyaya hediye ettiği şeyleri yok sayarak mı ayakta duracağız? Böyle bir şey olamaz.
Esin kaynaklarınız neler?
Benim en büyük esin kaynağım bu sergiyle teşekkür ettiğim İstanbul kenti. Bu çok katmanlı, çok besleyici, çok fazla şeyi bir arada barındıran, yaşatan, geliştiren bir ortam. Bunun içinde bilinçle gezinirseniz çok büyük şeyler kazanabilirsiniz. Sadece yüzeysel bir genişlik değil bu, derinlemesine de bir kültür. Bunlar çok önemli bir sanatçıyı beslemede. Önce kentler. Sonra öbür sanatlar. Edebiyat ressamı besler, resim edebiyatçıyı besler. Müzik ikisini de besler. Bütün bunlar iç içe çağın sanatını oluşturan dinamikler. Hepsine ilgi duymanız gözlemeniz lazım. Benim edebiyatta favorilerim Edgar Allen Poe, Shakespeare... Bizden Sevim Burak, Yusuf Atılgan, Ece Ayhan, Lale Müldür, bunlar çok sevdiğim yazarlar, şairler. Sanatta aradığım en önemli şey şiir. Çünkü şiir sanatların üstündeki hale. Her sanata sızmalı. Sinemayı da resmi de sanat kılan o. Şiir bir edebi tür değil bir tutum. Sanatın ruhu aurası. Türk şairler içinde en büyükleri de Behçet Necatigil'dir. Doğu meselesini konuştuk ama bir ilave daha yapayım. Doğu hâlâ duyguları yok saymıyor. Batı sanatı duygulardan men edilmiş bir sanat peşinde. Mekanik. Saldırgan. Kriminal bir sanat yapılıyor. Şiirini, ruhunu kaybetmiş bir sanat. Modernlik bu değil.
Faizler daha yüksek olsaydı Doğançay o fiyata satamayabilirdi!
-Burhan Doğançay'ın Mavi Senfoni'si yüksek bir rakama satıldı. Tablonun değeri ile ilgili çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bütün dünyada resim piyasası spekülatif bir ortam. Türlü cambazlıkları var. Müzayede firmaları belli resimlerin stoklarını yapıyorlar. Yazar, çizer, eleştirmen kurmaylarını devreye sokup o adam üzerinde bir beyin yıkama süreci başlatılıyor. Ondan sonra da resimleri ortaya çıkarılıyor. Onların içinde suni alıcılar oluyor. Ben bunları hiç dikkate almıyorum. Burhan Doğançay gibi yaşı sekseni aşmış bir adam. Dünya piyasasında 20-25 yaşındaki gençler 5-6 milyon dolara resim satabiliyorsa bizimkiler niye satmasın? Televizyonlarda konstrimasyon yapan bir sürü kadının kazandığı milyarlarla niye ilgilenilmiyor da ressamın kazandığı parayla ilgileniliyor. Burhan Bey'inki çok daha hak edilmiş bir şey. Toplumun bu meseleye bakışı sakat. Bizim doğumuzdaki Mısırlı sanatçılar Dubai'deki müzayedelerde 4 milyon dolara resim satıyorlar.
Niye bu kadar konuşuldu?
Biraz da kıskançlık var. Sanat ortamı kendi bindiği dalı kesen bir ortam. Bunun arkasında bin türlü entrika arıyorlar. Olabilir. Niye o yaşta bir adamın hak edeceğini düşünmüyoruz? Bir de Türkiye, resmin borsa değerini keşfetti. Yani bu rakamlar bir kültürel patlamanın sonucu değil. Faizler daha yüksek olsaydı Doğançay o fiyata satamayabilirdi. Ama resmin bu fiyatları bulması sevindirici. Nasıl başlarsa başlasın önemli olan sonuç.
Bizde zenginlerin resme ilgisini nasıl görüyorsunuz?
Bir çantaya 15 bin dolar veriyor zenginlerimiz. Kadınlar ikinci kez giymeyeceği bir kıyafeti on resim fiyatına satın alabiliyor. Artık övünülecek takıların nitelik değiştirmesi lazım. Bir zengin çantayla değil de sanat eseriyle övünmeye başladığı zaman toplum bir yere gelmiş demektir.
Son soru olarak geçmişe dönüp baktığınızda kapıldığınız duygu ne oluyor?
Kırk yıla baktığımda kendimi hâlâ genç hissediyorum. Sanki o kırk yıl yaşanmamış, sanki yeni başlamış gibi heyecanlıyım. Hâlâ aklımda bir sürü proje var. Onları yapabilecek miyim endişesini duyuyorum. Sanat insanı canlı tutan bir şey. Çok acılar da çekiliyor. Sancılı bir süreç. Ben bu anlamda belli eşiklerin aşılmasında katkısı olan insanlardan biri olduğum için mutluyum. Acı tebessüm, diyebiliriz.