Cengiz Çandar
(Radikal, 22 Mayıs 2012)
Uludere'den İsrail'e dönen viraj...
WSJ’nin yeniden gündeme soktuğu Uludere tartışması, başta Başbakan, iktidar çevresinin ustaca bir manevrasıyla boyut değiştirmeye başlamış görünüyor. Türkiye, dünyada muhalefetin değil, iktidarın gündem belirlediği bir ülke olmak bakımından ‘istisnai’ bir örnek.
Uludere tartışmasının da boyut değiştirmeye başlaması, Türkiye’de iktidarı denetleme yeteneğine sahip muhalefet boşluğunu bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya çıkarttı. Neyse, konumuz bu değil.
WSJ’nin haberi Predator haberi patladığının ertesi günü Washington’daydım. Genelkurmay’ın yalanlamasını Washington’da okudum ve okuduktan sonra bir önceki bu köşede yayımlanan yazımı yazdım. Başbakan’ın WSJ haberini ‘Amerikan yönetimine yönelik yıpratma’ olarak nitelenen açıklamasını yazıyı yazıp gönderdikten kısa bir süre sonra öğrendim. Malum, saat farkı.
Başbakan’ın açıklamasına çok anlam verememişsem de boş yere konuşmayacağını gayet iyi bildiğim için, içimden “Acaba niçin böyle bir açıklama gereği duydu? Konu, bundan sonra ne yönde gelişecek” soruları geçti.
Bu arada WSJ cuma günkü sayısında ‘Turkey Aims to Damp-Drone Report Furor’ (Türkiye İHA Haberi Tepkisini Aşağı Çekmeyi Amaçlıyor) başlıklı bir haber yazısı daha yayımladı. Önceki habere imza koymuş olanlar, bu haberin altına da isimlerini koymuşlardı. Bu ikinci haberde, ilk haberi kaleme alanlar, Amerikan Savunma Bakanlığı kaynaklarından haberlerini bir kez daha doğrulattıklarını yazıyor ve ilk haberlerinin arkasında durduklarını belirtiyorlardı.
Söz konusu ikinci haber yazısında, Genelkurmay açıklamasından da söz ediliyor ve yalanlama açıklamasının ABD’nin rolünden hiç söz etmediği not ediliyordu. Zaten Genelkurmay yalanlaması, tuhaf bir şekilde olayın sorumluluğundan söz etmeden, istihbaratın Amerikan Predator’u değil Türk Heron’undan elde edildiğini vurgulamak üzerine odaklanmıştı.
Konuyu başka bir boyuta taşıyan WSJ haberinin kastının Amerikan yönetimini (Obama diye tercüme edebilirsiniz) zora sokmak olduğunu söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan oldu.
Başbakan’ın asıl üzerinde durulması gereken konuşması hafta sonunda TOBB’da geldi. Tayyip Erdoğan, alışılmışın ötesindeki bir sertlikle Kandil’e gönderme yaptığı ve BDP’yi hedef alan konuşmasında, PKK’dan ‘taşeronluk ofisi’ olarak söz ederek “Bu taşeronluk ofisinde ne yazık ki kanlı alışveriş yapılıyor. Oraya sadece belli kişiler, belli gruplar da değil, altını çizerek söylüyorum, Türkiye’ye karşı hasmane tutumu olan belli ülkeler, belli odaklar da gidiyor” dedi.
Kandil’in konumuna bakıldığında, PKK’nın İran ile iç içe olduğu hükmüne kolayca varılabilir. PKK’nın yayın organları izlendiğinde, Suriye’yi kollayan bir üslup da dikkat çekiyor. Dolayısıyla Suriye’deki son gelişmelere ilişkin uluslararası-bölgesel mevzilenmelere dikkat edildiğinde, PKK’nın genel olarak İran-Suriye ekseni üzerine yerleştiği de (kendisi ısrarla reddetse bile) söylenebilir. PKK’nın şartlar değiştiği takdirde bu ekseni kolaylıkla terk edebileceği bir sır olmasa da şu andaki fotoğraf böyle bir görüntü veriyor.
Bütün bunlardan, Tayyip Erdoğan’ın ‘taşeronluk ofisi ile alışveriş yapan belli ülkeler’den kastının İran ya da Suriye olduğu sonucunu çıkartmalı mıyız?
İktidara çok yakın gazeteler ve köşe yazarlarının dün yazdıklarına bakılırsa İsrail adının öne çıktığı ve telaffuz edildiğini görebiliyoruz. Bunların arasında ‘PKK-İsrail işbirliği’ vurgusunu yapanlar da vardı. Başbakan’ın sözünü ettiği ‘belli ülkeler’e İsrail’i, ‘belli odaklar’a İsrail’e yakın bazı Amerikan çevrelerini de yerleştirmek mantık dışı sayılmaz.
WSJ’nin Predator haberinin Türkiye’de iktidar çevrelerindeki algılama biçimi de böylece anlaşılabilir. Tayyip Erdoğan, Obama ile son görüşmesinde Türkiye’nin Predator satın alma talebini iletmişti. Bunun gerçekleşmesi Kongre’nin onayına bağlı. Kongre ise Amerikan sisteminde İsrail nüfuzunun en güçlü hissedildiği yerlerden biri. WSJ de genelde Obama yönetimine muhalif, etkili ve saygın ama sağ-muhafazakâr çevrelerin yayın organı olarak bilinir.
Başbakan’ın ilk WSJ haberine verdiği tepkiyi, önceki gün TOBB konuşmasındaki vurgularını ve kendisine çok yakın kalemlerin yorumlarını bu çerçevede okumak ve anlamak isabetli olur.
Tabii, bu arada kaynayıp gitmekte olan, Uludere-Roboski katliamının sorumluluğunun kime ait olduğu ve sorumlulara ilişkin yaptırımın ne olacağı. Neredeyse yarım yıl oldu bu feci katliam, hâlâ soruşturma safhasında ve hayatını kaybedenlerin yakınları bir türlü soruşturmaya müdahil olamıyorlar.
Türkiye, giderek, bir ‘gecikmiş adalet cenneti’ ya da ‘adaletin asla gerçekleşmeme cenneti’ olma yolunda emin adımlarla yürüyor.
Böyle bir durum, ülkenin tüm muhalefet boşluğuna rağmen, iktidarın boynuna geçmiş bir ilmek olarak duracaktır. WSJ’nin yol açtığı Predator’lar üzerinden harekete geçen tartışma, bambaşka boyutlara taşınsa bile, Uludere-Roboski dönüp dolaşıp, “Ne oldu? Sorumlular kim? Sorumlulara ne yapıldı” sorularını yine gündeme taşıyacaktır.