Ali Poyrazoğlu tiyatrosunda sergilemek üzere Türk tiyatrosu ile ilgili yapılmış ünlü ressamların tablolarını topluyor.
1972 yılında kurduğu tiyatrosunu, o günden beri bütün siyasi çalkantılara ve ekonomik krizlere rağmen ayakta tutmayı başaran Türk tiyatrosunun duayenlerinden Ali Poyrazoğlu, Yunanistan, Almanya, İsviçre ve İngiltere’de oyunlar sergiledi. New York Broadway’de sahnelen “Pera Palas” adlı oyunda İngilizce başrol oynadı. İşadamı kimliği ile tiyatrocu kimliğini ustaca birleştiren Poyrazoğlu’nun birçoğumuzun farkında olmadığı derin bir ekonomi bilgisi var. Tiyatrosunda sergilemek üzere Türk tiyatrosu ile ilgili yapılmış ünlü ressamların tablolarını toplayan Poyrazoğlu’nun bir de hatırı sayılır 18-19’uncu yüzyıl Osmanlı kukla koleksiyonu var. Vatan'ın yaptığı röportajda Ali Poyrazoğlu “Ben tablolarımı asla satmam çünkü onlara yıllardır gözüm gibi bakıyorum. Onlar yaşamımın bir parçası” diyor.
Türkiye’de çok az tiyatrocu, herhalde sizin gibi ekonomi konusunda derin bilgiye sahiptir. Bu konusunda kendinizi nasıl geliştirdiniz?
Ekonomi ile ilgilenmek durumundaydım. Çünkü ben tiyatro işletiyorum ve tiyatrom ayakta kalmak zorunda. Çok genç yaşımda kendi tiyatromu kurarak yönetici oldum. O günlerde bile yetenekli insanların, “ekonomi” dediğimiz, labirentleri olan ve sürekli kendini yenileyen bilimi ortaya çıkardıklarını keşfetmiştim. Bir insanın mesleği ne olursa olsun, ekonomiyle ilgilendiği takdirde ilerleyebileceğini anladım.
Hem tiyatro yöneticiliği, hem de oyunculuk yapmak zor iş mi?
Tiyatro yöneticiliği bence dünyanın en zor işi. Benim bir sanatçı yanım var, bir de ticari... Anne tarafım doktor, baba tarafım eczacıydı. Bir ilaç laboratuvarlarımız vardı. Babam öldüğü zaman, ben de ister istemez kendimi bu işlerin içerisinde buldum. Çocukken itfaiyeci olmak istiyordum. Ama ailem benim için eczacılığın uygun olacağını söyledi. Bir yandan kuklalarım ve kitaplarımla ilgileniyordum ama diğer taraftan da ailemi idare ediyordum. Dünyanın en zor ticaretlerden birisi olan “tiyatro yöneticiliği” işinin metotlarını da o zamanlar kavradım. 35 yıldır da başarılı bir tiyatro yöneticisiyim.
Seyircimi kumbaraya para atar gibi tek tek biriktirdim
Neler yaşadınız bu süreçte?
Gemisini bütün fırtınalara rağmen, ekonomik krizlerde, anarşik olaylarda, terör döneminde, ekonominin çöktüğü zamanlarda batırmadan sürekli sakin sularda dolaştırmak hiç kolay değil. “Televizyonda para var, tiyatroyu kapa oraya git” diyenleri dinlemedim. Tiyatrom, 35 yıldır bir gün bile kapalı kalmadı. Yaz kış hep oynadı. Halbuki, bu süreçte Türkiye kimbilir kaç kriz atlattı.
Başarınızın sırrı nedir?
Esas sırrım, işini yaparken eğlenmek. Ben tiyatroda çok eğleniyorum, çok da mutlu oluyorum. Sinemada da, televizyonda da çok mutluyum. Spor yapıyorum, performansım iyi, işimi seviyorum. Konferans verirken de, üniversitede ders verirken de çok mutluyum. İşimi çok eğlenerek yaptığım için bana hiç “iş gibi” gelmiyor. Ayrıca krizde benim gibi tiyatroların özel tedbirler almasına gerek kalmadı. Çünkü işini iyi yapan, seyircisi ile sağlam diyaloğu olan tiyatroların işi etkilenmedi. Ben de seyircimi kumbaraya para atar gibi tek tek biriktirdim.
Bu oyunu görmeden evlenmeyin
“İyi Günde Kötü Günde” adlı oyunumuzda dekorunun üstünde, “Bu bir dekor değildir” yazıyor. Ben de oyun esnasında diyorum ki “Bu bir oyun değildir”. Çok gülüyorlar, kıskanıyorum seyirciyi bu oyunda. Dördüncü kez Nilgün Belgün ile beraber oynuyoruz. Ben bir cerrah doktoru oynuyorum, Nilgün de kadın mimarı. Büyük bir aşk hikayesi. Birbirlerinden boşanıp etrafa açıklayamayan, boşandığı kadını dost tutan ve onunla yaşamını sürdüren bir adamın öyküsü. İkili birbirlerinden kopamıyor çünkü aşk bitmiyor. Boşandıklarını da utandıkları için herkesten saklıyorlar. Oyun aslında 15 kişilik. Bütün karakterleri biz Nilgün’le ikimiz oynuyoruz. Zaman zaman iki kişilik “stand up” yaptığımız bir oyun. Sürpriz bir finali var. Bu oyunda, aşkın da, evliliğin de, boşanmanın da perde arkasını keşfetmeye çalışıyoruz. İster evli olun, ister bekar, bu oyunu görmeden hayatınızla ilgili karar vermeyin.
Bütün parayı cebimden harcayıp Şişli’de sıfırdan bir tiyatro yaptım
Peki siz nasıl değerlendiriyorsunuz yatırımlarınızı?
Bende yatırım yok, yatak var, yatarım ona, o kadar... Tabii ki işin şakası, ama ben bütün paramı tiyatroya harcıyorum. Çok paralar harcadım. Şişli’de eski Gazanfer Özcan Tiyatrosu, eskiden Şişli Belediyesi’ne aitti. Mustafa Sarıgül’e müracaat ettim. Kendisi çok destek verdi ve orayı Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu yaptık. İçini tamamen yıktım. Bütün parayı cebimden harcayarak orada sıfırdan bir tiyatro yaptım. Koltuğundan halısına, spotundan soyunma odasına, büfesinden fuayesine kadar yepyeni bir tiyatro. Bir de tabii ki muhteşem tablolar alıyorum.
Hangi tabloları?
Türk tiyatrosu ile ilgili yapılmış bütün tabloları topluyorum. Ressam Muazzez’in hiçbir yerde bulamayacağınız “Ortaoyunu” tablolarını topladım. Şevket Rado’nun koleksiyonu satıldı, oradan Münif Fehim’in tiyatro ile ilgili yapılmış çok eski tablolarını satın aldım. “Kel Hasan Efendi Şehzadebaşı’nda sahnede teneke çalarken”, “Güllü Agop”, “Şahmeran Hanım’ın kanto söylediği” tabloları aldım. Ayrıca, Savaş Dinçel’in, Aydın Arkun’un yaptığı tiyatro tablolarını, Turhan Selçuk ve Bedri Koraman’ın yaptıklarını topladım. Şimdi de resimleri yeni tiyatronun fuayesine asıyorum. Tiyatronun fuayesi özel bir müze gibi olacak. Ayrıca, büyük bir kukla koleksiyonum da var. 18-19’uncu yüzyıl Osmanlı kuklalarını topladım. Ben tablolarımı asla satmam çünkü onlara yıllardır gözüm gibi bakıyorum. Onlar yaşamım bir parçası. Tablolarımın hepsini Resim-Heykel Müzesi’ne, kuklalarımı da Rahmi Koç Müzesi’ne vereceğim.
İnsanlar gettodan çıkıp kentli yaşama geçmeli
Kriz dönemlerinde seyirci daha fazla mı tiyatroya gidiyor?
Krizde insanlar dışarı çıkmak istiyor. Çünkü tiyatro canlı bir sanat. Sinemadan daha heyecan verici. İnsanlar televizyonda aynı dizileri izlemekten bunaldı. Yaşamlarında bir fark olsun istiyorlar. Dışarı çıkıyorlar. Kentli yaşam, dışarıda yaşamayı önerir. Türk ekonomisinin en büyük sorunlarından biri, insanların eve kapatılması. Talebi olan kitleler yaratırsak, piyasaya arz edilenler tüketilebilir. İnsanlar eğer gettolardan kentli yaşama çıkarılabilirse, en kenarda kalmış semtlerdeki insanlar bile tiyatrolara, sinemalara, konferanslara ve resim galerilerine götürülebilirse, yaşam değişecek. Sanat uygar ve kentli bir yaşam önerisiyse, ekonomideki tıkanıklık da belki bir parça ferahlayabilir.
Cimriyim çünkü çok zor para kazanıyorum
Kukla merakınız nereden geliyor?
Kukla, çok önemli bir anlatım aracı. Çocukluğumda ilk tiyatromu, 5 yaşındayken evdeki yemek masasının altında kuklalarla kurmuştum. Sonra da kuklalı oyunlar yapmaya başladım. Mesela, Yunanistan’da oynadığım oyun onlardan bir tanesidir. “Ali Harikalar Diyarı”nda, “Hoşçakal İstanbul”, “Şaka Şaka”, “Ben Eskiden Küçüktüm” oyunlarında hep kuklalara yer verdim. Dışarıdan da topladım, arkadaşlarım da bana kukla hediye etti.
Kendinizi “cimri” olarak gördüğünüz doğru mu?
Çok cimriyimdir, doğru. Cimriyim çünkü ben çok zor para kazanıyorum. Bizde öyle yağma ve vurgun işleri olmaz. Gıdım gıdım kazanıyorum parayı. Biz çok zor para kazanılan bir mesleği yapıyoruz. Ben dünyaya geldiğimden beri bir yere geçememiş, sınıfta kalmış bir ülkeyiz. Hollywood yıldızları, Fransız ve İtalyan yıldızları gibi para kazanmıyoruz. Zor kazanılan parayı da çok dikkatli harcamanız gerekir. Benim tanıdığım, parasını çok düşünerek harcayan insanlar vardır. Onların pintiliğinin ve cimriliğinin çok “soylu” bir cimrilik olduğunu düşünüyorum. Çünkü mesleğinde başarılıysan, parayı çok kolay kazanabilirsin. Ama parayı harcamak çok zor iştir. Yürek ister, bilgi ister, zevk ister, özen ister, inanç ve bağlılık ister. Ben de parayı zor harcarım. Çünkü harcadığım para, “tiyatroma gelen” ya da “TV dizimi izleyen” halkın bana ödediği para. Bu paranın karşılığında benim yaşamım için harcadığımın kısmının dışında kalanların izleyiciye geri dönmesi gerekir.
Issız Adam Cemal Hünal benim keşfim
Genç oyunculardan kimleri beğeniyorsunuz?
Kendi tiyatromdan Eser Ali, çok yetenekli bir çocuk. Defne Hamlan muhteşem bir oyuncu. Demet Evgar’ı sahnede çok beğeniyorum. Yıldıray Şahinler’i çok severim. Bunun dışında, İsmail Hacıoğlu’nu izlerken çok beğeniyorum. Mesela, “Issız Adam” Cemal Hünal, benim keşfimdir. Cemal, benim arkadaşım. İlk defa ben onu “Gel ben seni oyuncu yapacağım” diye aldım. Ve bizim “Aile Bağları” dizisinde altı bölüm oynadı. Oyunculuğa böyle başladı. Cemal zeki, çok okuyan, yaşamı farklı bir gözle anlamasını bilen bir zekaya sahip. Dışarıda da bir parça okumuştu ve bu işe bulaşmıştı. Sonra da Çağan Irmak aldı. Çok da iyi bir oyuncu çıktı. Bu “keşfettim”, “baktım” meseleleri yanlış anlaşılmasın. Benim elimden çok yetenek geçti, hâlâ da geçiyor. Ümit Kantarcıoğlu, Zeynep Dinsel, Suat Ünaldı adlı öğrencilerimin önü açık. Daha önce emek verdiğim insanların arasında Peker Açıkalın, Levent Kazak, Levent Türker, Pelin Su, Cem Özer, Korhan Abay da var. Bunları “Ben yaptım” anlamında söylemiyorum. Ben sadece onların içindeki yeteneği ortaya çıkarıp parlatmalarına yardımcı oldum.
Türk halkı sağolsun bana birçok taç taktı
“Yetenek parlatıcısı” gibisiniz yani...
Evet, ondan sonrası da insanın kendisine kalır. Herkes kendi mesleğinde fark yaratarak yükselebilir. Sen mesleğe taç giydirirsen, meslek de sana taç giydirir.
Siz de bu anlamda taç giydiğinizi düşünüyor musunuz?
Bana Türk halkı sağolsun, birçok taç taktı, bu bana yeter. Ama ben devlet sanatçısıyım, herkes bayıla bayıla söyler ya, kartlar bastırır. Ben hiç öyle bir unvan kullanmıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, beni Türk kültür sanatı ve tiyatrosuna yaptığım hizmetlerden dolayı “devlet sanatçısı” ödülü ile onurlandırdı.
Kültür merkezlerini nikah salonuna dönüştürüyorlar
“Tiyatro çok ucuzladı, 1 TL’ye tiyatro bileti olur mu” deniyor...
Adamın ödeyecek parası yoksa neden olmasın? Dediler ki, “Tuvalete bile gittiğimizde orada 1 TL veriyoruz”. Hatta insanlar 2 bilet almaya başladı. Çünkü vestiyer daha pahalıymış, yanındaki koltuğu da 1 TL’ye alıp montunu oraya koyuyorsun. Bunu yaptığın zaman, haksız rekabettir. Bu şehirde tutunmaya çalışan 20-25 özel tiyatro büyük bir özveri ile ayakta durmaya çalışıyor. Her şey özel tiyatrolar tarafından yapılıyor. Anadolu’daki bütün turneleri biz yapıyoruz. Ama hakkımız yeniyor. Çünkü doğru dürüst ödenek verilmiyor. Her sene üç kuruş para için “devlet yardımı” geyikleri yapılıyor. Ama diğer yandan, tiyatroya gidemeyecek genç kesimin, öğrencilerin, ya da cüzdanı müsait olmayanların faydalanabileceği uygulamaları belediyelerin ve devletin desteklemesi olumludur.
İyi örnekler de var mı?
Tabii ki... Başta Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, binalar yaptı. Yetmedi Süreyya Operası’nı yaptı ve tekrar Devlet Opera ve Balesi’ne verdi. Küçükçekmece Belediyesi’nden Aziz Yeniay, orada 3 tane kültür merkezi yapmış ki inanılmaz. “Cennet Kültür Merkezi”, Avrupa’daki kültür merkezleri gibi. Oraya gittiğimizde insanlar etrafımızı sarıp “Sizin oynadığınız yer Şişli, Kadıköy, Bakırköy, Küçükçekmece’ye çok uzak, sayenizde tiyatro izliyoruz” diye teşekkür ediyorlar. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, “Ali Poyrazoğlu” tiyatrosunu bize tahsis etti, biz de binasını yaptık. İyiler var tabii ki, ama kötü örnekler de var.
Mesela?
Kültür merkezlerini işgal edip kimseye kullandırtmayan, nikah salonuna dönüştüren, ya da kendi parti teşkilatları için toplantı salonu haline getirip işgal eden belediye başkanları da var.