Kültür-Sanat

Tuğçe Tatari: Bu kitabı özellikle ağır milliyetçi gençlerin okumasını isterim

Tatari'nin 'Anneanne, ben aslında Diyarbakır'da değildim' kitabı raflarda

21 Şubat 2015 15:34

Gazeteci Tuğçe Tatari'nin Diyarbakır, Kandil, Mahmur hattında yazdığı kitabı, "Anneanne, ben aslında Diyarbakır'da değildim" adıyla Doğan Kitap yayınları arasında çıktı. 

Kitabı için  "Türkiye’de genç bir ağır milliyetçi kesim var. Neden milliyetçi olduklarını biliyorlar mı, emin de değilim. Özellikle onların okumasını çok isterim" diyen Tatari, yola koyulurken, "BDP milletvekillerinin başlarına gelecek problemleri göze alarak gerillayla yaşadığı kucaklaşmayı tetikleyen duyguyu merak ettiğini" anlatıyor.

Tuğçe Tatari ile konuşan Hürriyet'ten Zeynep Miraç'ın sunuş yazısı ve söyleşisi şöyle:

 “Bir kitap okudum, hayatım değişti” cümlesini Orhan Pamuk soktu hayatımıza. Tuğçe Tatari ise şöyle diyor: “Bir kitap yazdım, hayatım değişti”. BDP vekilleriyle PKK’lıların sarılma anı üzerine yazdığı yazı onu Diyarbakır’a, Kandil’e, Mahmur’a taşıdı. Okudu, sordu, sorguladı. Uzun yollara çıktı. ‘Anneanne Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim’, bu yolculuğun kitabı...

Kitabın içeriğinde bugüne kadar Kürt mücadelesini takip etmiş olanları şaşırtacakbir bilgi pek yok. Yeni başlayanlar içinse çok. Bu kitap kime?

Bu kitap Kürt meselesini okumuş, araştırmış, görüşünü bilgilerle şekillendirmiş olanlara değil. Daha çok bilgiye ulaşamamış olanlara yazıldı. Daha doğrusu bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak zorunda kalanlara. Ortada 40 yılı aşkın süredir devam eden bir savaş var. Düşüncelerini; bu savaşın nedenlerini,  nasıllarını tek taraflı yayın yapan medya organlarından okuyup dinlediği bilgiler kadarıyla şekillendirmek zorunda kalanlara yazıldı bu kitap. Ya dağdakiler? Onlar ne diyor? Ne için mücadele ediyor ve kendilerini nasıl ifade ediyorlar. Özel olarak bu konuya ilgi duymayan, Kürt medyasını yakından takip etmeyen, çıkan kitapları okuma şansları olmayanların bu bilgilere ulaşması zor. Açıkçası bu kitap aslında benim bundan dört sene önceki bilgisiz halime yazıldı.

Senin o dört yıl önceki halinde Kürt dayanışmasına karşı bir direniş de var. Direnenleri bu kitabı okumaya nasıl ikna edeceksin?

İkna etmek pek iddialı olduğum bir konu değildir. Üzerine çalıştığım bir alan da değil. Ben sadece içine yalan, riya, çıkar katmadan tüm samimiyetimle bilgiyi paylaşabilirim. O bilgiyi almaya direnene yapabilecek bir şeyim yok. Büyük bir direnç beklemiyorum. Sonuçta Kürt meselesi tüm gerçekliğiyle ortada durmaya devam ediyor ve insanlar artık sorguluyor. Eskisi gibi her söyleneni kabul eden bir toplum değiliz. Pardon, biraz fazla iyimser oldum; daha doğrusu toplumun bir kısmı artık uyandı, söylenen her sözü doğru kabul etmiyor demem daha doğru olacak.

Özellikle kimler okusun?

Türkiye’de genç bir ağır milliyetçi kesim var. Neden milliyetçi olduklarını biliyorlar mı, emin de değilim. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin değerlerine ve inançlarına karşı gelmek ya da onları yoldan çevirmek gibi bir niyetim yok. Ama özellikle onların okumasını çok isterim. Çok kızdıkları bir oluşuma, en azından bilgi sahibi olarak sinirlenme hakları olur bundan sonra. 

 

Kitapta benim fikirlerim yok 

 

Birçok insanın zihninde uyanacak soruyu baştan sorayım da sonra cevaplamaktan kurtul. Böyle bir kitap yazmak sana mı kaldı?

Öyle bakacak olursak hiçbir konuyla ilgilenmek ve üzerinde durmak kimseye kalmaz. Bu ülkedeki temel sorunlarından biri Kürt meselesi ama tek nefeste sayabileceğimiz onlarca sorun daha var. O halde hiçbiriyle ilgilenmemek gerekir. Üstelik ben bir misyon filan üstlenerek yazmadım bu kitabı. Kendi fikirlerimi önemsemek ve herkes benim fikirlerimi okusun gibi bir kendini bilmezliğe de düşmüş değilim. Bu tamamen benim yolculuğumun kitaba dökülmüş hali. Kitapta benim fikirlerim yok. Karşılaştığım insanların, konuştuğum kişilerin anlatımları var. Okur, bu karşılaşmalar sırasında benim yaşadığım değişime tanıklık edecek.

Yolunun başlangıcında Şemdinli’de BDP milletvekillerinin PKK gerillalarıyla kucaklaşması var. Bu fotoğrafa tepki duyuyor ve bir yazı yazıyorsun. Sonra o yazı sığmıyor içine ve o fotoğrafın hikâyesini aramaya çıkıyorsun. Kendi gücünle Kandil, Mahmur, yolculuklar, söyleşiler... Sadece o yazının sende bıraktığı acı tat mıydı seni yola çıkaran?

Ben orada bir vekilin, içinde siyaset yaptığı ülkede başına gelecek her türlü problemi -ki burası Türkiye, ödenmesi gereken bedeller hep çok ağır olmuştur-  göze alarak gerillayla yaşadığı kucaklaşmayı tetikleyen duyguyu merak ettim. “Bu hangi duygunun, nasıl bir bağın doğurduğu sonuçtur?” sorusunun peşinden gitmek istedim. İzlediğim siyasi davaların duruşmalarında yaşanan o örgütlü hal Nevroz’a, Nevroz’da gördüğüm ve daha önce hiç bilmediğim tipteki o dayanışmaysa bir sonraki adıma itti beni.

Birkaç yıl önce yazdığın yazılar şehir hayatı odaklıydı. Ancak Kürt mücadelesiyle ilgilenmeye başladıktan sonraki yazılara bakınca daha farklı konular görüyorum. Bu yolculuk senin mesleğine bakışını da değiştirdi mi?

Sadece mesleğime değil, hayata bakışımda da bir kırılma noktası oldu. İnsan yaşam çerçevesini genişlettikçe, kendi fanusundan çıkıp, çok farklı hayatlara misafir oldukça içinden bambaşka insanlar çıkıyor. Evet inkar edilemez bir gerçek: Bu kitap için gittiğim yerlerde benim yaşadığım hayattan çok farklı hayatlar yaşanıyor. İnandıkları dava uğruna hayatlarını verebilecekleri bir sistem her şeyden önce. Bu mücadeleye katılıp, hayatını vakfedenler de, sırf onlara sempati duydukları için yaşadıkları ülkeden uzaklaştırılıp, tüm varlıkları ellerinden alınıp bir kampta yaşamaya mahkûm edilmiş insanlar da onların yaşam alanları da daha önce görüp deneyimlediğim hiçbir şeye, hiçbir yere benzemiyordu.

 

Direnmek bilmediğimiz bir kavram 

 

Hayatında herhangi bir şeye bu kadar tutkuyla bağlandın mı?

Hayır. Bütün seyahatlerde sorguladığım temel konu da buydu aslında. Bir şeye tutkuyla bağlanmanın dışında; inandığım herhangi bir şey için, değiştirmek istediğim herhangi bir şey için böyle bir mücadele verebilir miyim? Bizlerin -hele ki hayatımız pahasına- böyle bir mücadele kültürümüz yok. Direnmek bilmediğimiz bir kavram. Hayatımızda gördüğümüz en büyük direniş Gezi Parkı düşünürsen. Ki kıyaslamak doğru olmasa da Güneydoğu’da yaşananların yakınından bile geçemez. Biz karşı olduğumuz bir sisteme direnmeyi bilmiyoruz. Hayatımızda hiç olmayan bir kültür bu.  Ayrıca biz bir lidere bu derece bağlı olmayı da bilmiyoruz.