Yaşam

Stres koçu mu, şamar oğlanı mı?

Buna da serbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez unsuru olan 'ticaret özgürlüğü' diyebilecek miyiz?

29 Ocak 2012 02:00
Çağlar Çabuk
Profesyonel Koç, Eğitmen

Geçen hafta sonu nerdeyse tüm yazılı ve görsel medyada yer alan bir haberdi: Bir girişimci,  kendisini “Stres Koçu” olarak tescil ettirmiş, bu deyimin kullanılmasını Türk Patent Enstitüsü koruması altında kendi tekeline almış. İnsanların stres atmak ihtiyacından hareketle, para karşılığında kendisine dayak atmalarına, üstüne boya, pasta gibi cisimler fırlatmalarına izin vererek rahatlamalarını sağlıyormuş. Önce gazetelerdeki haberleri, sonra da TV kanallarındaki röportajları izlerken bir yığın duygu ve düşünce kapladı içimi.

Önce etik olarak beni rahatsız eden ilk şeyin ne olduğunu sordum kendime. Yanıt hemen oracıkta hazır duruyordu: Ya aynı gerekçe ile, tabii daha fazla para karşılığında, boya yerine kezzap, jilet atılması da tarifeye girerse, elektrik verme, kendini çarmıha gerdirip izlettirme, vücudunun orasına burasına şiş, cop gibi cisimler sokma da kapsama alanına dahil edilirse, buna da serbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez unsuru olan “ticaret özgürlüğü” diyebilecek miyiz?

“Aman canım, amma da abarttın” demeyin sakın. “İşkence” kavramının sadece falaka, elektrik vermek, tırnak çekmek, filistin askısı gibi en uç yöntemlerle sınırlı olmadığı, “Canım iki tokat atmış işte, bu da işkence mi?” şeklinde savunmaların yargıda hiçbir hükmü olmadığını hatırlatalım.

Yine de ben işin bu boyutunu psikologlara ve hukukçulara bırakıp kendi alanımı ilgilendiren boyutu hakkında bir çift söz söylemek istiyorum.  Öncelikle, “serbest piyasa” ekonomisinin tümüyle egemen olduğu toplumlarda, bir “meta”ya talep varsa, onun arzı da doğal sayılır. Söz “ahlak”tan açıldığında kimseden geri kalmayarak fuhuş’a karşı çıkan erkeklerin, bu sektördeki talebin kimden geldiği sorusu sorulduğunda ıslık çalarak bulutları seyretmesi gibi. Evet, bu yeni buluş, nerdeyse tüm gazetelerin ön sayfalarında ve TV kanallarında kendisine haber ve röportaj olarak yer bulabiliyorsa, “talep” geniş olacaktır ve girişimci de kendini “haksız rekabet”ten koruyabilmek için patent hakkı almakta haklı görülmelidir.

Ama bu gerçekten yeni bir buluş mu? Korkarım pek değil. Zaten dilimize yerleşmiş bir deyim de var “Şamar Oğlanı” ve kökü çok eskilere dayanıyor. Sözlüklere baktığınızda karşınıza şunlar çıkıyor:

Şamar oğlanı: Orta çağda Fransa'da prenslerin yerine dayak yiyen çocuklar. Bunlar prenslerle birlikte derslere girer, öğretmen prenslere kızdığında onları tokatlayarak sinirini çıkarırmış. Şamar oğlanları kör ve kimsesiz çocuklardan seçilirmiş. Osmanlı döneminde medreselerde dayak esaslı ders veren öğretmenler padişahların çocuklarına ders vermeye gittiklerinde şehzadelere sinirlenince vurdukları ve hınçlarını aldıkları diğer çocuğa verilen ad. (Bkz. http://www.uludagsozluk.com/k/şamar-oğlanı/)

Evet, patenti çoktan alınmış bir meslek demek ki.

Ben bu patentteki bir sözcüğün haksız kullanımına itiraz etmek istiyorum:

KOÇ sözcüğü. Koç’luk hem Türkiye’de, hem dünyada oldukça genç bir meslek olduğu için ilgisi olan ve olmayan her şeyle karıştırılıyor ve meslek olarak ülkemizde henüz tanımlanmadığı için korumasız durumda bu karışıklık karşısında.

Bu durumu şöyle anlatmak daha kolay olabilir:

Bu girişimci kendisine “Stres Doktoru” veya “Stres Mühendisi” ünvanını yakıştırıp bu ünvanı tescil etmeye kalksa ne olurdu? Herhalde firma “Aman, ne yapıyorsun? Sonra seni sahte doktor diye hapse atarlar” demez miydi? Ya da en azından TMMO (Mimarlar ve Mühendisler Odası) bu ünvanın öyle gelişigüzel kullanılamayacağını hatırlatmaz mıydı? Koçluk mesleğinin şu andaki kaderi bu: “Anlaşılmamak”, hatta daha beteri, “Yanlış anlaşılmak”. Koçların oluşturduğu derneklerin biraraya gelmesiyle başlatılan ve Mesleki Yeterlik Kurumu ile birlikte sürdürülen “Meslek standartları” çalışması sonuçlanıncaya kadar bu karışıklık sürecek. Allah vere de Kurban Bayramında başka koçlarla karıştırılmasak!


Koçluk nedir, ne değildir?

Koçluk, danışmanlık değildir, rehberlik değildir, mentorluk, sağdıçlık da değildir.

Mesleğini doğru kavramış bir koç, hizmet verdiği kişileri eleştirmez, onlara akıl öğretmez, gitmesi gereken yolu göstermez.


Ee, nedir peki, ne yapar?

Ona, yolunu veya çözümlerini kendisinin bulması için destek verir.  İçinde bulunduğu duygusal durumlar nedeniyle bulamadığı çıkış yolunu aramasına yardımcı olur.  Kişiye kendisini dışarıdan görmesi için ayna tutan sorular sorarak, kendi gerçekleri içinde kendi yolunu bulmasını, bu yolu özgürce seçmesini sağlar.

Gördüğünüz gibi, “akıl vermek, yol göstermek, yönlendirmek”ten çok daha zor bir iş.  “Ben koç oldum” demekle olunmuyor. Ama şu anda meslek standartları ve yeterlilik süreçleri henüz belirlenmemiş olduğundan kendine bu unvanı yakıştıranlara engel olmak da mümkün değil. Her işte olduğu gibi, burada da en büyük hakem, “Zaman” söyleyecek son sözü. Koçlar, başarıları oranında kendilerini kabul ettirecek ve koyunlardan ayırt edilecekler, boynuzları sayesinde değil.


"Türkiye'nin ilk tescilli dayak yiyen adamı" haberini okumak için TIKLAYIN