Medya

"Sokakta AKP'liler 'Erdoğan yerine gerçekçi tezlerle ortaya çıkabilecek bir lider adayı var mı' diye soruyor"

Tahincioğlu: Umut ve umutsuzluk, inceliklerin varlığı ya da yokluğuyla belirleniyor

29 Ocak 2017 16:31

Milliyet yazarı Gökçer Tahincioğlu referanduma hazırlanan Türkiye'de sokaktaki vatandaşın genel olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan odaklı iki soru sorduğunu aktardı. Tahincioğlu, "Sokağa çıktığınızda anayasa paketindeki detaylardan çok dön dolaş iki soru tartışılıyor: Ak Partililer,  Erdoğan odaklı soruyor: 'Erdoğan’ın yerine konulabilecek, lider adayı, ana akıma hitap eden, gerçekçi tezlerle ortaya çıkabilecek bir isim var mı?' 'Hayır' tarafından çıkan temel soru da aslında siyasetin bu yetersizliği üzerinden.'Cumhurbaşkanı ve hükümetin kullanamadığı hangi yetki var?'" diye yazdı. 

Gökçer Tahincioğlu'nun Milliyet gazetesinin bugünkü (29 Ocak 2017) nüshasında yayımlanan 'Umut ve nezaket' başlıklı yazısı şöyle:

Referandum nisanda.

Sokağa çıktığınızda anayasa paketindeki detaylardan çok dön dolaş iki soru tartışılıyor:

Ak Partililer, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan odaklı soruyor:

“Erdoğan’ın yerine konulabilecek, lider adayı, ana akıma hitap eden, gerçekçi tezlerle ortaya çıkabilecek bir isim var mı?”

Sağda Erdoğan dışında liderlik seçeneği bulunmadığından ve siyasi istikrarın zorunluluğundan hareketle, taraftarlık ya da karşıtlık üzerinden düşünülüyor.

Ancak bu referandum bir liderlik yarışı değil.

“Hayır” tarafından çıkan temel soru da aslında siyasetin bu yetersizliği üzerinden.

“Cumhurbaşkanı ve hükümetin kullanamadığı hangi yetki var?”

Sorunun açılımı da var:

“Peki, Erdoğan sonrasında bu yetkileri bir başkası kullanırsa...”

***

Ama tercihleri her zaman bu bakış açıları da belirlemiyor.

Bazen de umut ve umutsuzluk, nezaket ve inceliklerin varlığı ya da yokluğuyla belirleniyor.

KHK ile mesleğinden ihraç edilen Doç. Dr. Sevilay Çelenk, öğrencilerine veda ederken şöyle diyordu geçtiğimiz günlerde:

“Umut, en politik duygudur.”

Hak odaklı bir rapora imza attığı için, halkın üzerine bomba yağdıranlarla eş tutularak kapatılan Gündem Çocuk Derneği’ni sayfalarına taşıyan hakiki Ankaralı Solfasol gazetesi de sonradan ihracı büyük pişmanlık yaratacak Sevilay Hoca’nın sözlerini almıştı kapağına.

Adalet, sloganlara mahkûm edildiğinde bütün bu tartışmalar da başlıyor.

Zira, hangi görüşten olursan ol, umut ve umutsuzluk, adalete dair incelikler ve nezaket, özenle örülmüş hukuki metinlerle kendini gösteriyor.

Bunlar olmadığında ise büyük bir soru işareti oluşuyor.

***

Daha düne kadar HDP’nin, “güvercin” kanadında gösterilen, bu nedenle kritik zamanlarda görüşüne başvurulan 74 yaşındaki Ahmet Türk, kaçma niyeti varmış, daha önce mukavemette bulunmuş gibi elleri kelepçeli, kollarından sıkı sıkıya tutmuş torunu yaşındaki jandarmaların arasında götürülüyor.

Yapılan tek açıklama, fotoğrafın zamanlamasıyla ilgili.

Polisin yanlış evi basarak, oğlunu gözaltına almaya çalıştıkları sırada kalp krizi geçiren 65 yaşındaki Hamide Yücel’in ölümüyle ilgili yapılan tek işlem yok misal.

“Seyahatler çekiyor içim” diye yazdıktan sonra gittiği Kadıköy’de hafriyat kamyonunun altında can veren henüz 22 yaşındaki mühendislik öğrencisi Özge Kandemir’in rant uğruna o kamyonlara ceza vermeyenler yüzünden öldüğünü söylediğinde gelen yanıt, “Hainsin” oluyor.

40 yaşında zekâ geriliği bulunan bir kadının köydeki 12 kişinin farklı zamanlarda cinsel saldırısına uğradığı, hamile kaldığı, doğan bebeğin korumaya alındığı, bütün köyün bunu bilip kadından, “Altın kız” diye bahsettiği dile getirildiğinde gelen en hafif tepki; “Allah bilir o ne yaptı?”

Cezaevinde çıkan yangında devletin koruması altındaki iki çocuk can veriyor, sorumlular hakkında ne yapıldığını, çocuk cezaevlerinin kapatılmasını gündeme taşımak “ihanet.”

Yazdığı kitap, “FETÖ aleyhinde kanıt” gösterilen Ahmet Şık başta olmak üzere, meslektaşlarının, “gazeteciliklerinden” kuşku duymadıkları isimler “FETÖ torbasına” konuluyor.

Cezaevindeki tek işi okumak ve yazmak olan insanlara dışarıdan kitap getirilemiyor, görüşler kısıtlı, açık görüş yok.

Doğrudan Başbakan’ın yaptığı, “Halka kurşun sıkan darbeciler ayrılıp, ona göre davalar açılamaz mı?” çağrısı bile yanıt bulmuyor, suçlar birbirine karıştırılıyor.

Karikatürist Musa Kart, çizmek için kalem-kâğıt çağrısında bulunmak zorunda kalıyor.

Kadınlara parkta, metroda atılan tekmeleri tartışırken, halk otobüsüne kadına tekme atılan çıkartmalar yapıştırılıyor.

FETÖ ile mücadele yetkisi verilenler, kendi ya da birilerinin kabahatlerini örtmek için hayatında hiçbir yasa dışı oluşumun yanından geçmemiş insanları ihraç listelerine koyuyor.

Kız çocuklarının öldüğü Aladağ’daki yangınla ilgili tahliyeler için bir soluk aralığı olsun beklenmiyor.

Tam bu noktada yargının oturduğu hat, bütün tartışmaların odak noktası.

Hukukun işletilmesi, kötü de olsa yazılı kuralların yazıldığı gibi uygulanması, yani hukuk belirliyor toplumların demokrasi çıtasını, refah ve medeniyet düzeyini.

***

2007 öncesinde Yargıtay ve adliyelerde dolaştığınızda kimin hangi HSYK üyesine yakın olduğu, bu sayede nereye seçilebileceği kulislerini dinlerdiniz.

Düşük sesle, kimin hangi siyasi görüşe yakın olduğu da dillendirilirdi.

2007 sonrasında ise kimin FETÖ’ye yakın olup olmadığı bütün konuşmaların odağındaydı.

Tüm özel yetkili mahkemeler, tutuklama, dinleme vs. gibi kararlara imza atan hâkimler FETÖ mensuplarıyla doldurulmuştu.

Şimdi ise kimsenin birbirinden tam emin olamadığı, bu yüzden saçma ihbarların bile işleme konulduğu, asla işlem yapılamayacak suçlamaların bile soruşturma konusu olduğu bir yargı görüyoruz.

İnceliklerin kaybolması, hukukla başlayıp, yaşamın bütün damarlarına kadar bu yolla ilerliyor.