Çağrı Yoltar
22 Ekim 2013
Saat 12.30: KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye Cumhuriyeti ile Kürt siyasal hareketi arasında 10 aydır yürütülmekte olan müzakere sürecinin sonuna gelindiğini açıkladı.
Saat 12:48: PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen kardeşi Mehmet Öcalan, Abdullah Öcalan’ın “Eğer devlet heyeti gelmez ise, zannederim onlar açısından süreç bitmiştir ve dolayısı ile bizim açımızdan da biter" dediğini belirtti. (ANF)
30 Eylül 2013
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan demokratikleşme paketini açıkladı. Paket ‘Türkiye’deki Kürt Sorunu’na dair düzenlemeler de içeriyordu. Paketin sosyal medyadaki Kürt çevrelerindeki yansıması “Paketten kundir (kabak) çıktı” şeklinde oldu.
3 Ocak 2013
BDP’li Ayla Akat Ata ve Ahmet Türk İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu görüşme ile PKK lideri Abdullah Öcalan ve Türkiye Cumhuriyeti devleti yetkilileri arasındaki müzakere ya da barış süreci başlamış oldu.
18 Kasım 2012
BDP, Türkiye cezaevlerinde 12 Eylül 2012’den beri süresiz, dönüşümsüz açlık grevinde olan PKK, KCK ve PAJK’lı tutsaklar ile yaptığı görüşme sonrasında tutsakların 68. gününe dayanan açlık grevi eylemlerine Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine son verdiklerini açıkladı.
Ekim 2012
PKK davasından müebbet hapis cezasıyla hükümlü Hasan Kaçar, Rize Cezaevi’nde açlık grevinde. Uzun süredir muzdarip olduğu ankilozan spondolit hastalığından kaynaklı dayanılmaz kemik ağrıları ve sindirim sistemi rahatsızlıklarına, cezaevi arkadaşları ve ailesinin itirazlarına rağmen açlık grevinde. Ama ne direniş, ne hastalık, ne de cezaevi koşullarında hastalığının kendisine karşı bir işkence yöntemi olarak kullanılması yeni onun için.
Hasan 19 yaşında. Yıl 2003. Bir gece saat 3’te polis eve baskın yapıyor. Baskına sebep iddia Hasan’ın ses bombası attığı. Abluka altına alınan evde Hasan’ın kendinden küçük 3 kız, 1 erkek kardeşi var o gece. Özel harekât timleri ellerinde makinalı silahlarla girdikleri evi defter, kitap aralarından, giysilere, halı altlarına kadar didik didik arıyor; Hasan evde yok. Polisler eve – halk tabiriyle – karakol kuruyor: evden çıkış yok, gelen herkes de silah zoruyla evde tutuluyor. Küçük kardeşlere, akrabalara tehdidin bini bir para: ‘Neredeyse bulun onu! Yoksa hiç biriniz evden çıkamazsınız. Diğer kardeşlerinizi işlerinden ederiz, başınıza bela oluruz. Avukatları da sakın karıştırmayın. Onu bulacaksınız ve bize teslim edeceksiniz.’
Baskından birkaç gün sonra Hasan yakalanıyor. Götürüldüğü emniyet müdürlüğünde kendisine imzalatılan ifadede ses bombasının yanı sıra suç teşkil edecek başka eylemleri de üstlendiği yazıyor. O dönem Hasan’ın ailesi, kendi tabirleriyle, apolitik. Ne bu tür davalara bakabilecek iyi avukatlar biliyorlar, ne de hiç bitmeyen polis tehditleriyle nasıl baş edeceklerini. Mahkeme yıllar sürüyor. Ve Hasan’ın davası 2008 yılında hükme bağlanıyor: Hasan Kaçar’ın müebbet hapsine…
Hasan 2003 yılından beri cezaevinde. Muş, Bitlis ve Van cezaevlerinde tutuluyor önce. Van’dayken hastalıkları nüksetmeye başlıyor. Ciddi bağırsak sıkıntıları yaşıyor. Cezaevinde hastalıklarının tedavisi yapılamıyor. Dinmeyen ağrıları bedeninin takatini tüketiyor. Uyuyamıyor. Görüş yasağı sebebiyle ailesiyle iletişime geçemiyor. Cezaevi yönetimi ve gardiyanlardan baskı görüyor. Cezaevi koşullarının kabul edilemezliğini onlarca dilekçeyle yetkililere bildirmeye çalışıyor. Dilekçeler yanıtsız bırakılıyor. 6 Eylül 2007. Hasan baskıları protesto etmek amacıyla kendini bir battaniyeye sarıp yakıyor.
5 yıl sonra… İzlerini bedeninde bırakarak da olsa Hasan’ın yanık yaraları iyileşmiş,.. 2012 açlık grevi dönemi… Hasan 2. grupla beraber açlık grevine girmiş. 13 gündür yemek yememiş, ilaçlarını almamış, yüzü çökmüş, sararmış. Cezaevi arkadaşları ağır hastalığı yüzünden açlık grevine girmesinin etik olmadığı görüşünde, eylemi sonlandırmasını istiyor. Ailesi endişeli. Kardeşler, yengeler, yeğenler açlık grevi kararı almış. Evlerde yemek pişmiyor. 1. grup eylemcilerin açlık grevi 45. gününe girmiş. Taleplerin karşılanacağına, ölümler olmaksızın onurlu bir şekilde eylemin sonlandırılacağına ilişkin henüz bir işaret belirmemiş. Hasan öfkeli. Haklılığına inandığı mücadelenin sesinin hakkınca duyulması için sanki bir ölüm bekleniyor olmasına dayanamıyor. Hasan düşünüyor: Eğer bu haklı mücadelenin tanınması için beklenen şey bir ölümse, ben onlara bu ölümü verebilirim. Bedenindeki hastalıklara, ağrılara bir nebze derman olsun diye verilen ilaçları, inandığı Kürt mücadelesinin haklılığına, yeni ölümler olmazsa kulak tıkayanlara, ses vermeyenlere inat, ses versin diye alıyor.
Hasan’ın karaciğeri iflas ediyor. Hastaneye kaldırılıyor. Ailesi apar topar Rize’ye gidiyor. Bin bir zahmetle savcılıktan görüş izni alınıyor ve kız kardeşi Asiye 9 yıl sonra ilk defa Hasan ile yüz yüze görüşme imkânı buluyor. Asiye ile hastane odasına girecek olan asker, görüş öncesinde Asiye’ye içeride Kürtçe konuşamayacağını bildiriyor. Asiye itiraz ediyor. Kürtçe artık yasak değil ki! Hatta Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın dahi bu yönde beyanları var. Asiye’nin itirazları nafile, asker dinlemiyor bile. Asiye, ısrarlarının Hasan’la görüşmesini engelleyebileceği endişesiyle askere içeride Kürtçe konuşmayacağını söylüyor, ama bir ricası var: “Böyle bir yasağı kabul ederek içeri girdiğini askerin Hasan’a belli etmemeli.”
Askerle Asiye içeri giriyorlar. Hasan cam bir odada, tek başına. Her iki eli ve ayağı yatağa kelepçelenmiş, gövdeden birkaç yerden de çarşafla yatağa bağlanmış halde. Sadece bir elini hareket ettirebiliyor. Hasan ilk gördüğünde Asiye’yi tanımıyor. Asiye 3 dakikayla kısıtlı görüşme süresini mümkün olduğunca iyi geçirebilme tedirginliğiyle, Hasan’ın elini tutabiliyor ancak. Hasan çok kısık bir sesle hece hece konuşmaya başlıyor. Kürtçe konuşuyor ama. “Çawan î? Baş î?” Asiye de Kürtçe iyi olduğunu, Hasan’ın da iyi olmasını istediğini söyler söylemez omzunda askerin elini hissediyor. “Ben sana Kürtçe konuşma dememiş miydim? Lütfen Kürtçe konuşmayın!” Hasan sinirleniyor. Asiye’ye öfkeli gözleriyle çık işareti yapıyor. Asiye çaresiz odadan çıkıyor.
Hasan’ın durumu ciddiyetini koruyor. Trabzon’a sevk ediyorlar. Ailesi de peşinden gidiyor. Trabzon’da asker ve polisin çok yoğun güvenlik önlemleri aldığı bir hastane odası önünde bekleyişleri sürüyor. Her gelen polis ve asker aileyi ayrı ayrı sorguluyor: “Siz kimsiniz? Sizin de düşünceniz böyle mi?” “Uyarılarda” bulunmayı da ihmal etmiyor polisler; “Kendilerinin belirleyeceği yerler dışında dolaşmamalılarmış, yoksa halk onları linç edebilirmiş, kimsenin başını belaya sokmasınlarmış.” Asiye’nin Trabzon’daki sivil toplum kuruluşlarından tanıdıkları var. Ama korkuyor onlarla iletişime geçmeye. Onları da riske atmak istemiyor. Kalacak yerleri yok. Ailecek aynı gece Trabzon’dan ayrılıyorlar.
Trabzon’dan döndükten sonra Asiye, Hasan’dan habersiz ve onun tepkisini göze alarak Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazıyor. Hasan’ın sağlık durumunu ve cezaevi koşullarında kalmasının mümkün olmadığını anlatan yanıtsız bırakılmış bir mektup…
Ekim 2013
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan demokratikleşme paketini açıklayalı birkaç hafta, devlet yetkilileri ve PKK lideri Abdullah Öcalan arasındaki barış müzakereleri başlayalı 10 ay, müzakere sürecine yol verdiği sıklıkla ifade edilen açlık grevleri sonlandırılalı yaklaşık 11 ay olmuş.
Hasan Kaçar İstanbul’da Metris R tipi cezaevindeki hücresinde tekerlekli sandalyede. 40 kiloya düşmüş, ağrılardan katlanılmaz hale gelmiş bedeni benimsediği devrimci tavırdan taviz vermeyen direngenliğine engel değil hala. Bir yandan, kendi hastalık durumundan dolayı adının yoldaşlarıyla yürüttüğü mücadeleden bağımsızmışçasına, bireysel bir insanlık dramıymışçasına gündeme gelebileceği endişesi bedenindeki acıları geçirecek bir özgürleşme arayışına ağır basıyor. Öte yandan, ölümü beklemeye dahi takat bırakmayan ağrıları iniltilere dönüştüğünde aynı hücreyi paylaştığı, ayağını kaybetmiş, ağır hasta mahpus arkadaşına ve ailesine daha fazla rahatsızlık vermeme kaygısında.
Asiye, Hasan’ın kendisinin bireysel olarak gündeme getirilmemesi yönündeki tüm ısrarlarına rağmen Hasan’ın hastalığının cezaevi koşullarında bir işkenceye dönüştürüldüğü bilgisiyle Hasan’ın bir an önce serbest kalmasını sağlama yollarını bulma derdinde.
154’ü ağır olmak üzere 526 hasta tutsak ve 8000’i aşan siyasi tutuklu ve hükümlü Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerinde. Binlerce Kürt aile dondurucu soğuk, yakıcı sıcak, altından kalkamayacakları yol paraları, Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri tarafından gördükleri çeşit çeşit aşağılanmalara rağmen cezaevleri kapılarında. Cezaevlerinde yeni bir açlık grevi başlayacağı fısıltıları sokaklarda. Müzakere süreci bitiyor mu, tekrar çatışmalar başlayacak mı, 8 aydır gelmeyen gerilla ve asker cenazeleri tekrar yürekleri yakacak mı soruları gazetelerde. Yaklaşan yerel seçim, kim nerede aday olacak kaygıları siyasetçilerin gündeminde.
Hasta tutsakların serbest bırakılması için içlerinden birinin bedeninin hastalığa yenik düşerek ana akım vicdanları harekete geçirmesi mi gerekiyor sorusu nerede? Siyasi tutsakların özgürlüklerine kavuşması için bedenlerini ölüme yatırmaları mı gerekiyor sorusu nerede? 2012 açlık grevleri sonlandırılıp müzakere süreci başladığından bu yana gerilla ve asker cenazelerinin artık gelmiyor olmasını en büyük kazanım olarak değerlendirenlerden bir kesiminin Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerindeki bazıları ölüm sınırına gelmiş tutsakları neden görmezden geldiği sorusu nerede?
Barış ne demek, savaş ne demek, müzakere ne demek, özgürlük ne demek soruları vicdanlarda.
* Ağır savaş/mücadele