Diyarbakır’ın Merkez İlçesi DBP’li Sur Belediyesi ile “kardeş belediye protokolü” imzalayan CHP’li Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, Türkiye’de bir ilke imza atıp Seferihisar’da yerli üreticiyle yerli tohum üretiminde devrim yaptı. Son olarak Belediye Meclisi kararıyla Cemevlerini ibadethane olarak kabul eden Seferihisar’ın Belediye Başkanı Tunç Soyer’le, kentin sorunlarını ve geleceğe dair projelerini konuştuk:
- Seferihisar’da bir arada yaşama kültürünü hayata geçiren bir başkan olarak tanıyoruz sizi. Son olarak da Belediye Meclisi kararıyla cem evlerini ibadethane olarak kabul ettiniz. Farklı inançlara yaklaşım meselesiyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Doğanın kendisi farklılık üzerine kurulmuş. İçinde yaşadığımız kâinat, zenginliğini farklılığına borçlu. İnsanoğlu farklılığını törpüledikçe, budadıkça yoksullaşmış. Ne zaman ki o farklılıklar çiçek açmış, insanlık da zenginleşmiş.
- Seferihisar’da hangi halklar var?
Seçildiğimiz ilk sene olan 2009’da, nüfus müdürlüğüne gidip bir tespitte bulunduk. Seferihisar’ın nüfusu, nerelerden gelen insanlarla oluşmuş bunu tespit etmeye çalıştık. Aldığımız veriler bize,Seferihisar’da yaşayan altı büyük topluluk olduğunu gösterdi. Bunlar, Tokatlılar, Yozgatlılar, Ahıska Türkleri, Afyonlular, Kürtler ve Lazlar. Büyük nüfusun bu altı grupta toplandığını gördük. Bu altı grubun önderlerini davet edip söyle dedim: “Gelin kardeşim, siz Seferihisar’da yabancı olarak yaşıyor, kendi aranızda kermes yapıyor, kız alıp veriyor, birbirinize gidip geliyorsunuz. Siz, Seferihisarlısınız ama Seferihisarlılar sizin taşıdığınız zenginliklerden bihaber. Gelin bu zenginlikleri tanıtalım, Seferihisarlılar ne kadar zengin olduğunu görsün… Bir fuar yapalım. Altı günlük bir fuar olsun, altı stant olsun ve bu stantlarda kültürel zenginliklerinizi, lezzetlerinizi, hediyelik eşyalarınızı sergileyin. Ama her biriniz sırayla da o altı günlük fuarın bir akşamını üstlenin. Dolayısıyla biz bir gün Tokatlılara ev sahibi olalım, ertesi gün Afyonlulara, ertesi gün Kürtlere.”
Ve biz bunu beş senedir yapıyoruz. Beş yıldır ne kadar zengin olduğumuzu, halayın ne kadar farklı figürlerle yapıldığını, her birinin ne kadar lezzetli yemekleri olduğunu keşfettik. Dolayısıyla biz farklılıklarımızın bizi ayıran değil çoğaltan, zenginleştiren unsurlar olduğunu keşfettik. Yanında yaşayan komşusu Tokatlının aslında ne kadar güzel sarması olduğunu, öbür komşusu Laz’ın aslında ne kadar güzel hamsi yaptığını, öbürünün ne kadar güzel mırrası olduğunu, öbürünün ne kadar güzel halayları olduğunu gördü. Herkes birbirini keşfetti.
Yerli üretime sınırsız destek
- Yerli üretimin geliştirilmesi ve kooperatifleşmenin yaygınlaştırılmasına çok önem veriyorsunuz. Bu konuda neler yaptınız?
Öncelikle şunu söylemeliyim, Anadolu yüzlerce yıl boyunca kendi kendine yeten ekonomisi olan yedi ekonomiden biriymiş. Ne yazık ki uygulanan yanlış tarım politikaları yüzünden bu muazzam zenginlik yok olmuş. Ve bugün samanı, gübreyi, her şeyi ithal eden bir noktaya gelmişiz. Türkiye’deki tarım politikasının iki büyük belası var, birincisi; dışa bağımlılık ve dışa bağımlılık kaçınılmazdır diyen görüş, ikincisi; tarım yapılacaksa endüstriyel boyutta yapılmalıdır tarım küçük üreticin işi değildir diyen görüş. Bu iki temel yaklaşım Anadolu’nun canına okumuş mahvetmiş muazzam zenginliği heba etmiş. Biz neresinden tutabilirsek tutalım dedik ve bunun yolunun küçük üreticiyi yaşatmak olduğundan yola çıktık.
Üretici pazarları kuruldu
- Seferihisar’ın toprağı neye uygun?
Anadolu’da bereketli hilal denilen bir hat var.12 bin yıl öncesine dayanan bir hat. İnsanlığın tahılla buluştuğu topraklar, bu topraklar. Hititler 180 çeşit tahıllı ekmek yaparlarmış. Bereketli hilalin zenginliği bu. Hani odunu diksen meyve verecek bu topraklar. Dolayısıyla biz küçük üreticiyi yaşatmak için ilk adım olarak üretici pazarı diye bir şey yaptık. Üreticiye dedik ki gel kardeş ürettiğini kendin sat. Bizde senden harç ve işgaliye bedeli almayalım.
- Peki daha önce nasıl yapılıyordu?
Önceden pazarlarda metrekare birim fiyatına göre işgaliye bedeli öderdi üretici. Ve biz dedik ki tek bir koşulumuz var sadece kendi ürettiğini getirip satacaksın başka yerden yani Hal’den veya şuradan buradan alıp getirdiğini değil. Sadece kendi ürettiğini satabilirsin. Üretici kabul etti.
- İthal ürünler mi satılıyordu?
Evet aynen öyle. Endüstriyel boyutta yapılan tarım ürünleri satılıyordu. İnsanlar topraktan kopmuştu. Ama şöyle bir şey oldu İzmirliler üretici pazarını açtığımızı duyunca gelmeye başladılar ve onlar geldikçe dediler ki; elma yok mu bu pazarda diye soranlar oldu. Üretici kendi kendine düşünmeye başladı ve elma üretir getirirsem satarım dedi ve bugün ilk defa Seferihisar’da elma bahçemiz var. İlk defa patates yetiştiriliyor. Vazgeçtikleri üretim alanına girdiler. Şimdi her şeyin satıldığı rengarenk pazarlar oluştu. Koşul aynı ve tek sadece kendi ürettiğini satabiliyorsun.
284 yerli tohuma ulaştık
- Ne kadar sayıda üretici var pazarda?
350 kadar üretici pazarda tezgah açıyor. Özetle bizim tarım politikaları ile ilgili yaptığımız dört tane başlık var. Bir; üretici pazarları iki; üreticiyi örgütlemek, üç; tarımsal ürünü işleyerek bir sanayi ürününe dönüştürmek. Çünkü tarım ürününü işleyip endüstriyel ürüne dönüştürürseniz raf ömrünü uzatmış oluyorsunuz, pazarlama kabiliyetini ve katma değerini artırıyorsunuz. Dört, yerli tohuma sahip çıkıyoruz. Ana madde bu. Vahşi kapitalizm en çok bununla oynuyor. Tohumda dışa bağımlı olduğunuz zaman geleceğinizi karartmış oluyorsunuz. İsrail size domates tohumu vermezse bu memlekete domates yiyemezsiniz. İlçemizde ev ev dolaştık. Mutfaktaki kavanozlarda, ninelerimizin çeyiz sandıklarında 284 tür yerli tohum bulduk. Naylon serada bunları çimlendirdik, ilk yıl 21 bin, ikinci yıl 50 bin fide elde edip halkımıza dağıttık. Üretici pazarlarda satılan ürünler bizim elde ettiğimiz yerli tohumlardan elde edilen ürünlerdir. Bu dört başlıkta biz merkezi hükümetin çizdiği tarım politikasının dışında bir tarımın mümkün olduğunu gösterdik.
Ev pansiyonculuğu dönemi
- Ev pansiyonculuğu turizmi için kolları sıvadınız? Bu nasıl bir proje, anlatır mısınız?
İnsanlar artık gittiği yerin kültürü, yaşam tarzı, lezzeti, insanlarıyla, gelenekleriyle tanışmak istiyor. Mas turizminde o bölgenin insanları o sektörden nemalandırılmıyor. Ama biz küçük ölçekli turizm modelini geliştirerek halkımızı faydalandırmak istedik. Burada Sığacık Kalemiz var, içinde 284 ev var. Restorasyon için Anıtlar Kurulu’ndan izin aldık, Büyükşehir Belediyemize gidip finansman kaynağı aldık. Evleri restore edip burada yaşayan halkımıza turizm hizmet içi eğitimi verdik. Hedefimiz 284 odalı en eski bir tatil köyünü hizmete açmak. Bu evler 3 odalı ve her bir ev bir odasını turizme açacak. İlk turist kafilesi Mayıs’ta geliyor. Pazarlama işini biz üstlendik. Bu işten tek kuruş belediye kasasına girmeyecek.
- Karşı çıkan kimse olmadı mı? Hani aynı evde nasıl turistle kalınır diye…
Olmaz mı? Ulan diyor “ben eşimle diğer odada uyurken tanımadığımız herifin teki öbür odada nasıl uyur” diye… (gülüyor) Ama aşıyoruz bunları… Yavaş yavaş…
- Bu fikir kimin?
Benim.
- Türkiye’de var mı böyle bir örnek?
Dünya’da yok…
- Bu turizmin bir adı var mı peki başkanım?
Maalesef henüz bulamadık…
İyi ki Sur'la kardeş olmuşuz
- Bir de Sur Belediyesi ile kardeş belediye protokolünüz var...
Seferihisar'daki Kürt gecemizde Diyarbakırlı bir hemşehrimiz bu fikri önerdi. “Başkanım, sizi Sur ile kardeş yapalım” diye… Sur neresi dedim. Dedi ki “Diyarbakır’ın göbeğidir” dedi. Tamam dedim ve ilk biz onları davet ettik. Seferihisar çok muhafazakar bir yer. Geçmişte linç olayları da yaşanmıştı ama bu buluşmalarla ezberler bozuldu. Ve nitekim “bu halkın kuyruğu yok, bunlar çok güzel çiğköfte yaparlarmış” demeye başladılar. Ben Sur’u Diyarbakır’ın en ücra köşesindeki bir yerleşim yeri sanardım ancak meğerse İzmir’in Konak’ıymış.
- Kürtlerin "Gemlik Yürüyüşü"nde linç olayları yaşanmıştı geçmişte... Belediye yetkililerini davet edince çekinmediniz mi?
Davetliler eşleriyle birlikte geldi. Ancak onlar gelmeden “PKK’lılar geliyor” diyenler de oldu. Ama onlar son derece medeni geldiler, bizimkiler son derece sıcak davrandılar. Kucaklaştık. Biz de Newroz’da Diyarbakır’a geldik. Barış masa başında atılan imzalarla gelmez. Barış yerelden gelecek. Biz buna inanıyoruz. Küçük bir ölçek ama tüm Türkiye’ye örnek olsun diyoruz.
- Ortak projeleriniz olacak mı?
Eşbaşkanlarıma söyledim. 15 çocuk, 15 kadın gönderin dedim. Bilgi iletişim de e-Türkiye ödülümüz var. Bunun alt yapısını Sur’a uygulayacağız. Sur duvarlarının korunması ile ilgili uluslar arası kaynak bulma konusunda proje sunumuna katkı sunacağız.
- Sur’u gezip gördünüz? İki cümleyle anlatın dersek?
Yaşayan bir tarih diyorum. Bir de insanların elini sıkarken ne kadar samimi ve misafirperver olduğunu çok derinden hissettik.