- Hülya Karabağlı
Ankara
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimine bürokratların da atanmasına ilişkin yönetmelik değişikliği ve ardından Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “tiyatroları özelleştireceklerini” açıklamasıyla büyüyen tartışma Türkiye'de ilk kez yaşanmıyor. Sanat dünyası, çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusu olan Muhsin Ertuğrul'un yaklaşık 50 yıl önce benzer girişimlere verdiği cevabı konuşuyor. Ertuğrul, “Şehir Meclisi üyelerinden birkaçı, eğer tiyatroyu özel çiftlikleri, sanatçılarını da parayla tutulmuş kâhyaları sanıyorlarsa uyansınlar. Bu tiyatro, sanatçılarındır” diyor.
Kendisini Şehir Tiyatroları’ndan uzaklaştırmak isteyen Belediye Meclisi üyelerine, “Tiyatro, hükümetlerin veya belediyelerin lütfuyla yaşayan bir arpalık değildir” cevabını veren Ertuğrul, “Perde Açılıyor” başlıklı yazısında şu görüşleri dile getiriyor:
'İkinci Hamlet yaratılamadı’
“Shakespeare’in doğumundan bu yana 450 metre yüksekliğinde binalar yapıldı. 38.5 kilometre uzunluğunda köprüler kuruldu. 22 kilometrelik tüneller açıldı, dakikada 660 bin defa dönen makineler yapıldı. Ama bütün dünya henüz bir ikinci Hamlet yaratamadı.”
‘Belediye sanatçıları parayla tutulmuş kâhya sanıyorsa’
“Şehir Meclisi üyelerinden birkaçı, eğer tiyatroyu özel çiftlikleri, sanatçılarını da parayla tutulmuş kahyaları sanıyorlarsa uyansınlar. Bu tiyatro, sanatçılarındır. Belediyeyle ilgisi, şehirliden vergiyi belediye topladığı ve tiyatro toplumun hizmetinde olduğu bu vergiden payına düşeni belediye kanalıyla aldığı içindir.”
Baskılara rağmen Brecht ve Shakespare sahneledi
Ertuğrul, 1964 yılında Türkiye'de ilk kez Brecht’in bir oyununu ve 400. doğum yıldönümü nedeniyle beş sahnede beş Shakespeare oyunu sahneletti. Bu çalışmaları nedeniyle bazı eleştirilere hedef oldu. 1966’da İstanbul Belediye Meclisi’nin kararıyla “başrejisörlük” kadrosu kaldırıldı.
Dönemin Belediye Meclisi, kaleme aldığı yazı nedeniyle Ertuğrul’un Haysiyet Divanı'na verilmesini, yaptığı öne sürülen usulsüzlüklerin Ankara’dan getirtilen müfettişlerce incelenmesi istendi. Ancak müfettiş incelemelerinden sonuç çıkmadı.
Muhsin Ertuğrul’un, “Perde Açılıyor” başlığıyla Türk Tiyatrosu dergisinde yayımlanan yazısından bazı bölümler şöyle:
Perde açılıyor
Kurulduğu günden bu yana tiyatrolar hürriyetlerini, özgürlüklerini muhafaza etmişlerdir. Her tiyatro, örgüt bakımından bazı yerde devlete, bazı yerde belediyeye bağlıdır ama işine ve idaresine sanatçılardan gayrısı burnunu sokmamıştır.
Çünkü Tiyatro Aristofanes zamanından beri topluma önderlik eder, devleti, hükümeti idare edenleri denetler. Her konuda yol gösterir. Görevi gerçeği, güzeli, iyiyi tanıtmaktır. Bunu nasıl yapar, bilir misiniz? Şöyle: Gerçeği, yalancıların, mürailerin, yobazların, dalaverecilerin, gözü doymaz midecilerin ahlaksızlığını, kap kaçlığını, kalpazanlığını ortaya koyarak gösterir.
Güzeli; şalak kocalarla şıllık karıların çirkinliklerini maskelerinin al aşağı ederek gösterir.
İyiyi; kötülüklerini arayıp bulup deşerek, teker teker halkın gözü önüne sererek gösterir.
İşte bunları görmek istemeyenler, daha doğrusu kendini bunlar arasında tanıyanlar sahneyi basarlar, bu eski bir adettir.
Hiçbir devirde tiyatro, bu hükümet dışı eleştirme, denetleme yönünü kaybetmemiştir. Fransa’da Moliere, sahte dindarları mürailikle suçlar, Almanya’da genç Schiller, ‘Haydutlar’ piyesiyle Mannheim tiyatrosunun sahnesinden iktidardaki haydutlara seslenirdi.
‘Hitler'e: Düşünce hürriyetimizi verin’
Alman İmparatoru; Cerhart Hauptmann’ın ‘Dokumacılar’ piyesini oynadığı için Reinhard’ın tiyatrosundaki locasını bırakmış, ama tiyatronun hürriyetine karışmamıştı. Hitler’in yüzüne; en parlak devrinde Marquis Posa’nın ağzından “Efendimiz düşünce hürriyeti veriniz” diye bağıran Berlin’de Deutsches Theater sahnesi olmuştu. En koyu istibdat altında bile tiyatro, her yerde, her zaman hürriyetini korumuştur.
‘Namık Kemal, piyesi yüzünden sürüldü’
Haydi bu zevat bunları okumadılar, duymadılar diyelim. Yakın yılların Türk tiyatro tarihini de mi işitmediler? Memleketimizde tiyatronun çocukluk çağı sayılan senelerinde sarayın istibdadı, zaptiyesi, sansürü, zindanı, sürgünü altında bile tiyatronun Osmanlı İmparatoru'na baş kaldırdığını, kafa tuttuğunu da mı okumadılar?
Vatan şairi Namık Kemal, başyazarlık ettiği ‘İbret’ gazetesindeki ilerici yazıları için değil, Gedikpaşa Tiyatrosunda oynattığı piyesi için sürülmüştü.
1873 Nisan’ında Magosa’ya sürmek için Namık Kemal’i Gedikpaşa Tiyatrosu'nda yakaladılar, oradan alıp götürdüler. Tiyatro her zaman olduğu gibi o günlerde bile öncülerin tek sığınağı olmuştur.
‘Ahlak bozucu oyanların yasak edilmesine’
Her zaman, her yerde olduğu gibi gericileri ürküten, kötüleri korkutan niteliğini bugün de kaybetmemiştir. O zamanlar padişahın emriyle saray başkatibi Ali Rıza Paşa tarafından sadrazamlığa gönderilen şu mektuba bakınız:
“Tiyatroda icra olunan oyunla tertip edenler tarafından asla ehemmiyet verilmeyip hürriyet kelimesinin dahi haddinden fazla kullanılarak birtakım münasebetsiz oyunlar oynandığından bundan böyle bunun gibi ahlak bozucu olan oyunların yasak edilmesine dikkat ve itina olunması...”
Bu vesika ile Şehir Meclisi'nden tiyatroya dil uzatan ağız arasındaki benzerliğe bakınız bir kere.
Önce bilinmesi gereken şey şudur: Tiyatro, her gün değişen hükümetlerin, midecilerle dolan partilerin üstünde bir kurumdur. Toplum ona ancak hürriyeti, özgür çalışması için ödenek verir.
İstediğimiz zaman biz İbsen’in ‘Halkın Düşmanı’nı oynar, çoğunluğu aldatan cahil belediye reislerinden örnekler gösteririz. İstediğimiz zaman biz rüşvet alan memurları, bilgisiz maarif nazırlarını sahneye çıkarırız. Bunlar için ne Şehir Tiyatrosu'na, ne Devlet Tiyatrosu'na dil uzatmaya kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur.
Şehir Meclisi üyelerinden birkaçı, eğer tiyatroyu özel çiftlikleri, sanatçılarını da parayla tutulmuş kâhyaları sanıyorlarsa uyansınlar. Bu tiyatro, sanatçılarındır. Belediyeyle ilgisi, şehirliden vergiyi belediye topladığı ve tiyatro toplumun hizmetinde olduğu bu vergiden payına düşeni belediye kanalıyla aldığı içindir. Tiyatro, hükümetlerin veya belediyelerin lütfuyla yaşayan bir arpalık değildir. Aldığı ödenek, topluma verdiği yüksek ruh ziyafetinin, seyirciye yaptığı eğitim ve kültür görevinin karşılığıdır.
Tiyatro; topluma doğru rotayı çizen bir pusula, memleketin kültür derecesini ölçen bir termometredir.
Bu konuda söylenecek, yazılacak çok şeyler var daha.