Gündem

Sadece iki kişi insan soyunu korumaya yeter mi?

Evrim geçmişimizde Neandertallerle çiftleşmeye gidilmesi bağışıklık sistemimizi güçlendirmiş olabilir

17 Ocak 2016 15:37

Yeryüzünde kalan son insan teması, romanlarda sık işlenen konulardan biri durumunda. Peki bu kurgu gerçek olsa ne olurdu? İnsan soyunu korumak için kaç kişiye ihtiyaç vardır?

Sadece bir kadın ve bir erkek kalsa ne olurdu? İnsanın neslini devam ettirmek için bu iki kişi yeterli olur muydu? 

BBC'den Zaria Gorvett'in makalesi bu sorularla zihin açıyor. "Yeryüzünde kalan son iki insan sayesinde insanın soyu tükenmekten kurtulsa bile, bunlar büyük değişim geçirerek bildiğimiz anlamda insan olmaktan çıkabilir" ifadelerini kullanan Gorvett'in ilgili yazısı şu şekilde: 

Gerek başka bir gezegende koloni kurma planlarını tartışan NASA programlarında, gerekse nesli tükenmekle karşı karşıya olan canlı türlerinin koruma altına alınmasına yönelik çalışmalarda bu sayının adını koymak uluslararası bir önem ve aciliyet kazanıyor giderek.

Diyelim ki 100 yıl sonrasındayız. Ünlü İngiliz fizikçi ve uzay bilimci Stephen Hawking’in 2014’te öngördüğü gibi robotlar ayaklanarak insanı yeryüzünden siliyor. Sadece bir kadınla bir erkek kurtuluyor. Bunun başka bir yolu yok: ilk kuşak kardeşler yeni nesilleri oluşturmakla görevli olacak.

 

Akraba eşleşmeleri

Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog Sigmund Freud, ebeveynleri öldürmenin yanı sıra ensestin evrensel insan tabularından biri olduğuna inanıyordu. Sadece ahlaki açıdan tiksinti verici değil, aynı zamanda tehlikelidir. 1933-70 yılları arasında Çekoslovakya’da doğan çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, birinci dereceden akraba ebeveynlere doğan çocukların yüzde 40’ında ciddi sakatlıklara rastlandığı ve bunların yüzde 14’ünün sonunda öldüğü görüldü.

Akraba eşleşmelerinin neden bu kadar ciddi sonuçlara yol açtığını anlamak için biraz genetik bilgi verelim. Herkeste her genin, biri anneden biri babadan gelen bir çift kopyası vardır. Fakat ikisi de aynı olmadığı sürece bazı gen varyantları görünmez. Irsi hastalıkların çoğuna, kendi başlarına zararsız oldukları için evrim radarından kaçarak sızan bu “resesif” (çekinik) varyantlar yol açar. Ortalama bir insanın genomunda böyle tehlikeli bir-iki resesif mutasyon vardır.

Eşler akraba olduğunda maskenin düşmesi çok sürmez. Nadir görülen bir resesif bozukluk olan ve tümden renk körlüğüne yol açan ‘akromatopsi’yi ele alalım. Her 33 bin Amerikalıdan birini etkileyen ve 100’de birinin taşıyıcı olduğu bir hastalıktır bu. Kıyamet sonrası sağ kalan eşlerden birinde bu hastalık varsa, çocuklarında da bir kopyasının olması ihtimali dörtte birdir.

Fakat ensestin bir kuşak sonrasında doğan çocukta iki kopya olma ihtimali de dörtte birdir. Yani ilk çiftin ilk torunlarında bu hastalığın ortaya çıkma ihtimali 16’da bir olur.

Batı Pasifik’te bir mercan adası olan Pingelap’ta yaşayanların kaderi bu olmuştu. 18. yüzyılda yaşanan bir tayfun sonrasında adada sadece 20 kişi sağ kalmıştı. Bunlardan biri de akromatopsi taşıyıcısıydı. Bu kadar küçük bir gen havuzu nedeniyle bugün ada nüfusunun 10’da birinde renk körlüğü görülüyor.

 

Kraliyet aileleri

Bu yüksek riske rağmen, bu ilk çift çok sayıda çocuk sahibi olursa bunlardan bir kısmının sağlıklı olması ihtimali vardır. Fakat akraba eşleşmeleri yüzlerce yıl devam ederse ne olur? Bunu görmek için ıssız bir ada gerekmiyor. Avrupa’daki kraliyet aileleri, en başta da 200 yıl boyunca, yani dokuz kuşağın strateji gereği yakın akraba evlilikleri yapması sonucu Habsburg ailesinin İspanya kolu buna iyi bir örnektir.

Ailenin en ünlü kurbanı 2. Charles’tı. Fiziksel ve zihinsel engelli olan kral 2. Charles sekiz yaşında yürümüş, kısırlığı ise hanedanlığın sonunu getirmişti.

19. yüzyıl Avrupa kraliyet aileleri akraba evlilikleri risklerinin canlı kanıtı oldu.

2009’da bir grup İspanyol bilim insanı bunun nedenini açıkladı. Charles’ın ataları öylesine iç içe geçmişti ki her iki ebeveynden geçen özdeş genlerin oranını gösteren “yakın akraba evliliği katsayısı” onda, kardeş evliliğinden doğan çocuklardakinden daha yüksekti.

 

Genetik çeşitlilik

Ekolojistler de nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan canlıların genetik riskini değerlendirirken aynı katsayıyı kullanıyor. Bir canlı türünün nüfusu azaldığında bir süre sonra herkes birbirine akraba oluyor ve bunun olumsuz etkileri baş gösteriyor.

Nesli tükenme tehlikesi olan canlılar da uzun dönemli risklerle karşı karşıyadır . Çevrelerine ne kadar iyi uyum sağlamış olsalar da genetik çeşitlilik canlılara gelecekteki sorunlara karşı evrim geçirme olanağı verir. Bunun en önemli olduğu alan ise bağışıklıkla ilgilidir. İnsanlar da nesillerini devam ettirecek kuşakların gelecekteki tehlikelere hazırlıklı olması için eşleşmek için farklı bağışıklık bileşimine sahip kişileri seçer. Evrim geçmişimizde Neandertallerle çiftleşmeye gidilmesi bağışıklık sistemimizi güçlendirmiş olabilir.

Yeryüzünde kalan son iki insan sayesinde insanın soyu tükenmekten kurtulsa bile, bunlar büyük değişim geçirerek bildiğimiz anlamda insan olmaktan çıkabilir. İnsanlar uzun süre bir köşede izole bir şekilde kalırsa genetik çeşitliliğin ortadan kalkması nüfusun genetik bozukluklarının etkisini şiddetlendirebilir. Böylece insanlar sadece farklı görünmek ve farklı sesler çıkarmakla kalmaz, tümüyle farklı bir tür haline de gelebilir.

 

Kaç kişi gerek?

 

Peki ne kadar çeşitliliğe ihtiyaç vardır? Bu tartışma 1980’lere kadar gidiyor. Bilim insanları, yakın akraba eşleşmelerinin doğuracağı sorunlardan kaçınmak için doğurganlık yeteneği olan 50 kişi, adaptasyon sorununu çözmek içinse 500 kişi gerektiğini söylüyordu. Bugün ise bu sayılar 500 ve 5000’e çıkarıldı.

Anatomik ve arkeolojik veriler, insanın bugüne gelmesinin sorunsuz olmadığını, atalarımızın nüfus bakımından buhran dönemleri geçirdiğini gösteriyor. İnsanın yaklaşık bir milyon yıl süre boyunca nüfusunun 1000 kişi civarında olduğu tahmin ediliyor. Daha sonra 50-100 bin yıl önce Afrika’da yaşanan büyük kuraklık nüfusu olumsuz etkilemiş, atalarımız buradan göç etmişti. Bu nedenle düşük bir genetik çeşitlilik oranı söz konusuydu. 2012’de yapılan bir araştırmada, yedi milyar insanın genetik çeşitliliğinin, küçük bir grup şempanzeninkinden çok daha az olduğu görüldü.

Yeryüzünde kalan son insan çiftine yeniden dönersek… Bazı bilim insanları buna fazla şans vermezken bazıları umutlu.

Bu hayali kıyamette çağdaş medeniyetin temelleri yıkıma uğramamışsa insanın geri dönüşü mümkün olabilir. Avusturya kökenli etnik ve dini bir grup olan Hutterite topluluğu, iç içe eşleşmelerin yoğun olmasına rağmen 20. yüzyıl başlarında Kuzey Amerika’da hızlı nüfus artışı kaydetmiş, her 17 yılda bir nüfusunu ikiye katlamıştı.

Buradan yola çıkarak, her kadın sekiz çocuk doğursa bugünkü yedi milyar nüfusa 556 yılda ulaşabileceğimizi söyleyebiliriz."