Prof. İlhan Uzgel (Radikal 2)
AKP otoriterleşerek ve devleti partileştirerek, Cemaat ise devlette daha geniş bir kadrolaşma talep ederek, post-İslamcılık projesinin sonunu getirdi.
2000’lere gelindiğinde çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde siyasal, ekonomik ve toplumsal kriz yoğunlaşırken bu toplumları yöneten rejimlerin, toplumların ekonomik refah ve demokratikleşme taleplerini karşılayamamalarından kaynaklanan meşruiyet krizi derinleşti, genel bir toplumsal ve siyasal patlama tehlikesi baş gösterdi. Bunun giderilebilmesi için otokratik rejimlerin İslamcı siyasetin önünü açması, İslamcıların ise söylemlerini ve siyasal projelerini dönüştürerek sisteme entegre olmaları gerekiyordu.
Avrupa merkezli akademik çevrelerde “post-İslamism”, ABD çevrelerinde ise “ılımlı İslam” ya da “liberal İslam” olarak tanımlanan bu dönüşüm, İslam’ın yeni bir yorumundan çok, İslamcı hareketlerin pragmatik bir dönüşüm geçirmelerini öngörüyordu. Bu çerçevede İslamcılar dış politikada Batı ile uzlaşma ve İsrail ile çatışmama, ekonomide piyasacılığı benimseme, siyasette ise demokratik ilkelere uymayı kabul edecekler, din merkezli siyasetten, insan hakları ve demokratikleşmeyi hedefleyen bir siyasete geçeceklerdi. Batı bu dönüşümü destekledi ve hatta uzun süren bir düşünsel ve stratejik yatırım yaptı.
İslami Kalvenizm
Bu süreçte Türkiye’deki İslamcı hareketin çok kritik bir yeri vardı ve diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerde olmayan avantajlara sahipti. Öncelikle İslamcılar, Türkiye’deki çoğulcu siyasal sistem içinde 1960’lardan itibaren partileşerek seçimlere girmiş, hatta koalisyon hükümetlerinde yer almışlardı. Yani AKP , Mısır’da Mursi ya da Tunus’ta Ennahda gibi fiilen tek parti yönetimlerinin ardından çoğulculuğu kurmak gibi zor bir misyonu üstlenmedi. İkincisi, Türkiye’de anaakım İslamcı hareketlerin şiddete başvurma geleneği yoktu. Üçüncü olarak Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerden ayıran bir muhafazakâr/İslamcı burjuvaziye sahipti ve bu burjuvazi kendisine yakın bir hükümetin ve Cemaat’in desteğiyle küreselleşmeye eklemlenmeye, sınır ötesi ticari/yatırım ilişkilerine girmeye istekliydi. Batılı çevrelerin “İslami Kalvenizm” tanımlamasıyla desteklediği bu dönüşüm önemliydi. Çünkü radikallikten ılımlaşmaya giden yolda piyasa mantığını benimseyen ve kapitalizm, küreselleşme ve tüketim kültürüyle barışık muhafazakâr yeni bir orta sınıf yaratılmış olacaktı. Böylece kapitalizm bu yeni sınıfları içine alırken, beraberinde getirdiği yeni rasyonaliteyle hükümeti sınırlayacak, sistem içinde kalmasına katkı sağlayacaktı.
İçte ve dışta
Bu özellikleri nedeniyle 2001-2002 döneminde Milli Görüş gömleğini çıkardığını ve Batı’daki Hıristiyan Demokrat partiler modelinde bir ideolojik dönüşümden geçeceğini ilan eden, kendisini artık “Muhafazakâr Demokrat” olarak tanımlayan AKP, hem ABD hem de AB tarafından hararetle desteklenmiş, bu dönüşümün Ortadoğu ’daki diğer İslamcı hareketlere de örnek olacağı düşünülmüştü. ABD bu yüzden ikili ilişkileri “model ortaklık” olarak tanımlamaya başlamıştı. Yani, Türkiye ABD ile ortaklığı sürdürürken Ortadoğu’ya model olacaktı. Dahası bu ABD için partiler üstü nitelik taşıyan bir politikaydı ve Neocon’ların ağırlıklı olduğu Bush yönetimi de bunu destekliyordu.
Özellikle AKP hükümeti iktidarının ilk yıllarında bu dönüşüm sürecinde dışta Batı’yı, içte liberalleri ve sermayenin her kesimini memnun eden bir performans sergiledi ve bu özelliğiyle Ortadoğu’daki İslamcı hareketlere örnek olarak gösterilebildi. AKP, Türkiye tarihinde hiçbir hükümete nasip olmayan bir iç ve dış desteğe sahipti ve küresel sistem kendisine geniş bir kredi açmıştı. Ne var ki, bir yanda siyasal iktidarı kontrol eden AKP, öte yanda sivil İslam’ı temsil eden Cemaat, birlikte post-İslamcılık deneyimini kendi elleriyle tıkamaya başladı.
Sona doğru
AKP devletin gücünü kullanarak sivil hayatı, özel alanı denetlemeye ve toplumu yukarıdan aşağı biçimlendirmeye çalışırken, Cemaat sivil alanda örgütlenip aşağıdan yukarıya devleti kontrol etmeye koyuldu. Sonuçta, demokratikleşme ve insan haklarının gelişimi konusunda değil, devlet aygıtını kontrol etme sürecinde rekabete ve bir güç mücadelesine girdiler. AKP otoriterleşerek ve devleti partileştirerek, Cemaat ise devlette daha geniş bir kadrolaşma talep ederek, post-İslamcılık projesinin sonunu getirdi.
Bu noktada post-İslamcılığın taşıyıcısı olan AKP, bu uzlaşıyı tedrici bir otoriterleşme ve İslamcılaşmaya giden yol olarak gördü ve içsel, kapsamlı bir dönüşüm yerine taktiksel bir manevra, zorunlu bir geri çekilme olarak yorumladı. İçeride post-İslamcılıkla başlayan iktidar deneyimi, tekrar siyasal İslamcılığa, muhafazakâr demokrasi iddiasından Milli Görüş çizgisine doğru kaymaya başlarken, Ortadoğu’da demokratikleşme konusunda örnek olmak yerine, bölgenin İslamcı hareketleriyle Batı karşıtı jeopolitik eksen oluşturmaya yöneldi. Oysa, iktidara geliş döneminde AKP’nin yaptığı pazarlığın temelinde kendi dönüşümünü diğer Müslüman toplumlara örnek olarak göstermesi yatıyorken, demokrasiyi seçime indirgeyerek merkezinde kendisinin olduğu Sünni temelde bir bölgesel koalisyon kurmaya çalıştı.
Kötü örnek
AKP’nin bir süredir Ortadoğu’ya demokratikleşme konusunda “kötü” örnek olmaya başlaması, içeride dönüştürücü misyonunu terk etmesi ve demokratikleşme yolunda geri vitese takması, post-İslamcılığın sonunu getirdi. AKP büyük avantajlarla başladığı dönüşüm sürecini ve bu süreçte kendisine açılan krediyi ve verilen desteği heba etti. Bu anlamda Türkiye’deki sivil ve post-İslamcılığın devletle ve demokrasiyle imtihanı başarısız oldu. AKP zayıf muhalefetten şikayet ettiği bu elverişli ortamda, iktidarın ağırlığını taşıyamadı.
Bu noktada çöken, yalnızca post-İslamcılık değil genel olarak siyasal İslamcılık olacak, çünkü küreselleşme süreciyle uzlaşmasının başarısız olduğu noktada bu başarısızlık sonuçta İslamcılığın hanesine yazılacak. Ayrıca, kendilerine ait bir iktisadi projesi olmayan (post)İslamcı hareketlerin, demokratikleşme ve insan hakları konusunda da dönüşememeleri durumunda, içinde bulundukları toplumlara sunabilecekleri bir şey kalmayacak. Siyasal İslamcılığın daha 1990’larda başarısız olmuş bir proje olarak ilan edildiği düşünülürse, şimdi bunun demokrasiyle uzlaşarak aşılması olan post-İslamcılığın da krize girmesi, kökeninde İslamcı fikirler ve inancın bulunduğu siyasetin krizini daha da derinleştirecek.