TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda devam eden görüşmelerde HDP'nin komisyon üyeleri, RTÜK bütçesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. HDP'nin RTÜK'teki üyelik hakkının gasp edildiğini ifade eden Bedia Özgökçe Ertan ile Ertuğrul Kürkçü, kurumun çalışma yöntemi ve tutumuna yönelik eleştiriler getirdi.
Kürkçü ve Ertan'ın konuşmalarından öne çıkan ifadeler şöyle:
Bedia Özgökçe Ertan: Anayasa 133’üncü madde, Parlamentoda temsil edilen partilerin temsiliyet dağılımına göre üyelerin olması gerektiğini açıkça düzenlemişken şu an Meclis'in üçüncü büyük partisi olan Halkların Demokratik Partisinin üyelik hakkı âdeta gasp edilmiştir. Bu yapısıyla toplanan kurulun aldığı kararlar da baştan Anayasa’ya aykırılık taşıyor. OHAL sürecinde bütün muhaliflerin sesinin kısıldığı, muhaliflere yönelik basın ambargosunun uygulandığı bir dönemde bir de RTÜK’teki üyeliğimizin sıfırlanmasıyla tek sesliliği pekiştirmiştir, tamamen çoğunluğun tahakkümünü göstermektedir.
RTÜK’teki iktidar çoğunluğu havuz medyasını koruyor
Medyanın nefret söylemlerini de çok hızlı bir şekilde artırdığına şahit oluyoruz. İnançları, kültürleri, dilleri, kimlikleri aşağılayan, şiddeti teşvik eden, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı, çocukların korunmasını gözardı eden yayınlar yapıldığını görüyoruz. Görsel, işitsel medyadaki haberler toplumsal çeşitliliği de yansıtmaktan uzak. Ayrıca RTÜK’ün yaptırım kararlarına bakıldığında, sadece Cumhurbaşkanı ve iktidar partisine yönelik eleştiriler içeren yayınlar suç sayılıyor. İfade özgürlüğü açıkça göz ardı ediliyor. Oysa RTÜK özerk bir kurumdur, öyle olması gerekir. Fakat mevcut pratiğine baktığımızda, iktidarı koruyan kollayan bir kuruma dönüştürüldüğünü görüyoruz. RTÜK’teki iktidar çoğunluğu havuz medyasını korumaktadır. Üstelik bu tür hakaret içeren, aşağılayan yalan haberler ifade özgürlüğü kapsamında görülüyor. Fakat herhangi bir televizyon kanalında iktidarı ilgilendiren eleştirel bir haber ve yorum yer aldığında, bu haber ve yorum hakaret kapsamında değerlendiriliyor.
Hafızasızlaştırılmak isteniyoruz
Medyanın tekleştirilmesiyle birlikte yalan habercilik, algı operasyonuna dönük haberler ve dezenformasyon gittikçe artmaktadır. Toplumsal hafıza her gün saat başı yanıltılıyor. Toplumu zehirleyen bu yalan haberciliği önleyecek düzenlemelerin ve mekanizmaların oluşturulması, medya etiğinin kurumsallaştırılması gerekir. Düzenleyici otorite olarak RTÜK bu konuda yeniden gözden geçirilmeli, mevzuatı, her şeyden önce zihniyeti yenilenmelidir.
Bugün yaşadıklarımız, George Orwell’ın 1984 isimli kitabındaki gerçek bakanlığında yaşananları anımsatıyor. Daha dün söylenen bir haber bugün iktidar tarafından yalanlanmışsa bütün kuruluşlar tarafından yalanlanır hâle gelmiş. Âdeta hafızasızlaştırılmak isteniyoruz.
Irkçı diziler teşvik mi ediliyor?
Diğer bir konu ise şiddet üreten diziler. Televizyon dizileri, şiddet dili, öfke ve nefret duygusunu üretiyor. Özellikle “terörle mücadele” adı altındaki dizilerde şiddet, ayrımcılık, kin, nefret, öteki düşmanlığı, aşağılama teşvik edilmektedir. Geçmişte cemaatin yayın organı olan STV’de yayınlanan Şefkat Tepe gibi ırkçı dizinin başka versiyonları bugün değişik kanallarda ama aynı konseptle devam ettiriliyor. Sadece ekranın logosu değişmiş hâlde. RTÜK’teki iktidar çoğunluğundan dolayı da bu tür diziler yaptırımsız bırakılıyor. Aslında teşvik de ediliyor mu, bunu da Hükümete sormamız gerekiyor. Bu tür dizilerle ilgili herhangi bir yaptırım kararına şahit olmadık.
Öte yandan, her gün yaşanan kadın cinayetlerinin beslendiği yerlerden biri de yine dizilerdir. Dizilerdeki kadına yönelik şiddet içerikleridir. Kadınlara yöneltilmiş silahlar, dayak görüntüleri gibi görüntüler karşısında RTÜK ne yapıyor, bunu merak ediyoruz. Dizilerdeki karakterlerle kadınlara geleneksel roller oynatılıyor. Kadın aşağılanıyor, eziliyor, cinsel obje olarak sunuluyor. Bu yayınların sokaklardaki karşılığı da dizi içeriklerinin gerçeğe dönüşmesi şeklinde tezahür ediyor. Kadına yönelik cinsel saldırılar, tacizler, tecavüzler, şiddet ve kadın cinayetleri artıyor.
Ertuğrul Kürkçü: RTÜK, Türkiye’de radyo ve televizyonların özgür yayın yapmaları için değil, radyo ve televizyon kuruluşlarının devreden çıkartılmaları, yayın faaliyetlerine son verilmesi, kendilerine uydu çıkışları ve frekans tahsislerinin sona erdirilmesi için hükümetin yaptırımları istikametinde çalışıyor.
Partimizin RTÜK’teki üye sayısının sıfıra düşürülmüş olmasının inanılmaz bir garabet örneği olduğunu da dikkatlerinize sunmak isterim. Mecliste şu an 5 üyemizin vekilliği düşürülmüş olmasına rağmen 54 vekille temsil edilen partimizin hiçbir üyesi yoktur RTÜK’te. Ama örneğin Milliyetçi Hareket Partisinin 2 üyesi vardır. Meclis'in bizden sonra gelen partisi olmasına rağmen. Ne RTÜK Yasası ne alelade adalet duygusu bunun olmasını hoş görmemizi gerektirmez.
RTÜK'teki hakkımızı istemek kuru su istemek gibi
Bunun çözülmesinin bir yolu vardı. Yasaya dair kimi engeller varsa bu bakımdan Meclis bir geçici düzenlemeyle bunun önünü açabilir ve Halkların Demokratik Partisinin hakkı olan 2 üyelik onda olmaya devam ederdi. Ama Halkların Demokratik Partisi'ni Meclis'ten dışlamaya çalışan bir siyasetin, onun RTÜK’te hakkı olan sandalye sayısına ulaştırmasını beklemek de kuru su istemek gibi bir oksimoron olabilir.
RTÜK’le birlikte basın özgürlüğü açısından da meseleye baktığımızda muhalif seslerin susturulmuş, basının ağır bir baskı altında olduğu bir ülke hâline geldiğimizi söyleyebiliriz. 6 haber ajansı, 48 gazete, 20 dergi, 31 radyo, 28 televizyon kanalı ve 29 yayınevinin ve şirketinin hâlen kapatılmış olduklarını ve bunların hiçbir yargı kararıyla kapatılmamış olduklarının tartışmasını bu zeminde yapmalıydık. Bunlar esasen Hükümetle aynı çizgide yayın yapmayan ve düşünmeyen kuruluşlardır. Muhaliftirler ve muhalefetlerini ifade ettikleri sırada yasayı ihlal ettiklerine dair herhangi bir mahkeme kararı, bir soruşturma evrakı bile yoktur.
Türkiye gazeteci hapishanesi haline geldi
Böyle bir zeminde konuşmamız gereken şey buradan nasıl geri döneceğimizdir. Türkiye'nin ifade özgürlüğü bakımından son iki yıl içerisinde muazzam bir düşüş gösterdiği ve bir gazeteci hapishanesi hâline geldiği açıktır. Hemen önümüzde dün görülen davada Ahmet Şık ve Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri ortada elle tutulur hiçbir delil olmadığı hâlde bir sonraki duruşmaya kadar hâlâ hapsedilme kararıyla cezaevinde tutuluyorlar. İsnat edilen suçların, iddiaların hepsi çürütüldüğü hâlde oradalar. Çünkü kabahatleri Suriye’deki güçlere Türkiye'den silah gönderildiğine dair belge ve bilgileri yayınlamış olmalarıydı. Dünyanın her yerinde bütün bunlar bir gazetecilik işidir, Türkiye'de ise bunun adı casusluktur.
Gazeteciler sivil ölüme mahkum ediliyor
Türkiye'nin hala özgür bir ülke olduğu söylenmeye devam edilebilir. Ancak Basın Yayın Genel Müdürlüğünün hapiste olmayan gazetecilerin çalışmalarının önünü kesmek için sarı basın kartlarını iptal ederek onları bir sivil ölüme mahkum ettiğinin de altını çizmek gerekir. Bir gazetecinin gazeteci olduğunun anlaşılması için o meslek erbabının devlet tarafından tasdik edilmesi değil, meslek kuruluşları tarafından teyit edilmesi gerekirdi. Sadece bir gazetede çalışıyor olmak ve o gazeteden aldığı kimlik kartına sahip olmak herkes için gazeteciliğin belgesi olmalıydı.