Gündem

Özür ve pazarlık

Beni yazmaya zorlayan salt bu dervişlik iddian. Böyle dervişane konuşup yüksek siyaset yapmasan yanında bile olabilirdim

06 Ocak 2014 22:48

Murat Kapkıner

Gülen medyası ısrarla yok diyor: Hoca’mız özür dilemez. Yani inadımız inat. Bu doğru; özür mözür yok mektupta. Olmamalı da. Demokratik Hükümete karşı ayaklanmış, dik duran bir ‘yapı’ lideri olarak Hoca’nın özür dilememesi gerekir.

Ama şu pazarlık konusu konuşulmalı:

Aşağıda ayrıntılarına girmek istediğim, artık, malûm mektup ne diyor. Mesela pazarlık var mı yok mu? Bu gün Fehmi Koru, mektubu getiren kişi olduğu halde, Sayın Başbakan’ın ‘pazarlık öneriyorlar’ mealindeki sözleri karşısında şoke olduğunu söylüyor. Yok böyle bir şey diyor yani.

Elbet Gülen medyası da eski ahbap Fehmi Bey gibi ‘pazarlık iftira’ diyor.

Hoca’nın sitesi Herkul.org‘daki Osman Şimşek imzalı yazıdan öğrendiğimize göre ‘Hocaefendi’ mektubunda baştan sona yangını söndürmeye çalıştığını, bütün sempatizanlarını suhulete çağırdığını, hatta mağdur olsalar bile sabır tavsiye ettiğini yazmış. Mektuptan paragraflarla da bunları desteklemiş.

Ömür boyu aldatılmış (her anlamda) bir enayi olduğum yaşamımın her safhasında belgelenmiş olduğu halde kül yutmadığım bir tek şey var: gerçi aynı delikten hem de aynı yılana birkaç kez sokulduktan sonra o yılanın Tanrı bir demesine inanmamam.

Gene inanacağım inanmasına da edindiğim deneyimlerden at sineği gibi sertleştiğim için kuyruk çarpmasının ne taraftan hangi şiddette geleceğini rüzgârından anlıyorum. Üslûp ustası oldum; artık satır aralarını okumam bile gerekmiyor; satırın kendisi bana her şeyi söylüyor.

Mektup gerçekten dervişane; hep olduğu gibi. Üç beş yazıdır tanıtmaya çalıştığım bütün bu gibilerin hepsinde olduğu gibi dervişane cümlelerle konuşuyorlar ama…

Lütfen dikkat edin Osman Şimşek bütün bu girizgâhtan sonra önce esef ettiği şeyleri söylüyor: ‘Kimileri iftira ederek dediler ki Hocaefendi özür diledi, pazarlık yaptı.’

Sonra da mektuptan alıntıladığı paragraflar ilgisiyle ‘hani nerde özür, nerde pazarlık’ demek istiyor, haklı olarak bu iftiracıları utanmaya davet ediyor.

O yazının tamamında ve bundan önceki bütün cemaat yayınlarındaki dervişane sözlerde salt iş bu ‘özür yoktur’ tespiti doğru.

Kimsenin özür dilediği olmadığı gibi geri adım attığı da yok. 

Hangisi doğru: Yukarıda andığımız kırk yıllık Medine fukarası edebiyatındaki dövene elsiz sövene dilsizlik mi yoksa, aşağıda belgeleyeceğimiz ‘pazarlık’ ,hatta ‘şantaj ve tehdit’ tavrı mı? Bu tavırlarda olursan nasıl söndüreceksin yangını. Bu tavırlarla kiminle barış yapabilirsin. Sen savaşçısın Hoca, derviş değil. Ve bir savaşçı olarak “el harbu xudatun”u (savaş hiledir hadisini)ne hükümetler ne ordular senin kadar iyi okuyup uygulayabildi.

Beni yazmaya zorlayan salt bu dervişlik iddian. Böyle dervişane konuşup yüksek siyaset yapmasan yanında bile olabilirdim ama hayatta sadece,  zarfı başka mazrufu başka olanlarla yan yana gelemem.

Acele etmeyin; mektuptaki keten pereye bakın: “Eğer böyle giderseymiş (Başta Aziz Mahmut Hüdai Hz.leri  sayılarak) Ülke’deki tüm tarikat ehline de sıçrarmış yapılanlar. Bu şantajdır ve iftiradır.

Sen tarikat şeyhi misin: Değil. Utanılacak bir şekilde istismar ettiğin Nurculuk böyle mi: yok. Said-i Nursi Hz.leri: “euzubillahimineşşeytanirracimvessiyaseh” dedi mi: Dedi. Hangi tarikat piri Devleti ele geçirmek için kırk yıl plan yaptı: Hiç biri. Sen hem aba altından sopa gösteriyor hem de bu temiz, sadece Allah diyenleri yanına çekmeye çalışıyorsun.

Bakın bakın: “Kendi sussa bile maşeri vicdan susmaz”mış. Hem bu tehditi savuracak hem de kuzu postuna bürüneceksin.

Devam edelim; mektubu ben mi okumayı bilemedim yoksa başka bir mektup mu okudum:

“Özellikle bir kısım medya kuruluşlarında kara propaganda sayılabilecek yayınları sona ererse (koşul ekine dikkat. M.K.)dost ve arkadaşlarımın da sükûtu tercih edecekleri kanaatindeyim”

“Sohbetlerimde tansiyonun düşürülmesi adına dost, muhip ve sevenlerimize itidal tavsiye etmemin faydalı olacağı kanaatime sahipseniz (koşul ekine dikkat. M.K.) bu hususta elimden gelen gayreti ortaya koymaya amadeyim” (Henüz yapmamış bunları. M.K.)

“…diyaloğa her zaman açık bulunduğumuzu…”

“Bize karşı samimiyetle atılan her adıma on katıyla mukabelede bulunacağımıza…”

Bunlar mı tehdit değil, şantaj değil, pazarlık değil.

İnsaf yahu; adam İmralı’dan da değil sanki Kandil’den konuşuyor.