T24- 1988 yılında Hürriyet’in Ankara temsilcisiydim.
Bir gün Gazetenin sahibi Erol Simavi aradı.
“Şekerim senden bir isteğim var. Şimdi bir anons yazacaksın. Bundan böyle Turgut Bey’in yurtdışından getirdiği kıymetli genç insanlar için haberlerde ve yazılarda ‘Özal’ın prensleri’ veya benzer küçük düşürücü ifadeler kullanılmayacak. Bu anonsu da büronun ortasında bir yere asacaksın.”
Dün bazı gazetelerin manşetlerinde Ahmet Özal’ın sözlerini okudum.
1988 yılında Özal’a düzenlenen suikastın arkasında Erol Simavi varmış.
“Yuh artık!..”
Bu deli saçması lafları iki gazetenin manşetinde okuyunca içimden bunu haykırmak geldi.
Bir insana böylesine insafsız bir iftira atmak bu kadar mı ucuzladı?
Böyle pespaye bir iddiayı manşetlere taşımak bu kadar mı basit bir iş?
Madem bu kadar basit ben de ortaya bomba gibi yeni bir iddia atıyorum.
“Turgut Özal’ı babasının parasına el koymak için Ahmet Özal öldürttü...”
Hadi buyur temizle.
Madem iftirada atış serbest, madem manşetler her tür pespayeliğe amade.
Buyrun bir iftira da benden.
Hadi manşetlere çekin.
* * *
Beni gazeteciliğe Erol Simavi getirdi.
Onunla 8 yıla yakın çalıştım.
Ailesini yakından tanıdım.
Çok kimsenin bilmediği bir gerçeği açıklayayım.
Erol Simavi gizli bir Turgut Özal hayranıydı.
Öldüğü gün İsviçre’den arayıp, gazeteyi neredeyse benimle birlikte hazırladı.
Turgut Özal’a yakınlığı ve hayranlığı nedeniyle adı “Özköşk”e çıkarılmış beni 4 yıl Ankara temsilcisi, 3 yıldan fazla da genel yayın yönetmeni olarak o tuttu.
Özal’a tek kızgınlığı kâğıda koyduğu fonlardı.
O mektup dışında Erol Bey’in Özal’la ilişkisi hiçbir zaman kötü olmadı.
Suikastın yapıldığı yıl 1988.
Şimdi 2010’dayız.
Aradan geçmiş 22 yıl.
Adama sormazlar mı, “Kardeşim 22 yıl neredeydin?”
Sevgili Kardeşim Ahmet, sen ki, Erol Simavi’nin yanından ayrılmazdın, hiç mi aklına gelmedi sormak.
Hiç mi geçmedi içinden, “Babanın katilinin yakasına yapışmak?”
Suikasttan sonra “Gazeteyi sattı, yurtdışına gitti” diyorsun.
* * *
Suikast 1988’de, Erol Simavi Hürriyet’i 1994’te sattı.
Arada var 6 yıl.
Ayrıca Erol Bey nereye gitmiş?
1979’lu yılların sonundan itibaren yurtdışında yaşadığını bilmiyor musun?
Onunla oralarda kaç defa buluştuğunu da anlatsana?
Yoksa sen de mi bu suikastın “planlayıcılarındansın Ahmet kardeşim”?
Normal bir hukuk devleti olsa, bu iftirayı atan adamın hayatını karartırlar.
Bu kadar ucuz mu bir insana “Katil” demek?
* * *
Şurası doğru, Turgut Bey, suikast işini fena halde kafasına takmıştı.
Rahmetli Yavuz Gökmen, Günaydın’da çalışırken, Turgut Bey onu tekneye çağırmıştı. Yavuz izlenimlerini yazdı.
Turgut Bey teknede üç kez üst üste suikast sırasında çekilen filmlerin kasedini izlemiş.
Hatta o günlerde suikastı yapan Kartal Demirağ’ı gizlice Başbakanlık Konutu’na getirtip konuştuğu bile söylenmişti.
Suikast olayını en iyi bilen insan, Mehmet Ağar’dı.
Ağar, Kartal Demirağ’ın, “Şöhretli olmak isteyen bir kişiliğe sahip olduğunu” söylerdi.
Ona göre arkasında bir örgüt falan da yoktu. Zaten suikastta kullandığı silah da derme çatma bir şeydi.
* * *
Şimdi gelelim asıl soruya.
22 yıl sonra böyle ağır bir iftira neden tekrar tedavüle sokuluyor?
Sakın arkasında başka menfaatler olmasın...
Kahvaltıya Sözcü de davetli
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın cumartesi günü gazetelerin genel yayın yönetmenleri ve medya grup başkanlarına vereceği kahvaltıya çok ilginç biri de davet edildi.
Sözcü Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz da kahvaltının davetli listesinde bulunuyor. Yıllardır akreditasyon uygulamasına alışmış medya için bu bence çok önemli bir adım.
Bu adımı “Post 12 Eylül” döneminin işareti olarak kabul edebilir miyiz?
Sözcü AK Parti’ye ve Erdoğan’a karşı en şiddetli muhalefeti yapan gazetelerden biri. Son aylarda tiraj bakımından çok iyi bir performans gösteriyor.
Genç bir patronu var. Türkiye’nin önemli dağıtım merkezlerinde matbaa kuruyor. Ayrıca İngiliz Sun Gazetesi’nin Türkiye’deki baskısını yapıyor. Daha ilginci, Yunanistan’daki dağıtımını da bu şirket üslendi.
Dini hassasiyetleri savunan 4 gazetenin tezgâh satışının toplamının neredeyse iki misline yakın satıyor.
Dün gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz’ı arayıp sordum. Daveti doğruladı.
Ama kahvaltıya katılmayacakmış.
“Biz uzak duralım daha iyi” diyor.
Ben böyle durumlarda hep “Keşke katılsaydı” diye düşünürüm.
Ama her halükarda Başbakan’ın kahvaltıya Sözcü’yü de davet etmesini çok olumlu bir gelişme olarak görüyorum.
Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet gazetesinde bugün (23 Eylül 2010) yayımlanan yazısı...