Star gazetesi yazarı Orhan Miroğlu, "Benim bir Kürt olarak tespitim şudur: Tayyip Erdoğan, Türklerin ve Kürtlerin arkasından yürüyebilecekleri bir lider. Lütfedip beni kabul ettiği o görüşme sonrasında odasından çıkarken aklıma gelen ilk şey bu oldu: ‘İşte nihayet hem Kürtler’in hem Türkler’in arkasında güvenle duracakları bir lider’ dedim içimden. Bunu da ilk kez bu röportajda söylüyorum. Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin 21. yüzyılı için bir şanstır. Ama birileri de, onun paçalarına sarılıp onu uçuruma çekme çabasında" dedi.
Milat gazetesinden Nil Gülsüm'ün sorularını cevaplayan Miroğlu, Başbakan Erdoğan’ın Türklerin ve Kürtlerin arkasında yürüyebileceği bir lider olduğunu söyledi. Milat gazetesindeki Miroğlu söyleşisi şöyle:
"Silahları Gömmek"te siz, Tayyip Erdoğan’ın birçok adımı Kürt siyasi hareketine rağmen attığını söylüyorsunuz. Tayyip Erdoğan Kürtler için ne ifade ediyor?
Kürtler için Tayyip Erdoğan’ın ne ifade ettiğini anlamak için girdiği üç seçimde Kürtlerden aldığı oylara bakmak lâzım. Ama sadece bu yeterli değil. Kürtler ve Tayyip Erdoğan arasındaki ilişki başka bakımlardan da okunabilecek bir ilişkidir. Cumhuriyet tarihinde Kürtlerle bu kadar rahat ve memnuniyet verici duygusal bir ilişki kurmuş, empati geliştirebilmiş ikinci bir lider yok.
Tayyip Erdoğan’ın yaşanan bu süreçte konumunu nasıl görüyorsunuz?
Benim bir Kürt olarak tespitim şudur: Tayyip Erdoğan, Türklerin ve Kürtlerin arkasından yürüyebilecekleri bir lider. Lütfedip beni kabul ettiği o görüşme sonrasında odasından çıkarken aklıma gelen ilk şey bu oldu: ‘İşte nihayet hem Kürtlerin hem Türklerin arkasında güvenle duracakları bir lider’ dedim içimden. Bunu da ilk kez bu röportajda söylüyorum. Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin 21. yüzyılı için bir şanstır. Ama birileri de, onun paçalarına sarılıp onu uçuruma çekme çabasında.
'Erdoğan güven duyulacak lider'
Erdoğan’ın şans olması nereden kaynaklanıyor?
Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi bir yüzyıldan bir sonraki yüzyıla taşımaya ve devletin, Türkiye’nin ötekileştirilmiş bütün gruplarıyla ilişkilerini normalleştirmeye çalışıyor. Bütün bu özelliklerinden ötürü Tayyip Erdoğan, Türkiye’de Türkler ve Kürtler başta olmak üzere bütün unsurların arkasında durabileceği, güvenebileceği bir liderdir. Önemli olan farklı kesimlerin bir liderin arkasında durması ve ona güvenmesidir. Meselâ ben aynı şeyi Öcalan için söyleyemem. Türkiye’deki diğer Kürt liderler için de söyleyemem bunu. Belki bu onların da kusuru değildir. Bu tarihsel bir seyir, ve koşullar meselesi olduğu gibi, siyasi ufuk ve maharet meselesidir, tarihi iyi okuma kabiliyetidir…
Tayyip Erdoğan’a çok güveniyorsunuz şu halde?
Zaman zaman karşılaştığım bazı Kürtler Tayyip Erdoğan’a gerçekten bu kadar güvenelim mi diye soruyorlar. Ben onlara, son on yılda hayatınızda ve bu ülkede her ne değiştiyse ona samimiyetle bir bakın, sonra da Erdoğan’a güvenilir mi sorusunu kendi kendinize sorun diyorum.
Müzakereler bu sefer başarıya ulaşmazsa, Türkiye ne kaybeder?
Son iki yılda ne kaybettiysek, onu kaybetmeye devam ederiz. Silvan’dan bu yana 1400-1500 civarında PKK’lı, yüzlerce asker şehit oldu. Siviller zarar gördü. Muhtemelen bu eziyetler ve ölümler yine olur. Ama demokratik ilerleme durmaz. Ak Parti Kongresinde ilan edilen demokratik hedefler doğrultusunda ilerlenir. Sivil anayasa süreci de devam eder. Ama bu sefer sonuç alınamazsa, Öcalan ve BDP için çok büyük problem olur, çok savrulurlar. Özellikle BDP açısından kötü olur.
‘Sonuç alınmazsa çözüm 2015’e kalır’
Neden peki?
Çünkü 2007’den 2011’e kadar PKK’nın belirlediği şiddete uygun politika yaptılar. Müzakere başarılı olmazsa, BDP’nin iç demokrasisi ve sivilleşmesi belirsiz bir tarihe ertelenir ve bu da parti tabanında hayal kırıklığına yol açar. Sonuç alınmaması hâlinde, 2014’te yapılacak iki seçim olduğu göz önüne alınırsa, hükümetin, Öcalan’ın kapısını bir daha çalacağını zannetmiyorum. Meseleyi Türkiye bugünkü gibi istekle ancak 2015’ten sonra konuşur…
Ak Parti’nin siyasi manevra olarak müzakere süreci yürüttüğü iddiaları için ne dersiniz?
Bu eleştirileri Kürt aydınlarından ziyade bazı Türk sol aydınların dile getirdiğini görüyoruz. Hatta bazı Türk aydınlar, bağımsız devlet talebini bile öne sürüyorlar. BDP ve PKK’ya bu talebi hatırlatmakla meşguller. Bunun mevcut gerçeklikle bağdaşmadığını söyleyebiliriz. BDP’nin ve PKK’nın bu hatırlatmaları ciddiye almaması gerekir.
PKK’nın tavrını nasıl buluyorsunuz?
PKK’nın tam olarak ne söylediği hâlâ belli değil. PKK adına konuşanlar ihtiyatla yaklaşıyorlar. Bazen de hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylüyorlar. Bir yandan Öcalan’ı kaile alan açıklamalar yapıyorlar, Karayılan’ın açıklamasında olduğu gibi, bir yandan da bu hükümet ve Erdoğan bizi mahvetmeye hazırlanıyor diyorlar… Eylemsizlik kararı alınırsa, buna direnmezler. Ama Türkiye dışına çıkmak söz konusu olursa, bu çok kolay olmaz. PKK içinde bazı gruplar bu karara direnebilirler. Öcalan’ın PKK’lıları ikna etmesi gerekecek, bu yüzden daha fazla konuşma imkânı olmalı. Tabi bir de, Avrupa’daki Kürt diyasporası var. Onlar daha katı görünüyorlar. Bütün kesimler için süreçler işletilir zannediyorum. Ama ben, Öcalan’a hem BDP’nin, hem de eğer çözüm istiyorlarsa Kandil’in destek verip onun arkasında durması gerektiğini düşünüyorum.
PKK’nın silah bırakmasını kimler istemez?
Avrupa Birliği, PKK’nın silah bırakmasını istemez. Avrupa’nın bu tarafını bilen Cengiz Çandar gibi Türk aydınlar da oralara gittiklerinde PKK’nın silah bırakmaması gerektiğini söylerler zaten. Ulusalcı kanattan da PKK’nın silah bırakmamasını isteyenler olduğunu duyuyoruz, biliyoruz. Son iki yılda PKK, Ak Parti iktidarına muhalefet etmenin bir imkânı hâline geldi.
Nasıl oldu bu?
Ak Parti’yi sandıkta yenmek imkânsızlaşınca, dağdan gelen cenazelerle yenebileceklerini düşünenler oldu. Bu bakımdan, PKK’nın silah bırakması, Türkiye siyasetini kökten etkileyecek bir olaydır. CHP İzmir milletvekili Türklerle Kürtlerin eşit olmadığını söyledi ya, gidin bu hanımefendiyle ve İzmir’de ona oy veren ve onun gibi Kürtlerle eşit olmak istemeyen seçmeniyle konuşun, PKK’nin silah bırakmasını istiyor musunuz diye sorun, alacağınız cevap hayır olacaktır… CHP tabanının önemli bir kısmı PKK’nın silah bırakmasını istemez. Bu tabanı temsil edenler de bu milletvekili hanımefendi gibi düşünenlerdir.
BDP ne yapmalı bu süreçte?
BDP siyasetin sivilleşmesi yönünde önemli rol oynayabilir. Mecliste yeni bir anayasa süreci işliyor. BDP burada Ak Parti’ye destek vererek kilit parti olabilir. BDP 2010 referandumunda Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde taraf olma fırsatını kaçırdı. Eğer o gün referandumda ‘Evet’ oyları % 58 değil de, % 49 olsaydı, BDP tarihsel olarak Türkiye’nin 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmasına engel olmuş olacaktı. Ama bu sefer bu fırsatı kullanabilir. BDP mecliste Ak Parti ile işbirliği yaparak Yeni Anayasanın 2013 sonbaharında referandumunda halka sunulmasına katkıda bulunmalı.
Geçtiğimiz yılın en önemli medya olaylarından birisi sizin Taraf’tan ayrılmanızdı. Neydi tam olarak yaşanan?
Yazılarıma ihtiyatla yaklaşıldığını hissetmeye başladım. Özellikle Cengiz Çandar ve Sezgin Tanrıkulu’nu eleştirdiğim yazılar. Cengiz Çandar, Kürt aydınlarını önemsizleştiren, hatta hiçleştiren bir üslupla bir yazı kaleme aldı. O yazısını çok haksız buldum. Meselâ bizim Abant’a çağrılmamızın, medyada konuşturulmamızın fuzuli bir şey olduğunu söylüyordu. Buna karşılık birkaç yazı yazdım. Türk aydınları arasında klan tipi bir örgütlenme var. Yazılarım klanın diğer üyelerini de rahatsız etti. Bu rahatsızlığı Taraf’ta da hissettim. Kibarca bu hususta uyarıldım. Sezgin Tanrıkulu ile yazılarımda da benzer bir durum oldu. Daha sonra Allah rahmet eylesin Şerafettin Elçi, ‘PKK sadece hainleri infaz etti’ anlamında bazı sözler sarf etti. Bunu bir Kürt siyasetçisine yakıştıramadığımı ifade eden bir yazı yazdım.
PKK’yı da eleştirdiğiniz köşe yazılarınız oldu…
Evet. PKK’nın psikolojik bir harp yürüttüğünü ve Türk medyasının bir kısmının da buna alet olduğunu yazdım. Bu da Taraf’ta rahatsızlık yarattı. Meselâ Ahmet Altan, “Kürtlerin yarısı silahlı isyana hazırlar. Bu hükümet, bütün Kürtleri tıkacağı bir hapishane arıyor. PKK, Şemdinli’de 400 kilometre kare alanı ele geçirdi. Suriye’de PYD yeni bir Kürdistan kuruyor.” gibi son derece provokatif haberler yaptı, yazılar yazdı. Ahmet Altan ve diğerleri bunları yazıp söylerken hiçbir şeyi feda etmiyorlar aslında.
'Ahmet Altan'ın feda edebileceği bir şey yok'
Neden?
Feda edebilecekleri bir hikâyeleri yok çünkü. Kürt gençlerine savaşmaktan başka çareniz yok demeyi marifet sanıyorlar. Eh koskoca Ahmet Altan Kürt gençlerinin ve halkının savaş psikolojisine iyi gelen yazılar yazarken, ben aynı kesime dönüyorum ve durun bir dakika, daha fazla ölmeniz hiçbir şeyi değiştirmeyecek ve siz daha fazla ölüyor ve öldürüyorsunuz diye kimse sizi daha fazla ciddiye almayacak… Silahlarınızı bırakmalısınız diyorum… Altan gibileri hiçbir şey feda etmiyorlar, ama ben kendi siyasi hikâyemi feda ediyorum. Karşılığı ise hainlikle suçlanmak, kişilik katline uğramak oluyor. Taraf’ta kullanılmayan, son iki yazım da, PKK’nın yürüttüğü psikolojik harple ilgiliydi.
İpin koptuğu an hangisiydi?
Son yazımı Pazar günü yazıp gönderdim. Editör mail atıp teşekkür etti. Sonra dışarı çıktım. İki saat sonra editör arayıp, yazının kısaltılmasını istedi. O gün Ahmet Altan ve Yasemin Çongar zannederim gazetede yoklardı. Ama bu yine de Ahmet Altan’ın onayladığı bir operasyon oldu. Eğer onaylamasaydı, beni arayıp meseleyi sorardı. Açıkçası Taraf, bir yazarından kurtulmak için yazı uzunluğunu bahane etti.
'Altan’dan adil olmasını istedim'
Ahmet Altan ile ters düştünüz o süreçte…
Ahmet Altan, Başbakan’ı padişahlıkla, Ahmet Davutoğlu’nu sadrazamlıkla suçlayan yazılar yazdı. Ben de cevaben, daha vicdanlı ve adil olmak gerektiğini ifade eden bir yazı yazdım. Ahmet Altan’a, “Bu eleştirdiğin, padişahlıkla suçladığın adam olmasaydı, Ergenekon’u destekleyen darbeciler iş başında olacaktı ve belki de sen yurtdışında roman yazıyor olacaktın” dedim. Bu tavır gazetede büyük etki yaptı. Ahmet Altan bu yazılarıma cevap vermedi, çünkü haklıydım. İş öyle bir hâl aldı ki, Ahmet Altanınkilerle ile benim yazılarım, zehir-panzehir gibi oldu.
Gazetenin tavrı ne oldu?
Ahmet Altan ile bu tartışmanın ardından yazılarım birinci sayfadan anons edilmemeye başladı. Bu tartışmadan sonra kaleme aldığım yirmi dört yazıdan biri bile birinci sayfadan anons edilmedi. Bunun üzerine bir de yazımın kısaltılması talebi gelince editöre bunun kimin talebi olduğunu sordum. Editör, talimatın Ahmet Altan’dan geldiğini söyledi. Ben de Ahmet Altan’ın yazılarımın birinci sayfadan anons edilmemesini izah etmesi hâlinde yazımı kısaltacağımı söyledim. Elbette izah gelmedi. Ben de yazımı kısaltmadım. Ama yazımı internet sitesinde kullandılar. Ben de, gazeteye konmayan yazının internet sitesinde kullanılmasına itiraz ettim. Yazıyı siteden kaldırmalarını istedim.
Sonradan yayımladığınız yazıya ekleme yaptınız mı?
Asla. Yanlış bilgi verilmiş Ahmet Altan’a. Ben neden fikirlerimi saklayayım ki? Tavrını en net ve açık biçimde ortaya koyan, bunun için Öcalan’ı, PKK’yi bile karşısına alan bir kişi olarak neden buna ihtiyaç duyayım?
‘Çok kırgınım’
Kırgın mısınız?
Çok kırgınım ve affetmiyorum. Yaptıkları dezenformasyondu, benim üzerimden arayı düzeltmek için, PKK camiasına mesaj yazıları yazdılar. PKK’nin itibarsızlaştırma kampanyasına Taraf o manşetleriyle, Ahmet Altan o yazılarıyla katkıda bulundu. Ondan sonra beni suçlu göstermeye çalıştılar. Akit’in bir röportajından ötürü Mehmet Altan bana dava açtı. Ben Akit’e röportaj vermedim. Üstelik, o olaydan önceki iki ayda Akit’e tam üç tane eleştiri yazısı yazmışım.
Hangi konularda eleştirdiniz Akit’i?
Biri, Hamit Yıldırım’ın yakalanmasıyla ilgili kullandıkları haber dili dolayısıylaydı. İkincisi, benim Stockholm’de Süryaniler’e söylediğim iddia edilen, ama asla sarf edilmemiş sözlerle ilgiliydi. Diğeri Süryaniler’in Mardin’d Asuri imparatorluğu kurmak istediklerine dair haberle ilgiliydi, biri de Ali Bayramoğlu’nun etnik aidiyetinin spekülasyon edilmesiyle ilgiliydi..
‘Altan kardeşler PKK’ya hizmet ettiler’
Hâlâ aynı kanaatte misiniz?
Evet, hâlâ aynı kanaatteyim ve aynı sözleri söylüyorum. Taraf, son bir-bir buçuk yıl içinde Ahmet Altan’ın yazıları, Mehmet Altan’ın başka medya organlarında yer alan yorumları da dahil olmak üzere PKK şiddetine tanınan toleransa katkı sundu. Ve bu PKK’ye hizmettir. PKK’ye hizmet, ille de kaleşnikofla olmaz. PKK’ye hizmet, düşünsel anlamda da olur. Mehmet Altan’ın televizyonda askerî vesayetle ilgili söylediği yorumları izliyorum. Gayet güzel. Peki aynı Mehmet Altan, IMC’de yaptığı programda neden Kürt askerî vesayetiyle ilgili hiçbir şey söylemiyor? İslâmî, muhafazakar medyada askerî vesayeti eleştirip, diğer taraftan PKK’nin militarizmine hiçbir şey söylemiyorlar. Ben bunu söyledim. Mehmet Altan da bu sözlerim için dava açmış. Altan ailesi hedef gösteriliyormuş! Kim kimi hedef gösteriyor? Bugün bu ülkede ‘insan öldürme özgürlüğü’ sadece PKK’dedir. Devletin bile bu özgürlüğü kalmadı artık.
Dava ne oldu sonra?
Altan’ın başvurusu mahkemece ret edildi. İfademe başvuruldu, altı sayfa ifade verdim. Mehmet Altan’ın benim ve Akit için talep ettiği davanın açılmasını istedim. Bu dava açılmalı ve kimin PKK’ye hizmet ettiği, kimin PKK’ye andıçlandığı anlaşılmalıdır dedim. Anayasa mahkemesine başvuracakmış, onu destekliyorum, inşallah anayasa mahkemesi başvurusunu kabul eder. Kabul edilirse çok sevineceğim… Mahkeme huzurunda tarihe bir kayıt düşme fırsatı bulacağım..
‘Altan, beni hedef gösterdi’
Bu isimlerin PKK yanlısı söylem kullandığını mı düşünüyorsunuz?
Ahmet Altan, “Orhan Miroğlu Başbakan ile buluştu ve Şemdin Sakık Ergenekon duruşmasına geldi” diye yazdı. Merhamet yahu! Bu tamamen PKK diliyle konuşmaktır. Bu makalenin yayınlandığı gün ANF’de bir adam, benim KCK davasında gizli tanık olduğumu yazdı. Bir başkası, ‘Orhan Miroğlu kendisini öldürtmek istiyor’ diye yazdı ve tehdit etti… Bu iki yazı da tesadüf mü bilemem, ama Ahmet Altan’ın yazısıyla aynı gün yayınlandı.
Hukuki olarak hakkınızı aramayı düşündünüz mü?
“Orhan Miroğlu Başbakan ile buluştu ve Şemdin Sakık duruşmaya geldi” demek ile “Orhan Miroğlu KCK davasında gizli tanık” demek aynı şeye hizmet ediyor. Hedef gösterme gerekçesiyle dava açması gereken asıl benim. Suç duyurusunda bulunabilirdim, ama lanet olsun deyip yapmadım. Mehmet Altan’ın talep ettiği dava için gidip ifade verdiğimde bana uzlaşma isteyip istemediğim soruldu. Kesinlikle uzlaşma istemedim. Çünkü bu davayı, ‘biz andıçlanıyoruz’ diyerek açanlar, asıl bizim gibi insanları PKK’ye andıçlayanlardır. İfademde, “Bu dava, Türk ve Kürt aydınının bu meseledeki tavrını tartışabileceğimiz bir dava hâline gelmelidir” dedim. Galiba davanın açılmasına gerek görülmemiş. Şimdi de, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarmış. Ben de bu davanın açılmasını istiyorum.
‘Ben uyarmıştım’
Ahmet Altan’ın Taraf’tan ayrılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O günlerde, ‘Ahmet Altan gazetesiyle ilgilensin. Yoksa yakında elinden gidecek. Bir gazete evden idare edilmez’ demiştim. Son bir yılda Ahmet Altan gazeteye gelip gitmiyordu. Zaman beni haklı çıkardı. Ben bunu söyledikten iki buçuk ay sonra gazetesi elinden alındı. Roman yazma gerekçesini öne sürse de, benim duyduğum, Ahmet Altan’a gazeteyi bırakması isteğinin daha önce gittiği, uygulamalarının yanlış bulunduğu yönünde. Ama ilginçtir, Ahmet Altan ayrıldıktan sonra gazetenin tirajı artmaya başladı. Ama bunun sebebi tam olarak nedir, bilmiyorum. Umarım bu artış, gerçek bir artıştır.