Gündem

Oğur: Gerillayla bayramlaşma kaçıncı gün

Yıldıray Oğur, 'Eğer bu kucaklaşma görüntüleri size barış mesajı gibi geliyorsa, o barışı yapmak için geriye tek bir eksik kalmış demektir: Barışacak Türkler' dedi

21 Ağustos 2012 19:42

Yıldıray Oğur

(Taraf - 21 Ağustos 2012)

 

Gerillayla bayramlaşma kaçıncı gün

 

Tora Bora Dağları Afganistan’ın Pakistan sınırlarında sarp dağlar. Hâlâ öyle mi bilmiyorum ama El Kaide’nin Kandil’iydi bu dağlar. Peki, bir Arap genç neden rahatını bozup Afganistan’a kadar gidip bu sarp dağlarda ölümü göze alır hiç düşündünüz mü? Öyle “El Kaide’yi kına” diye baskı yapmak kolay. Ülkesi işgal altında bir Filistinli gence haklarını verdiniz de mi keyfinden El Kaide’ye katılıp dağa çıktı? Ya ülkesi ABD işgali altındaki Iraklı gençler, Suudi gençler, onlar ne yapsın? Okumuş mühendis olmuş o Arap gençler sizce boşuna mı uçak kaçırıp İkiz Kulelere çarpıtarak hayatlarına son verdiler?

Empatinin sonu yok. Dünyada herhalde hiçbir genç bugüne kadar sapık bir seri katil olduğu için, dağ havasını çok sevdiği için ya da adrenalin tutkunu olduğu için eline silah alıp dağa çıkmadı.

Hatta biraz zorlarsanız dünyada anlaşılamayacak tek bir cinayet bile kalmaz. Seri katillerin bile çocukluğuna inseniz onların örselenmiş ruhlarıyla empati kuracak bir sürü hikâye bulursunuz.

Ama “İkiz Kulelere uçakları çarpıp hayatlarına son veren okumuş mağdur Tora Bora Dağlarının Arap çocuklarıyla empatiyi biraz daha ileri götürürseniz, ileri bir demokraside şiddeti övmekten, nefret suçundan kendinizi içeride bulabilirsiniz. En azından bu hiper duyarlılığınız sizi demokrat, insan hakları aktivisti, barışsever yapmaz.

Heveskâr bir gerillacılıkla karışık, adam öldürmeyi meşru gören bir anlama çabasının, “ama dağa çıkmayıp da ne yapsınlar”cı bir fikrî sefalatin, siyaset karşıtlığının insan hakları aktivistliği, barışseverlik, solculuk, demokratlıkla yan yana durabildiği Türkiye’de bile bu görüntüler anlaşılamaz ama.

Sırtlarında taşıdıkları Kalaşnikoflar, Kanaslar belki biraz önce yine bir can almış, can almaya devam eden savaştan çıkıp gelmiş gerillalara özlemle sarılıp, sevinçle kutlamanın Türkiye’deki adı bile “vicdansızlıktan” başka bir şey olamaz.

“Şemdinli’de çok asker öldürdük, medya bunu yazmıyor” diye dertlenip yol kesen eli silahlıların attığı nutuğu buğulu gözlerle hipnotize olmuş gibi izleyen siyasetçilerin hâli de bir zamanlar Genelkurmay brifinglerini ağzı açık izleyenlerden daha az utanç verici değildir.

Medyaya bağırıp duran Başbakan’a haklı olarak öfkelenenlerin, elinde silah konvoydaki gazeteciye racon kesen PKK’lıları can kulağıyla dinlemesinin utancı bile yeter.

Türk militarizmiyle aşık atan Kürt militarizminin bu “en büyük gerilla bizim gerilla” ruh hâliyle dağa asker uğurlama görüntülerini Habur’a benzetenler herhalde hafızalarımızla dalga geçiyor. Habur’da barış için silahını bırakıp gelmiş gerillaları karşılamıştı halk. Kutlanan barıştı, çözümdü. Kutlamakta da haklıydılar. Bu kez ise kucaklanan o savaşın namlusu dumanlı askerleri, kutlanan şey savaş, alkışlarla dağa gönderilen gerillalar yeni canlar almaya gidiyorlar.

İlle de bu görüntüler bir şeye benzetilecekse mesela Korkut Eken’in cezaevinden omuzlarda çıkış görüntülerine benzetilebilir. Ve emin olun Kürtlerin katillerinden birinin omuzlara alınmasını izlerken bir Kürt ne hissettiyse, askerleri öldürmeye devam eden gerillaların Mekke’den gelmiş hacı kafilesi gibi karşılanmasını izleyen Türkler de onu hissettiler.

Bu görüntülerde gerillalarla sarılıp fotoğraf çektirme heveskârlığı ille de bir şeye benzetilecekse Ogün Samast’la fotoğraf çektirmek için yarışan polislerin, askerlerin heveskârlığına benzetilebilir.

Katille fotoğraf görüntülerini izlerken Rakel Dink ne hissettiyse, birkaç gün önce deprem prefabriklerini beklerken öldürülen polisin annesi de bu kucaklaşma sahnelerini izlerken onu hissetmiştir.

Esasen bu görüntülerin muadili ancak Şemdinli’de dağa çıkıp çatışmadan dönen özel timleri alkışlarla karşılayıp, bağıra basan MHP’li vekillerin görüntüsü olabilirdi.

Ama iyi ki MHP’liler bile bu kadar milliyetçi, militarist ve provokatif değil. Aradaki “bile”nin de son kullanma tarihi çoktan geçti aslında.

Şemdinli baskınının yıldönümünü halay çekip kutlayan BDP’li vekilleri, en fazla Malazgirt Zaferi’ni kutlamak için halay çekmiş MHP’lilerden daha az şoven, militarist yapan ne kaldı ki? Dokuz insanı parçalamış bir canlı bomba için “Zilan yoldaş sadece sisteme karşı kendi bedeninde bomba patlatmamış, aynı zamanda erkek egemen sisteme karşı kadın mücadelesine önemli bir çıkış yapmıştır” diyen Sebahat Tuncel’in, İdris Naim Şahin’den daha az saçmaladığını kim iddia edebilir?

Bu en az güneşin her sabah doğması kadar tesadüfi olan kucaklaşmanın ardından “Orada buram buram bir özgürlük havası vardı” diyen BDP Bitlis milletvekili peki özgürlük dağlardaysa kendisinin Ankara’da Meclis’te niye vakit kaybettiği kime, nasıl açıklayabilir?

Nedir Kürt hakları için en ileri talepleri, istediği anda merkez medyada bile dillendirme popülerliğine sahip Aysel Tuğluk’u, her hafta ülkenin Meclis’inden devletin televizyonunun canlı yayınında istediğini söyleyebilen Gültan Kışanak’ı, yolunu kesen eli silahlı gerillalara hâlâ halaskâran-ı zabitana bakar gibi baktıran, Kurtuluş Savaşı’nda cepheden dönen askerlere mataralarıyla su veren hemşire ruh hâline sokan?

40 yıl önce gerillacılık uğruna insanları öldüren ve sonunda genç yaşlarında ölüme giden bir kuşağın içinden tesadüfen kurtulmuş Ertuğrul Kürkçü’nün, yolunu kesmiş, kendisini nutuk atan bugünün öldüren ve ölen gençlerine bir “aferin çocuklar” gülümseyişinden, “gelin biz sizi misafir edelim” şakasından başka söyleyecek bir sözü yok mu?

PKK’nın o silahları bugüne kadar Kürtlere ne yapılmasını engelledi?

Köylerin yakılmasını, boşaltılmasını engelleyebildi mi? Faili meçhulleri engelleyebildi mi? Uludere’yi engelleyebildi mi? PKK’nın 30 yıllık silahlı mücadelesi Kürtleri hangi felaketten korudu, yoksa başlarına daha büyük felaketler açılmasına mı neden oldu? PKK’nın silahlı mücadelesi olmasaydı, JITEM olur muydu? Faili meçhuller olur muydu, köyler yakılır mıydı, olağanüstü hâl için gerekçe bulunur muydu? Peki, Uludere olur muydu? Ceylan o top mermisini evinin yanında bulur muydu?

Türkiye kamuoyunu Kürtlerin mağdur edildiğine Şemdinli baskını mı, Mavi Çarşı’nın yakılması mı ikna etti yoksa şimdi önceki gün kardeşi PKK’nın baş şüpheli olduğu bir saldırıda öldürülen Selim Dindar’ın Neşe Düzel’e anlattığı Diyarbakır Cezaevi anıları mı?

Hangi mayın, hangi araba dolusu bomba, 32. Gün’e çıkan Ahmet Türk kadar ses çıkarabildi?

Çukurca’da patlatılıp videoya çekilen askerlerin görüntüleri mi yoksa Sırrı Süreyya’nın, Demirtaş’ın Siyaset Meydanı görüntüleri mi? Siirt’te, Batman’da, Bingöl’de Kürt kadınları paramparça etmek mi, Kayseri’nin bir kasabasındaki bir Emniyet Müdürlüğü’nü havaya uçurmak için kadın gerillaları ölüme göndermek mi yoksa eli kalem tutan Aysel Tuğluk’un bir yazısı mı? Hangisinin Kürtlere faydası daha çok?

Kumrular’da patlayan bomba yüzünden sarsılınca mı hükümet devlet okullarında Kürtçeyi seçmeli ders yaptı? Ancak PKK Genelkurmay’ı patlatırsa, anadilde eğitim başlayacak, yerel yönetim reform mu yapılacak sanıyorsunuz?

Eğer bu kucaklaşma görüntüleri size barış mesajı gibi geliyorsa, o barışı yapmak için geriye tek bir eksik kalmış demektir: Barışacak Türkler. Böyle bir barışa da ancak dağlarda gezerken tark turk sesleri çıkardıkları için Türk denen “Dağ Kürtleri” ikna olur.

30 yılın sonunda Türklerin sanal birlik beraberlik âleminden, Kürtlerin sanal barış âlemine geçiyoruz. Bir de bütün dünya gerillaların barış için adam öldürdüğüne bir inansa, bir inansa, hayat bayram olsa...