T24 - ABD’nin en etkili köşe yazarlarından 3 Pulitzer Ödüllü Thomas Friedman, New York Times’ta, ABD Başkanı’nın, “ABD-Türkiye ilişkileri uçuruma gitmeden önce, Erdoğan’ı yazlık konutunda bir haftasonu ağırlaması gerektiğini yazdı.
Gündemde büyük yankı bulan yazının tam çevirisi:
THOMAS L. FRIEDMAN
Türkiye, beni ilk görüşte cezbeden bir ülke. İnsanlarını, kültürünü, mutfağını ve hepsinden çok modern Türkiye fikrini seviyorum: Avrupa ve Ortadoğu’nun bağlantı noktasında duran, aynı anda modern, laik, Müslüman ve demokratik olmayı başaran, Araplarla, İsrail’le ve Batı’yla iyi ilişkileri olan bir ülke fikrini.
11 Eylül’den sonra, “Bin Ladinizm”e çare olarak Türk modelini destekleyenler arasındaydım. Gerçekten de, Türkiye’ye 2005 yılında yaptığım son ziyarette, yetkililerle yaptığım tüm görüşmeler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma çabaları üzerineydi. Bu yüzden, bugüne gelip de Türkiye’nin İslamcı hükümetinin Avrupa Birliği’ne katılmaya değil de Arap Birliği’ne -hayır, bunun üzerini çizin, İsrail’e karşı Hamas-Hizbullah-İran direniş cephesine- katılmaya odaklanmış gibi gözüktüğünü görmek şoke edici oldu.
Peki bu nasıl oldu?
Bir dakika bekleyin Friedman. Bu büyük bir abartı, der Türk yetkililer.
Haklısınız. Abartıyorum, ama o kadar da değil. Son birkaç yıldır Türkiye’nin içinde ve çevresinde oluşan boşluklar dizisi, Türkiye’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetilen İslamcı hükümetini, Doğu ve Batı arasındaki denge noktasından uzağa çekti. Bunun çok büyük etkileri olabilir. Türkiye’nin dengeleyici rolü, dünya politikasının en önemli ve sessiz stabilizatörlerinden biri olmuştur. Bunu ancak yok olunca farkedersiniz. Ve İstanbul’da bulunmak, beni bu boşluklar yanlış şekilde doldurulduğu takdirde bunu kaybetme yolunda olabileceğimize ikna etti.
İlk boşluk, Avrupa Birliği’nin nezaketinden geliyor.
Türklere AB üyesi olmak istiyorlarsa kanunlarında, ekonomide, azınlık haklarında ve sivil-asker ilişkilerinde -ki Bu Erdoğan hükümetinin sistematik olarak yaptığı birşey- reforma gitmelerini söyledikten on yıl sonra, AB başkanlığı şimdi de Türkiye’ye “A, demek kimse size söylemedi? Biz bir Hıristiyan kulübüyüz. Müslümanlara izin yok” diyor. AB’nin Türkiye’yi reddetmesi oldukça kötü bir hareket ve Türkiye’yi İran’a ve Arap dünyasına yaklaşmaya yönlendiren anahtar bir faktör.
Fakat Türkiye Güney’e daha çok bakmaya başladıkça, bir boşluk daha buldu: Arap-Müslüman dünyasında bir liderliğin olmaması. Mısır boşlukta. Suudi Arabistan uyuyor. Suriye çok küçük. Ve Irak çok kırılgan. Erdoğan, Hamas yönetimindeki Gazze’ye kısmi ambargo uygulayan İsrail’e karşı oldukça sert bir tavır takınarak ve Türk yönetimindeki filonun bu ambargoyu kırmasını sessizce destekleyerek -bu sırada sekiz Türk İsrail tarafından öldürülmüştü- Türkiye’nin Arap sokaklarında ve piyasasında etkisini artırabileceğini keşfetti.
Gerçekten de, bugün Erdoğan Arap dünyasındaki en popüler lider. Ama ne yazık ki, bir demokrasi, modernlik ve İslam sentezine önayak olduğu için değil, İsrail’e gürültülü darbeler indirdiği ve aslında bir Filistin devletinin temellerini inşa eden, daha sorumluluk sahibi olan Filistin Otoritesi yerine Hamas’ı övdüğü için.
İsrail’in bölgedeki insan hakları ihlallerini eleştirmenin yanlış hiçbir tarafı yok. İsrail’in Filistin sorununu çözmede yaratıcılığını kullanamaması, bir başka tehlikeli boşluk. Fakat, Erdoğan’ın İsraillileri katil olarak ilan etmesi ve aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında Darfur katliamındaki rolü nedeniyle savaş ve insanlık suçlarından dava açılan Ömer Hasan El Beşir’i Ankara’da sıcak bir şekilde karşılaması, hükümeti oylarının yeniden sayılmasını isteyen binlerce İranlı’yı öldüren ve hapse atan İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ı nazikçe ağırlaması oldukça sıkıntı yarattı. Erdoğan, Beşir’i ağırlamasını “Bir Müslüman için soykırıma kalkışmak mümkün değildir” sözleriyle savundu.
Bir Türk dış politika analisti bana şöyle demişti: “Biz artık Doğu ve Batı arasında arabuluculuk yapmıyoruz. Biz, Doğu’nun en regresif elementlerinin sözcüsü olduk.”
Son olarak, Türkiye’nin içinde de bir boşluk var. Laik muhalefet partileri son on yılın büyük bir kısmında kargaşa içinde, ordu konuşmaları gizlice dinlenerek sindiriliyor ve hükümet baskısı yüzünden gözü korkan basın, giderek daha çok otosansür içine itiliyor. Eylül’de, Erdoğan hükümeti en büyük, en etkili ve en kritik medya grubu olan Doğan Holding’i dize getirmek için 2.5 milyar dolar vergi cezası haczi getirdi. Aynı zamanda Erdoğan, halk desteğini güçlendirmek için topluluk önündeki konuşmalarında da -İsraillileri katil olarak nitelendirerek- İsrail’le ilgili daha acı konuşuyor. Muhaliflerini sürekli olarak “İsrail’in taşeronları” ve “Tel Aviv’in avukatları” diye yaftalıyor.
Üzücü. Erdoğan zeki, karizmatik ve çok pragmatik olabiliyor. O bir diktatör değil. Onu Arap sokaklarının en popüler lideri olarak görmeyi isterim, ama Arap radikallerinden daha radikal olarak ve Hamas’a tedarik sağlayarak değil, antidemokratik Arap liderlerden daha fazla demokrasi savunucusu olarak ve dengeli bir şekilde tüm Filistinliler ile İsrail arasında arabuluculuk yaparak.
Bu Erdoğan’ın bulunduğu yer değil ve bu rahatsız edici. Belki Başkan Obama, ABD-Türkiye ilişkileri uçuruma gitmeden önce havayı temizlemek adına Erdoğan’ı Camp David’de bir haftasonu için davet etmeli.