Yaşam

Nilgün Türkler: Devlet mahkûm olunca keyif alacağım

DİSK kurucusu Kemal Türkler'in kızı Nilgün Türkler, 30 yıl sonra zaman aşımına uğrayan davayı AİHM'e taşımaya hazırlanıyor.

06 Aralık 2010 02:00

T24 - DİSK'in kurucusu Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 sabahı öldürüldü. Kızı Nilgün Türkler o anı gözleriyle gördü. 30 yıl geçti, dava geçen hafta zaman aşımına uğradı. Türkler şimdi yıllarca dinmeyen acısı için adalet istiyor, AİHM'e başvurmaya hazırlanıyor.


Türkler’in öldürülmesinin ardından Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan haberde eşi Sabahat Türkler olayı “Başını kucağıma almıştım, ‘İşçilere ne söyleyeyim Kemal’ dedim. Seslenmiyordu. Konuşmadı. Küçük kızım da olayı gördü, bilmem ona ne oldu” sözleriyle anlattı. O gün 18 yaşında olan Nilgün Soydan Türkler şimdi 49 yaşında. Hayatı babasının katillerinin yargı önüne çıkmasını beklemekle geçti, dava zaman aşımına girince tepkisini “Bu ülkeden nefret ediyorum” diyerek dile getirdi. Soydan’la buluşup o günlerden bugünlere nasıl geldiğini ve o sabahı nasıl hatırladığını konuştuk…

Radikal gazetesinde Ayşe Örer'in "'Devlet mahkûm olunca keyif alacağım'" başlığıyla yayımlanan (6 Aralık 2010) yazısı şöyle:


'Devlet mahkûm olunca keyif alacağım'

Kemal Türkler davası zaman aşımıyla düştü. Daha önce gitmek istemediğinizi söylemenize rağmen bugün AİHM’e gitmek zorundasınız.

Babam vurulduktan sonra Aydın Eryılmaz, Abdüsselam Karakuş Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılanıp 12 yıl hüküm giydiler. Ünal Osmanağaoğlu kaçtı. 1980’den 1996’ya kadar avukatımız Rasim Öz dava açmak için uğraştı fakat ailenin dava açmasına devlet izin vermedi. 1996 yılında dava açabildik. Dava açıldıktan üç yıl sonra katil yakalandı. Katili, Rasim Öz kendi tanıdığı emniyet görevlileri ve savcılar aracılığıyla yakalattı. Ondan sonra 1999’da dava başladı. Osmanağaoğlu 2010’a kadar geçen sürede iki kez beraat ettirildi. Yargıtay bu beraat kararlarını bozdu. Üçüncü kez Yargıtay Genel Kurulu beraat kararını bozup “Ünal Osmanağaoğlu’nun katil olduğunu” tescilleyen kararı gönderdiğinde, yerel mahkeme bu karara uymak zorunda kaldı. Yerel mahkeme buna uyduğu tarihte iki kere beraat veren Ali Asker Kazan mahkemeye başkanlık yapmıyordu. Uzun sürede görev başı yapmadı, kâh rapor aldı, kâh izne çıktı. “İki kez beraat verdiğim bir davaya girip hüküm vermem” dedi. Oysa bir hâkimin dava seçme hakkı yok. Son duruşma günü geldi ve ilk günden beri zaman aşımına uğraması için uğraştığı davanın ortadan kalktığını söyleyen kararı açıkladı.


Ünal Osmanağaoğlu’yla mahkemede karşılaşınca sizden “baktığınız için” şikâyetçi olmuş.

49 yaşındayım ben. Bütün yaşamımda kendisine bakıyorum diye beni iki kişi şikâyet etti. Bir tanesi babamın katili Ünal Osmanağaoğlu. Dava iki saat sürse de sürekli ona bakarak gözünü yakalamak istediğim için, beni mahkeme başkanına şikâyet etti. Seneler sonra ne gariptir ki, yine davada savcı “davada bana bakıyor” diye şikâyet etti.


Katil yüzüme baksın istedim

Göz göze gelme isteğinin nedeni ne?

Ben de çok düşündüm. Çünkü o benim babamın katili, ben onu babamı öldürürken gördüm. Yüzüme bakmasını istedim çünkü onunla bir saniye de olsa hesaplaşmak istiyorum. Ama o öldürdüğü adamın kızı olduğum için hiç yüzüme bakamadı. Böyle bir hesaplaşmaya girmek istemedi. Bana bakarken babamı göreceğini biliyorum. Ben babamın kızıyım, bana baktığında öldürdüğü o adamın kızını ve bizim ne kadar normal, temiz, iyi insanlar olduğumuzu belki yüzümüzden gözümüzden anlayabilirdi.


Sizi en çok yaralayan şey ne?

Katil olarak yakalanan insan devletin çiftliğinde yedi yıldır işletmecilik yapıyor. Bir kere ona bozuluyorsunuz. Dava devam ediyor, katil getirilemiyor, bir gün harcırah çıkmıyor, bir gün araç eksik, raporlu, hasta deniyor. Yine de yargıya inanmak istiyorsunuz, arada iki kez beraat veriliyor, Yargıtay bozuyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı olduğu halde son güne kadar sıkıştırılmış yalandan duruşmalarla zaman aşımına getiriliyor süreç. “Memleketimden nefret ettim” dedim, ülkemden normal şartlarda niye nefret edeyim? Ben ülkem iyi insanlar tarafından yönetilmediği için nefret ettim. Dolayısıyla saygı sevgi beslediğim bu ülkedeki bu adaleti bize layık görmesini kabul edemedim. Ben ve ailem bu devleti şikâyet ettiğinde, mahkûm ettirdiğinde, artık üzülmeyeceğim keyif alacağım.


Siyasi hayata imza atan Kemal Türkler bu ortam içinde evde nasıldı?

Babam iyi bir babaydı. Bize çok zaman ayıramadığı aşikârdı. Babam 35 yaşındayken doğmuşum ben. Geç evlenmiş. Zaten hayatını işçilik yaparak, okuyarak, sendikacılık yaparak sürdürmüş. O işçilerle yaşarken biz de işçi aileleriyle yaşardık. Babamız çok az bizim oldu. Ama birlikte olduğumuz zamanları daha kaliteli geçirdik. Bana dersimde de yardım etti, beraber kitap da seçtik. Hiçbir zaman müdahalede bulunmazdı. Annem daha müdahaleciydi, “şu derneğe üye ol, bu etkinliğe git” diye. Babam bunlara denk gelince, uyarırdı.


Tam tersi olur aslında, anneler daha kollayıcıdır...

Annemde değişik bir hırs vardı. Babamın bir işçi lideri olarak çocuklarını koruma kollama programı vardı. İkimizi de İstanbul Kız Lisesi’ne gönderdi. Hiçbir zaman bize “tehdit ediliyorum, şuna dikkat etmeliyiz” demedi. Ama kendi yöntemiyle hiçbir şey anlatmadan, her şeyi çok düzenli organize etti. Babam öldürüldüğü dönemde ev basmalar çok yaygındı. Demir kapı yaptırdık. Her akşam geldiğinde, “Kim o” derdim ben, “Bombayım ben” derdi. Eğlenceli bir insandı. Evlenme yıl dönümlerinde anneme hediye alır romantik ortamlar yaratırdı. Benim rujumu, rimelimi alıp geldiği olmuştur.


Babanızın tehdit aldığını ne zaman öğrendiniz?

Hiç. Ben babam öldürüldükten sonra babamın sekreterinden, çalışma arkadaşlarından öğrendim. Annem de sonra öğrendi. Bizim hiçbir zaman haberimiz olmadı. Babam çok rahat bir insandı. Eylem sonunda savcılığa gidilip teslim olması gerekirse, o iş de ertesi sabahsa, gece gelir bizle yemeğini yer, sohbet ederdi. Muhakkak yemek saatinde dördümüz otururduk. Annem çantasını hazırlardı, şehir dışına gider gibi giderdi karakola. Babamı çok özlediğim, geceleri uyandığımda ağladığım oldu ama hiç belli etmedik birbirimize. Güzel bir aileydik biz…


Vurulduğunda gözleri açıktı

22 Temmuz sabahına dönelim…

Dediniz ya “Kemal Türkler’in kızı olmak nasıl?” diye. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazandım. Babam “Gidemezsin, rica ediyorum. Ortalık şimdi çok karışık, seni orada koruyamam. Ya benim kızım olmaktan vazgeçeceksiniz ya da gidemeyeceksiniz” dedi. Daha gençken, kompleks yaptığım zamanlar oldu. Sonradan o da kayboldu. Bizim yerimize başka çocukları okumaya gönderdi. Konuyu kapatıp kenara koyduk. Onunla birlikte her gün sendikaya gidiyordum. Merter’de oturuyorduk o zaman. O gün benim liseden bir arkadaşım evlendiği için ben babamla o gün gitmedim. Hatta babam öldürüldükten sonra annemi “Bak en azından küçük kızın yanında, ona bir şey olmadı” diye teskin ettiler. Sabah kalktım, balkonda kahvaltı ediyorlardı. Annem domatesi dörde bölmüştü. Babamdan kalan parçayı ağzıma attım, “Kızım otursana” dediler, “Ben böyle atıştırırım” dedim. Onunla çıkmadım. Annem kapıdan uğurladı, ben balkondan el salladım, arabasına bindi. Daha çalıştıramadan üçlü çapraz ateşe başladılar. Turuncu bir Renault’yla gelmişlerdi. Ünal Osmanağaoğlu bakınarak ateş ediyordu. Babam o sırada yaşıyordu, bir kere daha bakıp tekrar ateş etti. Vücudundan oluklar halinde kan akıyordu. Belki saniyelerle yaşadım o anı. “Allahım inşallah başına gelmemiştir” dedim. Sonra başına sağ şakaktan giren kurşunu gördüm. Babam yanına indiğimizde yaşıyordu, gözleri açıktı. Gözleri çok güzeldi, yeşil dümdüz.


Öldüğünü nasıl öğrendiniz?

Başhekim Mücahit Akmanoğlu anneme babamın öldüğünü söylemiş. “Eşine söyledim, çocuklarına söyleyemem” demiş. Biz eve geri döndük. Apartmanda bütün kapılar açık, herkes gelmiş. Ablamla el ele tutuştuk, radyo dinlemeye karar verdik. Aslında öldürüldüğünü anladık ama kabul etmek istemedik. Eve dönünce babamın bir çocukluk arkadaşı “Evladım, başınız sağolsun” diye sarılmaya kalktı. Ben adamı bir ittirdim, insanların üzerine düştü. “Özür dilerim kızım, ben yanlış duymuşum” dedi. Sonra radyoda “Evinin önünde silahlı saldırıya uğrayan…” cümlesini duydum, bayıldım. Olayın üzerinden 30 yıl geçti. Şu anda 49 yaşındayım. Evlendim, çocuğum oldu. Dışarıdan bakan insanın hiç ummadığı bir anda aklımda o kareler var. Tanıklığım da değerlendirilmiyor üstelik.


Lanet etmem de ne yaparım?

Türkiye’de bir siyasi cinayet tarihi var. Bu cinayetlere tanıklık ettikçe ne düşündünüz?

“İlk önce çocuklar ne oldu?” diye düşünürüm. Hrant Dink’in çocuklarıyla tanıştım mesela. Hablemitoğlu’nun eşiyle çok sık görüşürüm. Önce ne hissettiğini, ne büyük bir acı yaşadıklarını düşünürüm. Sıramı seneler önce savdığım için sevinirim. Onların acısını hissederim. Hepimiz benzer yollardan geçtik. Biz hep anı yaşamayı başardık. Türkiye’de bir sonuç çıkacağından umutlu değilim, tersi çıksın mahcup olayım…


Dava seyri

*Türkler’i öldürdükleri iddiasıyla Osmanağaoğlu, Aydın Eryılmaz, Abdulsamet Karakuş ve İsmet Koçak hakkında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nde Aralık 1980’de dava açıldı. Osmanağaoğlu kayıplara karıştı, Eryılmaz ve Karakuş 12’şer yıl ağır hapse çarptırıldı.
 
*Osmaağaoğlu 19 yıllık firarının ardından yakalandı ve yargılanmaya başlandı.

*14 Nisan 2003’te Osmanağaoğlu’nun beraatına karar verildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı bozdu. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Osmanağaoğlu’nun beraatına karar verdi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise beraat kararını bozdu. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, beraat hükmünde direnme kararı aldı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu hükmün bozulmasına karar verdi.

*Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen üçüncü davada, 1 Aralk’ta dosya zaman aşımına uğradı. Dava düştü.


Kemal Türkler portresi

*Kemal Türkler 1926 yılında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

*İlkokuldan sonra terzi çırağı olarak çalışmaya başladı.

*1958’de Sabahat Türkler ile evlendi ve 1959 yılında Yasemin, 1961 yılında Nilgün dünyaya geldi.

*15-16 Haziran işçi eylemleri nedeniyle tutuklandı. Bu dönemde sendikalar protesto amaçlı greve devam ederken, toplu sözleşme çalışmaları sonuçsuz kaldı.

*1978 yılında İstanbul Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarında Maden-İş başkanı olarak yürüdü.

*19 Aralık 1979’da yapılan Maden-İş sendikasının, 23. Genel Kurulunda, Enternasyonal Marşı’nın okunması nedeniyle tutuklandı.

*22 Temmuz 1980’de evinin önünde vurularak öldürüldü.