Şarkıcı Nihat Doğan, "Muş'ta kalsaydım Kürt hareketine katılabilirdim. Amca çocuklarımızdan iki kişi gittiler sonra geri geldiler." dedi. Çocukken babasının demir maşayla dövdüğünü söyledi. Doğan, "Çok diktatör adamdı. Annemi de bizi de döverdi. Elimde mesela sigara yanığı izi var. Bunu top oynadığım için yapmıştı" dedi. Babasının şarkı söylemesine kızdığını belirten Nihat Doğan, "Sesim güzeldi. Babam şarkı söylememe kızıyordu. Ona göre şarkı söyleyince ben dinden çıkmış gibi oluyordum. Belki babam ölünce, kötü bir söylem olacak ama sanatçı olmamın önündeki engellerden birisi kalkmış oldu" diye konuştu.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'in sorularını yanıtlayan Nihat Doğan şunları söyledi:
Bizim gelin, kültür sanat editörü, sayfa sekreteri... Nihat Doğan söyleşisini hazırlarken hepsi pek bir meraklıydı. “Ben de gelebilir miyim söyleşiye,” “Gerçekten televizyondaki gibi mi?” en çok karşılaştığım sorular oldu. Evet, bu tâbir, klişe ama Nihat Doğan bir fenomen. Hepimizi bir şekilde yakalıyor, baktırıyor, konuşturuyor. Bunun samimiyetle, “bizden biri” olmasıyla bir ilgili bir tarafı olmalı ama meselenin daha karmaşık yanları da olmalı. Biz de Nihat Doğan nasıl Nihat Doğan oldu diye biraz daha iyi anlamak için ailesini, memleketini, geçmiş günlerini sorduk.
Nasıl bir evde büyüdünüz?
Gecekonduda büyüdüm ben. Rahmetli babam Komili sabun fabrikasında işçiydi. Üç defa evlenmiş. Toplamda altı kardeşiz. Üçüncü eşinden biz dört kardeş olmuşuz. Ben baştan ikinciyim.
Babanız hafızmış, öyle mi?
Şöyle... Babam Muş’ta medresede okuyor. Ve o zaman Cumhuriyet’i kuranlar, Kur’an’ı yasaklıyorlar, camide ezanları susturuyorlar. Muş’ta mesela iki cami var, birini ahır yapıyorlar, birini ambara çeviriyorlar. Babamın medrese hocasını da asıyorlar. Asınca babam diyor ki, “Ben bu devlete askerlik yapmam.”
Vicdani retçi yani...
Evet... O zamanlar bu mümkün değil aslında. Ama düzene karşı çıkıyor. 17-18 yaşında arkadaşının kimliğini çalıp İstanbul’a geliyor. Burada Mehmet Seyrek ismiyle fabrikaya giriyor, hatta emekli oluyor. Mesela ilkokulda Nihat Seyrek’tim ben. “Yav baba” diyorum “Amcamın soyadı Doğan, biz niye Seyrek’iz?” Tokat atıyordu bize. “Size mi kalmış Seyrek, Doğan... Git, elini öp amcanın” diyordu. Sonra bir anda Doğan oldu soyadımız.
Nasıl oldu?
Babam kendini mahkemeye vermiş. “Devlet, ben seni kandırdım” demiş. Çünkü ev Mehmet Zeyrek’in üstüne. Bir şey olur da devlet bunu elimden alır, diye düşünmüş. Sonra babam davayı kazanıyor ama o sırada da vefat ediyor.
Babanızla anneniz nasıl evlenmiş?
Annem babamın amcasının kızı. Aralarında en az 20 yaş fark var. Babamın o sırada iki çocuğu var. Annem 17-18 yaşında, hiç istemiyor. Devamlı birileri geliyor istiyor annemi. Annemin ağabeylerini İstanbul’a babam getirmiş, kendi evinde yatırmış. Onlar da aile büyüğü diye babama soruyorlar. Babam da yalandan “bu içkici,” “bu kumarcı” diyor. Sonunda da “ben istiyorum” diyor.
Annenizin gönlü yok...
Valla zorla morla olmuş. Annemin ağabeyleri “Varacaksın, şeriat öyle, bize sahip çıkmış, büyüğümüzdür” demiş.
Babanız biraz sertmiş, öyle mi?
Çok diktatör adamdı. Annemi de bizi de döverdi. Elimde mesela sigara yanığı izi var. Bunu top oynadığım için yapmıştı.
Siz ne yapıyordunuz onun karşısında? Boyun eğiyor muydunuz?
Valla bir boyun eğmeyen bendim. Bütün kardeşlerim babamdan acayip korkuyordu. Bizi maşayla dövüyordu. O sobaların demir maşası var ya... En çok dayağı ben yiyordum, en çok ben bağırıyordum çağırıyordum, ama en çok da beni seviyordu.
Babanızın ölümünden sonra nasıl geçindiniz?
Valla ben çalışmaya başladım. Su sattım, boyacılık yaptım, bir yandan da liseyi okudum. Esenyurt-Topkapı hattı minibüslerinde muavinlik yaptım. Sesim güzeldi. Babam şarkı söylememe kızıyordu. Ona göre şarkı söyleyince ben dinden çıkmış gibi oluyordum. Belki babam ölünce, kötü bir söylem olacak ama sanatçı olmamın önündeki engellerden birisi kalkmış oldu. İnsanın babası her şeyden önemli ama acı gerçek bu...
Okulda dersleriniz nasıldı?
İlkokulda, ortaokul 1’de falan çok çalışkandım. Okulun bütün şiirlerini ben okurdum. “Ya avukat ya belediye başkanı” diyordum. Sınıfın münazara takımındaydım. O kadar başarılıyıdım ki, hangi konuyu savunsam kazanıyordum. Bir başlıyordum, “Sorarım size, şöyle mi böyle mi...” Bir anda alkış kıyamet. O zaman da söylüyorlardı. bu müthiş bir adam olacak” diye .
Ama lisede dersler iyi değildi herhalde.
Geçiyordum ama bütünlemeye kalıyordum. Bir yandan futbol da oynuyordum, şarkı da söylüyordum.
Bir şekil yırtmaya çalışıyordunuz.
Evet evet. Bir şekil... Yalan değil...
O zamanlar da siyasetle ilgileniyor muydunuz?
Çok merakım vardı. Gazetede arkadaşlarım önce spora bakardı. Ben siyasi haberlere bakardım; Özal ne oldu, Erdal İnönü ne dedi...
Sonra Almanya maceranız oldu... Almanya’yı nasıl buldunuz?
Kötü buldum. Benim hayallerim Almanya’ya büyük geldi. Bir arkadaşımın doğumgününde çay bahçesinde şarkı söylerken bir karı koca geldi “Gel Almanya’da sahneye çık” dedi. Lise sondan bir önceki sene... “Bir daha mı göreceğim Almanya’yı” dedim, gittim. Orada kalsam çok para kazanırdım. Ama baktım “Burası benim yerim değil. Türkiye beni tanımalıydı” dedim, döndüm.
Bu arada üniversiteye gitmek içinizde kaldı mı?
Kaldı, evet. Şimdi ciddi ciddi yurtdışında okuma şansım var mı, onu araştırıyorum. Siyasi bilimler okumak istiyorum.
Size “Türkücülük mü siyaset mi?” diye sorsalar, ne dersiniz?
Siyaset... Onu daha çok seviyorum. Yalan değil.
1915 anması için Taksim’deyim
Peki Kürt olduğunuzu, baskıları ne zaman idrak etmeye başlıyorsunuz?
Hiç unutmam, bir gün amcamlar köyden geldi, bir bidona da peynir doldurup getirmişler. Bidon gelir gelmez, babam peynirleri bir kenara koyuyor. Alttan bir poşet çıkardı, ben de “Acaba Muş’tan silah mı kaçırıyorlar?” dedim. Baktım, Kürtçe, Şakıro’nun kasetleri çıktı dört-beş tane. Şakıro önemli dengbejlerden, Kürtlerin en önemli kahramanlarından biriydi. Ben de sordum “Niye bidonun içine koyuyorsun?” “Oğlum, yasak” dedi. “Ne yasak” dedim. “Kürtçe” dedi. “Nasıl Kürtçe yasak olur?” dedim. “Devlet yasakladı.” Ya da mesela, ben beş yaşımda Muş’a gittiğimde, köyümüzün adı Navale Mılke’ydi. Daha sonra 1983-84’te gittiğimde bir baktım, Güdümlü olmuş. Daha sonra amca çocuklarım bir anda battaniyesini alıp geldiler.
Neden?
Göç etmişler. Devlet evlerini yakmış, köylerini yakmış, yaylalara girişi yasaklamış. Bunların hepsinden öğreniyorsun işte. Neticede bize yansıması da şöyle: Albüm yapıyorsun ama Kürtçe bir şey okuyamıyorsun. Hemen bir baskı, bilmemne, sıkıntı sıkıntı, sıkıntı...
Kürt hareketine katılmayı düşündünüz mü hiç?
Bizim belki de İstanbul’da olmamız... Muş’ta olsaydım katılabilirdim. Amca çocuklarımızdan iki kişi gittiler sonra geri geldiler.
Siz ne zaman siyasi konularda konuşmaya başladınız?
Bir fotoğraf var, gözümün önünden hiç gitmiyor. 28 Şubat kararlarına tepki için halk camiden çıkmış yürüyüşe geçmiş, bir ağabeyin elinde Kur’an var. Polise doğru gösteriyor. O sıra tazyikli su ile o Kur’an’ın yerlerde sürüklendiğini asla unutamam. Şu an bile gözlerim doldu. Vicdanımın sızladığı, yaralandığım ve artık yüreğimin kabardığı, o volkanın harekete geçmesini sağlayan o fotoğraf oldu.
Ondan sonra ne yaptınız?
Kanal 7’ye kimse gitmiyordu. Ben inadına gitmeye başladım. O zamanlar Esra Ceyhan çok popülerdi. Onun programına konuk oluyordum, arada mesajımı veriyordum. Sonra da Ak Parti Üsküdar Gençlik kollarında siyaset yapmaya başladım.
Peki şimdi milletvekili olmak istiyor musunuz?
Hayalim... Parlamento’nun içinde olmak istiyorum. Allahın izniyle de olacağım. Ama bugün ama yarın... Ama şu doğru değil, benim milletvekili olmak için parti başkanlarına yaranmaya ihtiyacım yok. Badıkan aşiretinin bir ferdiyim. İstesem on yılımı gider Muş’ta aşiretime verirdim, gider vekil olurdum. Bu kadar iftiralara, istihzalara da maruz kalmazdım. Vekil olmak da çok mu önemli? Uyuyan bakanları gördük biz. Adam şeker hastası. Yürüyemeyen bakanlarımızı gördük. Rahmetli Ecevit başbakandı, kolunu kaldıramıyordı. Ölüyorlar, “Eyvah, ya Nihat Doğan vekil olursa ne yaparız.” Bu ülkede İdris Naim Şahin bakan olduysa ben cumhurbaşkanı da olurum, başkan da olurum, President Doğan da olurum.
1915’te Ermenilerin yaşadığı Büyük Felaket’le ilgili 24 Nisan anmasına katılacak mısınız?
Burada olursam gideceğim. Gitmek lazım. Linçten korkmamak lazım. Zulümkâr zulümkârdır, zulüm de zulümdür. Zulmün seninkisi benimkisi olmaz. Gidersek, yürekli olursak, yanmayı göze alırsak karanlıklar aydınlığa kavuşuyor. O yüzden bence herkesin insanlık adına orada olması lazım. Hak adına orada olmak lazım.
20 Soru
1 En sevdiğiniz kelime nedir?
Mesele
2 Nefret ettiğiniz kelime nedir?
Lan
3 Ne sizi heyecanlandırır?
Sürprizler
4 Heyecanınızı ne öldürür?
Genelde heyecanlandığım zaman bir bardak su içiyorum. Su iyi geliyor. Bazen de Nasr Suresi okuyorum.
5 En sevdiğiniz ses nedir?
Bebek sesi
6 Nefret ettiğiniz ses nedir?
Bebeklerin ağlama sesi.
7 Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
Maden işçiliği
8 Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?
Allah’a şükürler olsun, her şey şu an bende var.
9 Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Bir kere kendimi de önemli buluyorum, bu kırılma sürecinde. Sanatçılar üç maymunu oynarken ben tam tersine yürekli davrandım. Tarih bunu yazacak, eminim. Kendim olmasam Malcolm X olmak isterdim.
10 Nerede yaşamak isterdiniz?
Türkiye’de.
11 En önemli kusurunuz nedir?
Çok fazla eleştiriye gelemiyorum. Hakarete gelemiyorum aslında...
12 Size en fazla keyif veren kötü huyunuz nedir?
Bu aralar playstation
13 Kahramanınız kim?
Hz Muhammed.
14 En çok kullandığınız küfür nedir?
Şerefsiz
15 Şu anki ruh haliniz nasıl?
Gayet mutlu, huzurlu, umutlu, büyük beklentileri olan, sabreden...
16 Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
Biz bir aynayız, kim bize nasıl bakarsa, bizde kendisini öyle görür.
17 Mutluluk rüyanız nedir?
Sivil anayasa
18 Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
Tektipçilerin hâlâ egemen olması
19 Nasıl ölmek isterdiniz?
Sahnede ölmeyi asla istemem. Dualarla ölmek isterim.
20 Öldüğünüzde Tanrı’nın size kapıda ne söylemesini isterdiniz?
Bizi güleryüzle karşılamasını ve “Evet benim istediğim gibi dünyada ahlaklı, vicdanlı, onurlu, zulmetmeyen, haksızlıklar karşısında susmayan, şeytan olmayan, şeytanın arkadaşı olmayan, kibre sapmayan gerçek bir mümin oldun” demesini.
Not:20 Soru köşemizin fikir babası Marcel Proust’a ve bu fikri geliştiren Bernard Pivot ile James Lipton’a saygılarımızla...