T24- Dünyada müzeler, tarihin ve kültürün sergilendiği sıkıcı mekanlar olmaktan çıktı. Birer yaşam merkezleri gibi ziyaretçilerinin gezip, öğrenmenin yanında yemek yiyebildiği, alışveriş yapabildiği, kültürel aktivitelere katılabildiği yerler haline geldi. Türkiye'de ise müzeler bu çizginin bir hayli uzağında.
Zaman'ın haberine göre, dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden Louvre'a (Paris) gidenler buradaki eşsiz tabloları, mumyaları ve heykelleri görmenin dışında, kafeteryalarında kahve içebiliyor, restoranda yemek yiyip müze mağazalarında alışveriş yapabiliyor. Müzede sergilenen eserlerle ilgili envaiçeşit kitap hazırlanmış. Her yaştan ve anlayıştan insanın ilgisini çekecek nitelikte. Özel tasarım hediyelik eşyalar ise fiyatı ne olursa olsun ziyaretçiler tarafından keyifle satın alınıyor. Hatta müzede gördükleri heykelin birebir boyutundaki imitasyonunu da bulabiliyor. Müze içinde yapılan kültürel ve sanatsal aktivitelerine de katılabiliyorlar. Eğitim çalışmalarına da.
Müzeyi sıkıcılıktan çıkarmak için her türlü detay düşünülmüş. Ziyaretçinin, tam da dolaşmaktan yorgun düştüğünü hissettiği anda karşısına hem de eşsiz bir tablonun veya heykelin önünde, evindekiler kadar rahat bir kanepe çıkıyor. 7 bölümden oluşan müzede belli aralıklarda kafeteryalar konulmuş, dikkatlerin dağıldığı, kan şekerinin düştüğü yerde, ziyaretçilerin müze manzarasına karşı kahve içip tatlı yiyebileceği kafeler. Tüm bu ayrıntılar Louvre'u tarihin ve kültürün sergilendiği bir müze olmanın ötesinde yaşam ve kültür merkezi haline getiriyor. Bu sebeple de Louvre'un heybetli taş binası modern ve büyük alışveriş merkezlerini aratmayacak bir hareketliliğe sahne oluyor. Londra'da British Müzesi de aynı şekilde. British'e giriş ücretsiz. Ama öyle sosyal ve kültürel imkânlar sunuyor ki zaten para harcamadan çıkmıyorsunuz.
Sıkıcı müzelerin yerini yaşam ve kültür merkezi müzeler aldı
Dünyada müzecilik anlayışı, tarihi ve kültürel eserlerin sergilenmesi konseptinin dışına çıktı. Artık müzeler bir yaşam ve kültür merkezi gibi işliyor. Türkiye'de ise bu konseptten oldukça uzak yapıdalar. Özel müzeler satış mağazaları ve kültürel aktiviteleri ile bunu aşmaya çalışıyorlar ama Topkapı Sarayı gibi kamu müzeleri için bunu söylemek zor.
Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol, Topkapı Sarayı'nı oluşturan yapıların da birer müzelik eser olduğuna dikkat çekerek, "Bakanlık ve Topkapı Sarayı yönetimi ve çalışanları, koşulları çağdaş müzeciliğe çok da uygun olmayan bir yapılar bütünü içinde Türkiye'nin en büyük ve görkemli müzesini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bunu da, özel müzelere kıyasla çok daha kısıtlı olanaklarla yapmaya çalışıyorlar." diyor ve ekliyor: "Ama bu konuda gelişmiş Batı ve Uzakdoğu ülkeleriyle aramızda bir hayli fark var."
Ve bu farkı kapatmak için doğru insana, bilgiye ve teknolojiye yatırım yapmak, yani yarının donanımlı müze yöneticilerini yetiştirmek gerekiyor. Birol, mevcut müzelerin çok işlevli bir platform ya da çağdaş bir yaşam merkezi haline getirmenin kolay iş olmadığını düşünüyor. Çünkü öncelikle bina ve koleksiyon sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Diğer taraftan, müzecilik ve müze yönetimi, ülkemizde görece yeni olgular.
Sosyal müzeler için para şart
Türkiye'de müzelerin, çağdaş müzecilik anlayışına göre revize edilmesinde özel sektör daha avantajlı. Çok daha çabuk karar alabiliyor, mali kaynak sorunu daha az ve özel müzelerin büyük çoğunluğu daha uygun koşullarla nitelikli eleman istihdam etme imkanına sahip. Kısa sürede doğru stratejileri hayata geçirerek yol alabiliyorlar. Kültür Bakanlığı'nın son yıllarda müzecilik anlamında ciddi bir atak yaptığını söyleyen Birol, her şeye rağmen kamunun bu konuda ciddi problemleri olduğuna dikkat çekiyor. Aslında iş dönüp dolaşıp paraya geliyor. Devletin bu alandaki bütçesini ve Birol'a göre kamu kuruluşlarının özel sektörle verimli işbirliği geliştirerek mali kaynak yaratmayı öğrenmesi gerekiyor.
Sıkıcı müzecilikten kurtulmak için zihniyet değişimine ihtiyaç var
Uzun zaman müzik müzesi kurmak için uğraş veren etnomüzikolog (müzik tarihçisi ve arkeoloğu) Oğuz Erbaş, Türkiye'de müze anlayışının dünya standartlarının çok altında olduğunu söylüyor. Ülkemizde müzecilik anlayışının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünen Erbaş'a göre en büyük problem de anlayış ve bütçe eksikliği. Erbaş, müze çalışanlarının ve yöneticilerinin dünya standartlarından haberdar olmadığı kanısında. Bu sebeple müzelerde çalışanların dünyayı görmesi, müzecilik vizyonunu geliştirmesi gerekiyor. Hatta belki de kadroların yenilenmesi. Erbaş, yönetmeliklerin ve yasanın da değişmesinden yana.
Müzelerin kültürel ve sosyal hayata katkı sağlayacak bir merkez haline gelmesi için zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu düşünen Erbaş, müzik müzesi kurmak için epey uğraş verdi. Fakat kuramadı. Sebebini açıklarken söyledikleri Türkiye'deki müzecilik anlayışının trajedisini ortaya çıkarıyor: "Çok eskilerden kalma yönetmeliklerle yürütülüyor her şey. Bürokratik engeller çok fazla, bir sürü prosedür var ve bunlarla hiçbir şey yapamazsınız. Türkiye'de konsept müzesi yapamazsınız mesela. Buna izin vermezler. Ülkemizde müzelere giriş ayrı bir problem, çıkış ayrı. Zaten girince hemen çıkın istiyorlar. Değil müzede organizasyon yapmak, müzeleri yaşam ve kültür merkezi haline getirmek, gezmek bile çok görülüyor."