T24 - Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin, Hırvatistan'ın Avrupa Birliği'ne üye olmasını değerlendirdiği yazısında, Türkiye'nin üyeliği için "AB’nin başka pek çok şeyle birlikte Türkiye politikasını da değiştirmesinde Avrasya’nın siyasi ve ekonomik istikrarı açısından yarar var" dedi.
Murat Yetkin'in Radikal'de "Türkiye'ye nasihat Hırvatistan'a üyelik" başlığıyla yayımlanan (10 Aralık 2011) yazısı şöyle:
Türkiye'ye nasihat, Hırvatistan'a üyelik
Tito'nun Yugoslavyası'nın bir parçası olan Hırvatistan'ın AB üyeliği onaylandı. Türkiye'ye ise yine epey nasihat düştü.
Ankara’nın son dakika çabaları dünkü Avrupa Birliği Zirvesi ardından yapılan açıklamada Türkiye’ye yönelik eleştirileri yumuşatmaya yetmedi. Ancak Türkiye’nin olumlu adımlarını öven ve özellikle PKK konusundaki tutumu netleştiren paragrafların eklenmesini sağlamış görünüyor.
Ayrıntılara girmeden dünkü zirvenin ana konusunun Türkiye ile ilişkiler olmadığını, hatta Türkiye konusunun belki en alt sıralarda yer aldığını söylemek gerek. Sebebi, AB’de, özellikle de Euro bölgesinde yaşanan ekonomik krizin bütün gündemi kaplaması.
Nitekim geceli gündüzlü iki gün boyunca çalışan AB liderleri yeni bir mali yapıya kavuşup Avrupa ekonomisiyle birlikte siyasetine de istikrar getireceği umulan yeni bir anlaşma üzerinde uzlaşamadılar.
İngiltere ve Macaristan imza koymadı, İsveç ve Çek Cumhuriyeti ise kibarca ‘Parlamentomuza bir soralım’ diye yan çizdiler. Macaristan’ın durumu ilginç... Sanki şimdilerde Euro bölgesinin en az üreten ekonomileri olan Yunanistan ve Portekiz’i kurtarmak için seferber olan Almanya ve Fransa’nın 2008 krizinde kendilerini kaderle baş başa bırakmalarının intikamını alıyor gibiler.
İngiltere ise açıkçası şu kriz ortamında ulusal çıkarlarını –biraz da Almanya’nın belirleyici konumu artacak bir AB’nin belirsizliklerle dolu geleceğine feda etmek istemiyorlar; dünyanın ilk uluslarüstü projesinin en zor dönemecinde geldiği durum budur.
Hal böyleyken AB liderleri diğer konular üzerinde, özellikle de genişleme ve komşuluk politikaları üzerinde durmadılar bile; onun yerine dışişleri bakanlarının 5 Aralık’taki Genel İşler Konseyi’nde kabul ettiği taslak açıklamayı kabul ettiklerini açıkladılar.
Böylece, Türkiye Avrupa Konseyi ve NATO üyesi olarak AB üyeliği kaydını yaptırdığında Tito’nun Yugoslavyası’nın bir parçası olan Hırvatistan’ın AB üyeliği onaylandı. Sırbistan’a ilk defa umut verildi, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk’tan söz edildi. Türkiye’ye ise yine epey nasihat düştü.
Türkiye’nin eleştiri lisanını yumuşatmak için çaba harcadığı metin işte o sonuç bildirgesi taslağı idi.
AB Konseyi’nin sonuç bildirgesinde Türkiye’ye yalnız eleştiri ve nasihat yok; hükümeti memnun edecek bölümler de var.
Örneğin 2011 seçimlerinin demokratik standart örneği sayılacak nitelikleri, güvenlik kuvvetleri üzerinde siyasi denetimim artmış olması, adalet alanındaki reform çalışmaları ve dini özgürlükler alanında (azınlık vakıfları ve mülkiyet haklarıyla ilgili) verilen taahhütlerden övgüyle bahsediliyor.
Ayrıca ‘terörist örgüt’ olduğu vurgulanarak PKK ile ortak mücadele sözü veriliyor, KCK davalarından ise bahis dahi edilmiyor.
Öte yandan AB Konseyi, Türkiye’yi temel hak ve özgürlükleri, ‘özellikle de ifade özgürlüğünü’ yalnızca kâğıt üzerinde değil, fiiliyatta da geliştirmek için daha çok çaba harcamaya ‘davet’ ediyor.
Bildirgede şu ifadeye yer verilmiş: “Medya özgürlüğü alanında fiili kısıtlamalar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler ve insan hakları savunucuları hakkında yürütülen çok sayıda yasal işlem ile internet sitelerine sıkça getirilen yasaklamalar, ciddiyetle dile getirilmesi gereken endişelerdir.” Devamında, ‘din özgürlüğü, mülkiyet hakları, sendikal haklar, ayırımcılık ve cinsiyet eşitliği ve işkenceyle mücadele’ gibi alanlarda da Kopenhag kriterlerine uyum gereği hatırlatılıyor.
Kıbrıs Rum hükümetinin 2012’nin ikinci yarısında AB dönem başkanlığını üstlenecek olmasına Ankara’nın gösterdiği ‘ilişkilerin dondurulması’ tepkisine, Konsey bildirgesinde özel yer verilmiş ve eleştiriliyor.
Bununla birlikte Türkiye’nin Ortadoğu, Batı Balkanlar, Afganistan/Pakistan, Güney Kafkaslar ve Afrika Boynuzu bölgelerindeki ‘önemli bölgesel oyuncu’ rolü övülüyor.
Türkiye’nin bu rolü AB ile paralel götürmesi temennisi ise, AB’nin çoğu zaman bir ortak politika belirleyememesi nedeniyle biraz boş bir laf gibi duruyor.
Önemli bir konu daha var. AB’nin 2004 yılından bu yana Türkiye’ye özellikle Kıbrıs sorunu nedeniyle dışlayıcı davranması ve son dönemde de ekonomik çekim merkezi özelliğinin zedelenmesi, Türkiye’deki demokratik standartların yükselmesi bakımından değer taşıyan eleştirilerinin de yaptırım gücünü zayıflatıyor. AB’nin başka pek çok şeyle birlikte Türkiye politikasını da değiştirmesinde Avrasya’nın siyasi ve ekonomik istikrarı açısından yarar var.