Hürriyet yazarı Murat Yetkin, TSK'daki darbe girişimiyle ilgili olarak, "Dışarıda bu darbe girişiminin ne kadar kanlı ve Erdoğan açısından da hayati risklerle dolu olduğunu belki de ihmal ederek, Erdoğan’ın başkanlık sistemini dayatmak için sahnelediği bir tezgah olarak görme eğilimi var. O kadar ki adeta askeri darbenin başarılı olamadığına üzülenler var ABD ve AB yönetim ve medya çevrelerinde" dedi.
Murat Yetkin'in, "Batının görmesi gereken darbe gerçeği" başlığıyla yayımlanan (26 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Bence ABD ve AB ülkeleri yönetimlerinin öncelikle Türkiye'deki istihbaratçılarının işine son vermeleri lazım…
Neden mi? Şöyle anlatayım.
Ünlü casusiye yazarı John Le Carré’nin en iyi romanlarından biri, “Panama Terzisi”dir. Kendisi de İngiliz istihbaratının eski bir elemanı olan yazar, Panama’da başkanın terziliğini yapan bir ajanın nasıl merkeze yıllarca ülkedeki baskı rejimine karşı yükselen ve dışarıdan destekli bir itme halinde sessiz çoğunluğun nasıl onu alaşağı edebileceğini anlatan raporlar göndermesi üzerine kurar öyküsünü. Onu denetlemeye giden ajan da bu tezgâha ortak olur. Netice tam bir fiyaskodur, ajanlar için de, istihbarat servisi için de, ajanların Panama’da kullandığı bağlantılar için de, ülke için de. Halkın çoğu da daha önce şikâyetçi oldukları lider etrafında dış kaynaklı müdahaleye karşı bir araya gelmeye zorunlu hissetmiştir kendisini.
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde, sırasında ve sonrasında Ankara ve İstanbul’daki “terzilerin” merkezlerine Türkiye hakkında ne rapor verdiklerini bilemem. Ama tahminim doğru olmadığı yönünde. Önerim o yüzden bu terzilerin işine son vermeleridir, çünkü müttefikleri Türkiye’yi doğru okumuyorlar; bu gidişle daha da yanıltacaklar.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper, 20 Temmuz günü, yani darbeden sadece 5 gün sonra, kendisine Fethullah Gülen’in darbedeki rolü üzerine soru soran gazeteciye “Bu yönde bir istihbarat yok” demiş. Demek ki bu sürede araştırıp kefil olacak kadar emin olmuş Amerikan istihbaratı.
CIA eski yöneticilerinden Graham Fuller ise, HuffingtonPost.com yazısında “İslamın gelecekteki yüzü” olarak tanımladığı Gülen’in bu işlerde bezi olacağına adeta kefil oluyor. Fuller, Gülen’in 1990’ların sonunda ABD’den Yeşil Kart almasına kefil olanlardan olduğunu da belirtmiş yazısında. Fuller’ın en kritik zamanlarda Türkiye, Lübnan, Afganistan gibi yerlerde görev yaptığını, siyasi İslam’ı Moskova’ya karşı kullanma siyasetinin mimarlarından olduğunu da hatırlamak gerekiyor.
İşin doğrusu, Gülen 1970’lerin başından bu yana taraftar toplamaya başlamış. Ama devlet kademeleri içinde kendisine en çok yol verildiği dönem de, Bülent Arınç’ın deyimiyle Ne istediler de vermedik” denilen 2002-2012 yılları, AK Parti iktidarı. Belli ki istekler giderek fazlalaştıkça, çelişki baş gösterdi.
Şimdi AK Parti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan başlayarak 15 Temmuz darbe girişiminin bizzat bir zamanlar yakın müttefiki Gülen tarafından örgütlendiğini söylüyor; sadece AK Partililer de değil bu kanıda olan.
Dışarıda ise, bu darbe girişiminin ne kadar kanlı ve Erdoğan açısından da hayati risklerle dolu olduğunu belki de ihmal ederek, Erdoğan’ın başkanlık sistemini dayatmak için sahnelediği bir tezgah olarak görme eğilimi var.
O kadar ki adeta askeri darbenin başarılı olamadığına üzülenler var ABD ve AB yönetim ve medya çevrelerinde
Yabancı bir haber ekibi, bir meslektaşımıza geçen hafta, Erdoğan’ı devirmek için girişilen bu darbeyi destekleyen göstericiler aradığını, ama bulamadığını kendisine onları bulmak için yardımcı olup olamayacağını sormuş. Meslektaşımız da kendisine, ilk olarak darbeyi destekleyen gösteri filan yapılmadığını, zaten halkın ezici çoğunluğunun buna karşı olduğunu, ikincisi eğer sokaklarda dolaşıp bu soruyu sorarsa başına bir bela gelebileceğini, üçüncüsü de zaten üç askeri darbeden çok çekmiş Türkiye’de darbe savunmanın kanunla yasaklanmış olduğunu anlatmış sabırla. Belli ki darbe girişimi sonrası Türkiye’ye gönderildiğinde kendisinden istenenlerden birisi de buymuş.
Geçen hafta bana gelen çok sayıda soru arasında, “Peki ama Erdoğan’ın otoriter yönetimi devrilmiş olsaydı daha iyi olmaz mıydı?” yollu olanlar da vardı; hem de farklı haber kuruluşlarından ama aynı ima ile. Verdiğim cevabı kimi kullandı, kimi kullanmadı. Cevabım şuydu: “Ben de Türkiye’deki demokrasinin kalitesinin yükselmesini isteyen ve eleştirimi yazılarımda dile getiren birisiyim. Ama bunun yolu askeri darbe değildir ve olmamalıdır. Demokrasiyi daha iyi işler haline getirmenin yolu onu bir darbeyle ortadan kaldırmak olamaz, yine demokrasi içinde çare bulunmalıdır. Bir şeyi daha iyi işletmek için daha kötü bir yolu seçemezsiniz.
Mesleğe 1980 darbesinden bir yıl sonra, askeri darbe koşullarında Bülent Ecevit’in yanında başlayan bir gazeteci olarak, Türkiye’deki askeri darbe girişiminin boşa çıkarılmasına yarım ağızla memnuniyet ifade edip, aslında içten içe hayıflanılmasını görmekten derin hayal kırıklığı ve tepki duyduğumu söylemeliyim.
Bu durumda darbenin henüz bastırılmadığı saatlerinde idam cezasının geri getirilmesine kapı açılmasının payını, özellikle AB boyutunda görmüyor değilim. Keza yakalanan darbe zanlılarının dayak yemiş halde fotoğraflarının devletin Anadolu Ajansı tarafından yayılıyor olmasının da hükümetin dışarıya vermek istediği demokrasi mesajıyla çeliştiği ortada. Keza toplu işten çıkarmalar, toplu gözaltı ve tutuklamalar, dernek, üniversite kapatma gibi uygulamalar da eleştirilere zemin hazırlıyor.
Ama eli vicdana koyup darbecilerin 15-16 Temmuz’da Türkiye’ye neler yaşattıklarını düşünmek lazım… Askeriye içinden birileri savaş uçaklarını kaçırıp Kongre’yi ya da Bundestag’ı bombalasa, tanklarla Brooklyn Köprüsünü, Champs-Elysees’yi kapatsa, sivil halkın üzerine öldürmek kastıyla ateş açsa ve öldürse, başkanı, başbakanı, ordu komutanını rehin alıp öldürmeyi planlasa, medya kuruluşlarını bassa neler olurdu diye de düşünmek lazım.
Bir de şu var: Dün 25 Temmuz’da 42 gazeteci ve yazar hakkında gözaltı kararı çıkarılmasına tepkimizi sormak için açılan bazı başvurular insanı gerçekten bir kere daha düşünmeye zorlayan türden. Bazıları, herhalde yine öyle sorulması istendiği içindir, sorularını Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğünün durumundan çok nokta atışla Gülen medyasına yapılanlar üzerine soruyordu. İnsanın aklına daha yakın zamana, Erdoğan ve hükümetin arası bozulmadan önce her şeyi güllük gülistanlık gösteren bu medya kuruluşlarının acaba şimdi mi Türkiye’deki aksaklıkları görmeye başladığı sorusu da gelmiyor değil.
Batının şu durumu görmesi gerekiyor bence: 15 Temmuz darbe girişimine halktan destek yoktur. Erdoğan’ın keskin muarızları dahil, halkın ezici çoğunluğu darbeye karşı durmuştur; HDP’nin 23 Temmuz, CHP’nin 24 Temmuz İstanbul mitingleri buna örnektir.
Evet, Erdoğan’ın desteği 15 Temmuz sonrasında, darbecilerin kendisini devirmesi ve belki de canına kıyması vatandaşların karşı durmasıyla engellenmiş bir lider olarak artmış görünmektedir. Hayır, Batıdakinin aksine Gülen Türkiye’deki halkın çoğunluğu tarafından sadece kendi halinde, barışsever bir din âlimi, adeta bir aziz olarak görülmemektir.
Bu koşullar altında, bir askeri darbeyi püskürtmüş olan Türkiye’yi uluslararası zeminde dışlamak, yalnız bırakmak ne Türk halkının daha iyi bir demokrasi özlemine yardımcı olacak, ne müttefikiniz Türkiye’nin sizinle ortak çıkarlarına, dolayısıyla sizin çıkarlarınıza hizmet edecektir; muhtemelen ters tepecektir.
Kendi ön yargılarını gerçeklerin ve kendi asli çıkarlarınızın önüne koyan terzilerinizi tez elden değiştirmenin zamanı gelmiştir.