Gündem

Murat Kapkıner yazdı: Neşet Ertaş'ı anma gecesi ve Ege

'Belediyenin bir anfiteatrı. Bilmiyorum; belki 150 kişi var. Sahnede bağlamalar. Neşet havaları dinleyeceğimi umuyorum'

20 Haziran 2013 23:50

Murat Kapkıner

 

"Bu çay neden mavi diyorum
Niye
Bütün denizler mavi değil mi diyor" (M.K)


Mustafa Everdi’nin Örgütlü Ölüler’ini okuyayınız var mı.

’80 öncesini matrak, traji-komik bir dille anlatan bir değerli romandı. Yeteri kadar kıymeti bilinmedi. Yayınlandığı yıl, biz (Vâride Dergisi), Aziz Nesin’le kıyaslamış, favorimizin Mustafa olduğunu yazmıştık.

Biçare bir yurttaşın cenazesi morgda karıştırılınca, yurttaşın cenazesi, solcu eylemcilerce omuzlarda sloganlarla götürülür; olaylar çıkar. Konu anlaşıldığında iş işten geçmiş, sol eylem gerçekleşmiştir.

İstismar edildiklerini kısa zamanda anlayıp meydanlardan çekilen genç (çok genç)lerin ilginç sloganları, pankartları vardı: “Mustafa Keser’in askerleriyiz”, “Kimsenin askeri olmak istemiyoruz” ve benzeri gırgır mesajlar; gerçekten hiçbir ideolojiye sığmayan, hiçbir siyasi görüşü, partiyi mutlu edecek şeyler değildi. Belki anarşisttiler ki anarşistleri severim (felsefi anlamıyla).

Belki biliyorsunuz. Çanakkale/Ayvacık/Küçükkuyu’da yaşıyorum bir zamandır.

Bir davetiye aldım: Neşet Ertaş’ı anma gecesi. Filan gün filan saatte, filan yerde. Herhangi bir etkinliğe seyirci, dinleyici olarak da katılmadığım halde Merhum’un adı geçince gittim.

Belediyenin bir anfiteatrı. Bilmiyorum; belki 150 kişi var. Sahnede bağlamalar. Neşet havaları dinleyeceğimi umuyorum.

Sinevizyon gösterimde: Bütün dünyadaki, muhalif medyadaki Gezi Parkı ve Taksim görüntüleri döndürülüp duruyor. Ama bu arada andığım gırgır pankartlar da. Belki yarım saat. Sabrettim. Neşet türküleri dinleyecek, belki ben de katkıda bulunacaktım.

Önce bir sunucu bayan çıktı mikrofona. Belediye Başkanı’nı çağırdı. Başkan onu uyarınca, özür dileyerek ne kadar iyi hazırlansak da aksamalar oluyor dedi ve bunun üzerine (anam bacım olsun) son derece güzel bir bayan çıktı sahneye. Sunucu: “müzik öğretmenimiz” diye takdim etmişti.

Müzik öğretmeni ses veriyorum diyerek İstiklal Marşını nasıl okuyacağımıza dair ‘yol’ gösterdi.

Ses verildikten hemen sonra mikrofonda sunucunun komutu geldi: “Dikkat!”. Yedi yıl askerliğim var, kimsenin, böyle sıkı dikkat çektiğini görmedim. Sonra: “Korkma sönmez…”. Bu kez ben de herkes gibi ayağa kalkıp istiklal marşını sanat mektebinden aklımda kalanıyla söyledim ama hazırola geçemedim.

Sonra ne idüğünü pek anlayamadığım bir bayan çıkıp biz dinleyicileri “Gezi Parkı ve Taksim Meydanı” şehit ve gazileri için bir dakika saygı duruşuna davet etti (emretti). O kadar kalabalığın arasında tek başıma, ayağa kalkmayıp oturarak linç edilmeyi bekledim. Bu arada mikrofondaki hanımefendi, aynı sertlik ve ciddiyetle: “Şiddet yok! Şiddet yok!” dedi. Vallaha. Ortada şiddeti gerektirecek hiçbir şey yoktu oysa. Bu arada beş-on kişi: “her yer Gezi her yer Küçükkuyu” ya da “her yer Taksim her yer Küçükkuyu” gibi sloganlar attı.

Bir ilkokul müdürü geldi bu kez mikrofonun başına, o da istiklal marşını şiir olarak, aşk, cûş-u huruş içersinde okumaya başlayınca yine linç edilme endişeleri taşısam da orayı terk ettim; 20.30 da başlanacak programın 22.00 de hâlâ başlamadığını, bize sürekli askerlik çekildiğini görünce.

Başta sözlerini ettiğim, Gezi Parkı ve Taksim’in gençleri orada olsalardı ne yaparlardı sizce. Göze aldıkları eylem bunların ifnasına yönelik değil miydi: “Kimsenin askeri olmak istemiyoruz”, “Keser’in askeri olmak istiyoruz”.

Mustafa Everdi’nin mizahî romanı, Örgütlü Ölüler’e benzemiyor mu.

Hey Allah’ım Allah’ım.