Erbil’de kendi kendime bir “fenalık” geçirdiğimi sanıyordum; meğer kendimi aşan bir şeylere yol açıyormuşum!..
Erbil’de kendi kendime bir “fenalık” geçirdiğimi sanıyordum; meğer kendimi aşan bir şeylere yol açıyormuşum! Orada bulunanlardan bir arkadaş –hem de sahici bir arkadaş, Murat Aksoy-geçirdiğim bu şeyin bir “kalp spazmı” olduğunu duyuran bir haber yazmış bizim Taraf’a. Bu da tanıdık çevrede anlaşılır bir telâş yaratmış.
13 Şubat gecesi Erbil’e uçtuk. Ertesi gün, öğleden sonra, ben böyle fenalık geçirince birlikte dolaştığımız arkadaşlar beni bir hastaneye götürdüler –çok düzgün, iyi işleyen, pırıl pırıl bir hastane. Doktorlar ne olduğunu anlamak için beni gece de orada tuttular. Sabah son yoklamaları da yaptıktan sonra, ciddi bir durum olmadığına karar vererek taburcu ettiler. Pazar öğleye doğru otelime varır varmaz, “şimdi bu haber yayılır” endişesiyle eve telefon edip bir şey olmadığını haber verdim. Bu arada, gazetede de, ciddi bir şey olmadığı duyuruldu.
Konu bu. Daha doğrusu, konunun böylece kapandığını sanıyordum. Meğer Murat, bu açıklamayı bir “tekzip” gibi almış, “Ne yani? Ben ‘yalan’ haber mi yazdım?” diye gazeteden ayrılmaya kalkışmış
Murat’ı ben yıllardır tanırım. Erbil’de iyileşip insan içine çıkınca tabii gene karşılaştık. Ne kadar endişelendiğini hemen anladım –zaten başka türlüsünü düşünmezdim. Hani benim başıma bir hastalık gelmiş de Murat bunu abartıyor, büyütüp haber yapıyor, abartmaktan bir şey umuyor!.. Bunların hiçbiri olacak şey değil. Ne ilişkimiz öyle, ne zaten Murat Aksoy böyle şeyleri aklından geçirecek bir insan.
Burada, gazetecilik denen bu meslekte dakikada bir karşılaşabileceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Duyuluyor ki Murat Belge bir kriz geçiriyor ve “hastaneye kaldırılıyor”... Hastane de tam “hastane” değil, yeni açılan “Kalp Merkezi”. Birlikte olanlar, olayı görenler tasalı, kaygılı görünüyorlar. Bir kriz... Ne krizi olabilir ki?
“Tekzib”e kızan Murat Aksoy kendisi de bir “mesaj” yayımlamış. Daha doğrusu, İnternet’te “Abant Toplantıları’nı takip eden bir gazeteci” imzasıyla yayımlanan mesajı ben Murat’ın yayımladığını tahmin ediyorum, çünkü o mesajı başka kimsenin yazamayacağını düşünüyorum.
Şöyle deniyor bu mesajda: “Murat Belge’nin o gün orada şekeri düştü. Kalp spazmından dolayı bir gece hastanede yoğun bakımda kaldı ve bunu herkes gördü.”
Şimdi “şeker”in düşmesi dahil, uykusuzluk, yorgunluk ve sinirlenme gibi etkenlerle bir fenalık geçirdiğim, hastanede kaldığım, tamam. Bunu herkes gördü. Ama zaten “şekeri düşmek”ten “kalp spazmı”na “tek yol” yok. Erbil’deki doktor, ben çıkarken, “kalp spazmı var mı, görmek için seni kontrol altında tuttuk” dedi. “Olmadığı anlaşılıyor. Buna tıpta fibrilation deriz. “Halen elimde olan raporda da bu yazılı: “Sudden attack of dizziness and drowsiness. ECG shows Rapid Atrial fibrilation...”
Türkiye’ye dönünce, hemen iş edinip baktırdım tabii: “Efor testi”, “EKO testi” yapıldı. Damarlarda veya kalpte bir arıza, teyakkuza geçirmeyi gerektiren bir şey bulunmadı. Bunların raporları da elimde; doktorlarla da konuştuk.
Zaten Erbil’den gene sabah karanlığı dönmüştük, Salı günü ikideki dersime de, akşam 19.00-22.00 arasındaki MA dersine de gittim. Çarşamba, Perşembe derslerime gittim. “Kalp spazmı” geçirmek bu kadar kolay mı?
“Gazeteciliğin belâsı” anlamına bir şey söylemiştim. Falancanın “yoğun bakımda gece geçirdiğini” biliriz, herkes de bilir, ama iş bunun sebebine gelince, “artial fibrilation” ile “kalp spazmı” arasında epey mesafe var. Onun ne olduğuna da bakmak, bilmiyorsan –ama “haber” de yapmak istiyorsun ve yap tabii, hakkın- sorup öğrenmek gerekiyor.
Tanıyan yığınla insan var, okumuş, bir şekilde öğrenmişler, canları sıkılmış. Gazete, ertesi gün “önemli bir şey yok,” diyor. “Yazarımızın sağlığı yerinde” diyor. Bunu öğrenen (yani dostlarım arasında, demek istiyorum), gene rahatlıyor. Derken internette “Taraf, Murat Belge’nin hastalığını saklıyor. Bu kötü bir şey” anlamında bir mesaj çıkıyor... Yeniden arayanlar...
Taraf saklamıyor, doğrusunu açıklıyor. Benim de âdetim değildir, hastalığımı saklamak ya da herhangi bir yaptığımı olduğundan başka türlü anlatmak. Ama neyse, sahiden merak eden, iş edinen varsa, yalnız Erbil’dekilerin raporu değil, buradaki doktorlar da, raporlar da ortada. Buyursun öğrensin, kim öğrenmek istiyorsa.
Benim kuşağım, böyle koca bir sütunu “yok palpitation geçirdim de”, “geçirmedim de” diye doldurma kültüründen hoşlanmamış, başka bir “terbiye” ile yetişmiş bir kuşaktı. Ama konu “İnternet’e” de “intikal edince” bu kadar kişisel bir yazı yazmak zorunda kaldım. Şu yaşadığımız dönemin “ethos”u sık sık böyle bir durum yaratıyor ve benim de buna canım sıkılıyor.