Yavuz Baydar
Geçen hafta sonunu Mısır başkenti Kahire’de medya konuşarak geçirdim. Bu, göründüğünden çok daha önemli olan, konuşmaları dinledikçe aciliyetini ve gerçek anlamını an be an hissettiren bir “Mısır medyası ne halde, ve nasıl düzelir?” çalıştayı (workshop) idi.
Toplantıyı Dortmund’un (Almanya) prestijli basın-yayın okulu Erich Brost Enstitüsü ve Mısır Gazeteciler Sendikası ortaklaşa düzenlemişti. Küçük ama üst düzey editörlerden oluşan bir Alman meslektaşlar grubunun yanı sıra, Türkiye ve Mısır medyalarının dertlerinde yaşanan benzerlik ve farklılıkların anlaşılması amacıyla, SABAH ombudsmanı da ana konuşmacı olarak davet edilmişti. İki gün boyunca süren oturumlar, üçte ikiye yakını kadın olmak üzere, Mısır’ın basın ve internet sektöründen meslektaşların adeta istilasına uğradı.
Gerçi asıl konu başlığı, aynen Türkiye’deki veya başka Batı ülkelerinde olduğu gibi medyanın kendisini halk karşısında nasıl hesaba çekeceği, ombudsmanlık vb. özdenetim mekanizmalarının nasıl kurulabileceğiydi, ama tartışmalar öylesine açık yüreklilikle, öylesine yüksek sesle demokratikleşme-medya ilişkilerine odaklandı, ki özgürlük çağrıları, bağımsızlık feryatları daha ağır bastı.
Peşpeşe söz alan Mısırlı muhabir, ‘blogger’ ve editörler, adeta birbirinden söz kapmada yarışırcasına Mübarek sonrası kendisini arayan bu büyük önemli ülkede, Kahire gibi muazzam bir entelektüel merkezin mensuplarına yakışır bir dil ve tecrübe ile sıkıntılarını masaya yatırdılar.
Onlar anlattıkça Alman gazeteciler bir nevi “kültür şoku”na girdi. Bana ise çoğu kez “aynen öyle” anlamında baş sallamak veya bol bol gülümsemek düştü (Mısırlılar bize çok benziyorlar, kendi hallerine espriyle bakıp gülmekten kendilerini alamıyorlar).
Toplantının önemi büyüktü, çünkü Mısır ucu açık, belirsizlik dolu, dolayısıyla endişe ve korku üreten bir anayasa sürecinin tam da ortasında. Acaba bu anayasa bir uzlaşmayla sonuçlanıp ülkeyi özgürlüklere, demokrasiye götürecek mi? Kimse bilemiyordu; Müslüman Kardeşler’e yakın gazeteciler de dahil. Ama hepsi de, - muhafazakar, liberal veya laik, kadın veya erkek - “yeni anayasa medya özgürlüğünü tam tanımazsa halimiz harap” görüşünde hemfikirdi.
Ama bir dönem kapanmış, tencerenin kapağı açılmıştı artık. Şunları dinledik: Mısır’ın medyasına bakarken, bugün hem artıları hem de eksileri görmek lazım. Artı hanesinde şunlar var: Geleneksel basın ve TV’ler Tahrir sürecinde genelde iyi bir sınav verdi, halktan kopukluk ya durdu veya yavaşladı. Halkın doğru ve dürüst habercilik beklentisi, basın organları üzerinde artık bir baskı unsuru. Mübarek döneminde sadece resmi kaynaklara dayalı haber yapan medya artık çok sayıda gayrı resmi kaynak kullanıyor, sivil toplumunun sesi gür duyuluyor. Bu arada haberleştirilen konuların alanı genişledi, yüzde 20’lerden 70’lere kadar çıktı. Ama inandırıcılık taleplerine karşın hala haberlerin sadece yüzde 10 kadarı maddi bilgiler açısından doğru.
Medya sektörü genişliyor. Yeni gazeteler ve TV kanalları devreye giriyor. Şu anda ülkede 600 kadar periyodik yayın var; bunların 55’i ulusal gazeteler. 30 kadar özel kanal da iyi-kötü habercilik yapıyor. Kamusal tartışma çok canlı.
Ama madalyonun öbür yüzü karanlık. “En büyük mesele, Mübarek’in miras bıraktığı kirli, yolsuzluklara bulanmış medya ve gazetecilik” dedi bir Mısırlı hanım meslektaş. Medya patronlarının çoğunun gözünü sadece para hırsı bürümüş. “Bu yüzden korkuyorum, çünkü para uğruna yeni dönemde yeni yalanlar ve yolsuzluklar bizi bekler” diyor. Son haftalarda üç medya grubunun CEO’ları kirli mali işler yüzünden ülkeden kaçmış, aranıyorlarmış.
Özel medyada iş güvencesi büyük sorun. Ama onun kadar büyük bir sorun da devlet medyası içinde. Bir meslektaş Mısır devlet TV’sinde 43 bin kişi çalışıyor, diye anlatınca Alman konuklar dehşet içinde kaldı. Buradaki aşırı ve siyasi istihdam yeni yönetimlerin elinde kötüye kullanılmaya gayet müsait.
Hep yarı-resmi diye anılan El-Ahram gazetesinden de matrak hikayeler duyduk. Gazetenin her gün ancak yarım sayfa çıkaran ekonomi servisinde 150 kişi çalışıyormuş! Bunu anlatan, “üç dört servis çalışanı uzun bir zaman sonra gidip kendilerini servis şefine, ‘biz de sana bağlıyız, bilesin’ diye tanıttılar” derken kahkahalarla gülüyordu.
Eski rejim zamanından kalma sansür ve otosansür de tam gaz devam ediyormuş. Bir başkası “geçenlerde çok sağlam, çok kaynaklı güzel bir siyasi haber yaptım, ama haber şefim ‘bunda çok fazla bilgi var, tehlikeli olabilir, en iyisi biz bunu sadece internet sitemizde yayınlayalım gitsin’ diye kenara koydu” diye anlattı.
Artısıyla eksisiyle Türkiye ve Mısır medyalarında benzeşen çok yan var. Köklü bağımsız gazetecilik geleneğinin uçları Osmanlı’ya, 1800’lere gidiyor. Mesleki hafıza derin ve umut verici.
Elbette, Türkiye’nin tecrübesi, Mısır’ın dikkatle baktığı bir fotoğraf. Hemen her Mısırlı gazeteci bana medya özgürlüğü ve bağımsızlığı konusunda gözlerinin Türkiye’de olduğunu hissettirdi. Bu inkar edilemez bir gerçek. Medyamızın da oraya esin kaynağı olması gerek.
Ama son CPJ raporunun da yansıttığı gibi, ülkemizde medya, ifade özgürlüğü, nefret söylemi ve hoşgörüsüzlük alanlarında çok ciddi meseleler var.
Ancak bunlar aşılırsa, gerçek anlamda esin kaynağı olunacak. Mısırlı gazeteciler burada ne gibi sıkıntılar yaşadığımızı çok iyi izliyorlar. Günümüz dünyasında kimse kül yutmak istemiyor. Toplantıda, kahve arasında, bir Mısırlı blogcu hanım meslektaşın söylediği gibi, “Gözümüz Türkiye’de. Ama medyanızdaki sorunlar bize kendi geleceğimiz hakkında umut verecek derken, endişeden bir türlü kurtaramıyorum kendimi. Model olmak kolay değil."