Yazar Mine Söğüt, şarkıcı Erol Evgin'in "Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım. Hiç hakça değil" ifadesine tepki gösterdi. Söğüt, "Dağdaki bilge çobanla şehirdeki şaşkın entelin oyu hiç bir olur mu?" diye sordu.
Mine Söğüt'ün, "Dağdaki bilge çobanla şehirdeki şaşkın entelin oyu hiç bir olur mu?" başlığıyla yayımlanan (24 Haziran 2016) yazısı şöyle:
"Hayatını tarlalarda inek güderek geçiren, gençliğinden yaşlılığına tüm politik seçimlerde yoksulluğunun bilinciyle tutarlı tercihler yapan bilge köylü BedriyeTeyze’nin oyu ...
Üç üniversite bitiren, sekiz dil bilen, kimi gazeteci, kimi akademisyen, kimi sanatçı olan ama kafayı bir türlü toplayamayan, radikal soldan liberal sağa, liberal sağdan milliyetçi sola zıplayan ve hep kandırılmaktan mustarip olan aydının oyuyla bir mi?
Maalesef bir.
Dağdaki bilge çobanla; şehirdeki şaşkın entelin oyu bir.
Çünkü çağdaş uygarlık bunu gerektirir.
Farklı eğitim, akıl, kültür, inanca ya da akla sahip insanları, tercihlerinin değeri üzerinden derecelendirmek, uygar toplumların yüksek ahlak penceresinden bakıldığında, kulağa da kalbe de çirkin gelir.
Prensipte herkesin tercihinin eşit değer taşıdığını kabul etmek, rasyonel düşünce açısından pozitif bir ayrımcılıktır.
Yüzünü geleceğe dönen uygarlık, aslen eşit olmayan değerleri prensipte eşitlemek niyetiyle önerdiği bu ahlakla, çıtayı düşürmeyi değil, uzun vadede de olsa yükseltmeyi öngörür.
Ama bu süreçte alması gereken çok önemli bir önlem vardır: İktidarı mankafalılara kaptırmamak.
Biz kaptırdık.
Cehaleti yücelten ve toplumu dağdaki ve şehirdeki en düşük algı ve akıl seviyesinde eşitlemek gibi bir kurnazlıkla, kısa sürede yüksek kazanç sağlama sarhoşluğuna kapılan rezil bir niyete, sadece iktidarı değil yakayı hatta paçayı da fena kaptırdık.
Tehlikeyi görmemekte ısrar ede ede, görmezden gele gele, kendi bacağımıza sıktık.
Başlangıçta bize demokrasi treninden el sallayan ama diğer yandan ayaklarının altındaki seccadeyi de gözümüze gözümüze sokan niyet, artık trenden külliyen indi ve uçan seccadeye bindi.
İndiği treni jilet yapılmak üzere hurdaya bile verdi.
O yüzden biz şu an yola katırlarla devam etmekteyiz.
Ve katırın kâh sırtında, kâh ayaklarının altında eziyet çekmekteyiz.
Dağlarında şiirler yazan, türküler yakan ve zalime kafa tutan bilge çobanların dolaştığı bir ülkeyi hayal etmekten artık çok uzağız ve bu uzaklığı kanıksamaktayız.
İnsanlık tarihini felsefe tarihiyle birlikte anlayan, anlamlandıran çocuklar yetiştirme umudumuz hiç kalmadı; haritayı açmış çocukların geleceğini kurtarmak için nereye göçsek diye yakınlara ve uzaklara, kaçabileceğimiz güvenli kuytulara bakıyoruz.
Kim terörist, kim değil diye birbirimizin başının etini yiyoruz ama artık “Terör nedir ve ne işe yarar?” diye zerre düşünmüyoruz.
İnsanların sadece tüketim bilincinde eşitlendiği bir düzen kazanında nicedir haşlanmakta; bin çeşit ekmekten bin çeşit eğitime, her şeyi aşkın bir iştahla satın almaktan lime lime olmuş aklımız ve vicdanımızla nihayetinde parçalanıp dağılmaktayız.
Ardı ardına imam hatibe dönüştürülen devlet okulları..
İktidarın ağzının içine bakan dekanlarla, rektörlerle, akademisyenlerle doldurulmuş üniversiteler...
Bağımsızlığını çoktan kaybetmiş bir yasama ve yargı...
Tıklım tıkış kalabalık bir yandaş medya ordusu...
Günden güne muhafazakârlaşan ve hırçınlaşan sokaklar...
Ve bu hengâmede kimin oyu ne kadar değerli, ne kadar değersiz saçmalığı üzerinden yapılan tartışmalar...
Geldiğimiz nokta kâbus.
Adına külliye denen bir saraydan tebaa misali yönetiliyoruz ve her güne o sarayın balkonundan üzerimize doğru sallanan bir parmağın korkunç tehditleriyle uyanıyoruz.
Buna rağmen hâlâ horul horul uyuyoruz"