80'lerin sonu ve 90'ların başında Beşiktaş'ın efsane üçlüsü Metin-Ali-Feyyaz arasında yer alan Metin Tekin, "Beşiktaş taraftarı sadece futbol hakkında değil, ülke hakkında, Türkiye gündemiyle ilgili de kendini ifade etmek isteyen bir taraftardır. Bu kimliği var, bunu engelleyemezsiniz, bu gayet doğal bir şeydir" dedi. Tekin, "Taraftara 'Ey taraftar, sen otur maçını seyret, başka bir şeye de karışma' diyemezsiniz, böyle bir şey yok, hayatta da böyle bir şey yok" diye konuştu.
Hürriyet'ten İpek Yezdani'nin Beşiktaş'ın efsane üçlüsü Metin Tekin, Feyyaz Uçar ve Ali Gültiken'le yaptığı söyleşi şöyle:
Türk futbol tarihine efsane üçlü olarak geçtiniz. O dönemin futboluyla bugünü kıyasladığınızda ne gibi farklar görüyorsunuz?
Feyyaz: Şimdi imkânlar çok daha iyi yönde gelişti. Tesisleşme, statların son durumu, dönen paranın miktarı, profesyonellik... Ama hiçbir şekilde o zamanki maneviyatı yakalayacaklarını düşünmüyorum çünkü paranın miktarı yükseldikçe maneviyat azalıyor.
Metin: Bugünkü profesyonel anlayışla aynı futbolcunun yıllarca aynı kulüpte oynayabilmesi çok mümkün gözükmüyor. Ben Beşiktaş’ta 15 yıl oynadım, Feyyaz ve Ali de 13’er yıl oynadı. Ancak bir futbolcunun büyük takımlarda uzun yıllar oynayabilmesi günümüzde çok da gerçekçi değil. Şu anda futbolcuların sürekli takım değiştirdiği bir profesyonellik yapısı var. O yüzden de günümüz futbolunda bizim gibi bir üçlünün ya da uzun süreli bir birlikteliğin olması çok zor.
Cenk-Olcay-Gökhan Töre yeni üçlü olabilirdi
Türk futbolunda yeniden bir Metin-Ali-Feyyaz çıkar mı?
Ali: Bugünkü transfer serbestisi o gün olmuş olsaydı belki ‘Metin-Ali-Feyyaz’ diye bir şey de olmazdı. Şimdi transfer baskısı var. Bu kadar çok oyuncunun gelip gittiği yerde sürekliliği yakalamak zor. Maç yayını da çok ön planda. Futbol daha endüstriyel bir hale geldi.
Feyyaz: Aslında keramet bizde değil, ne yazık ki sistem buna izin vermiyor. Yani aslında Metin-Ali-Feyyaz’lar var ama bir araya getirilmesi zor, sistem buna müsaade etmiyor. Bir daha Türk futbolunda sadece Metin-Ali-Feyyaz’ın değil, herhangi bir üçlünün olabileceğini de düşünmüyoruz çünkü sistemdeki 14 yabancı futbolcuyla biraz zor. Üstelik yabancıların hepsi de forvet alınıyor, bu bizi üzüyor. Cenk Tosun Beşiktaş’ta yedekte kalıyorsa, bu Türk futbolu açısından üzücü bir durum. Mario Gomez’e bir lafımız yok ama böyle yetenekli çocukların daha uzun süre sahada olması lazım.
Sistem buna izin verseydi, ilk aklınıza gelen isimler kim olurdu?
Feyyaz: Keşke fırsat verilse de Cenk, Olcay, Gökhan Töre uzun süre birlikte oynayabilse... Bizden daha da ilerisini yaparlar. Türkiye’de o yeteneğe, o kabiliyete sahip oyuncular var ama uzun süre bir arada oynamaları çok zor.
Beşiktaş’ın şampiyon olduğu gün, birçok Beşiktaş taraftarı sosyal medyada Metin-Ali-Feyyaz fotoğrafları paylaştı. Ne hissettiniz?
Ali: Türkiye’de bir kuşak bizlerle büyüdü. Bir sene, iki seneden değil, 10, 12 seneden bahsediyoruz. Bu ekip de o taraftar çocuklarla, gençlerle birlikte büyüdü, bunlar Beşiktaş’ın o dönemindeki şampiyonluklarıyla ve başarılarıyla var oldular. Taraftar bu takımı düşünürken bizleri hep Beşiktaş’a şampiyonluklar getiren oyuncular olarak hatırlıyor. Bir başka sebebi de Beşiktaş’ın bizden sonraki 17-18 yıl içinde yalnızca iki defa şampiyon olması. Yani şampiyonluk üretemeyen, eski döneme göre rakiplerinin çok gerisinde kalan bir Beşiktaş vardı. Bu şampiyonluğu Metin-Ali- Feyyaz’lı, sürekli şampiyonluğa oynanan bir Beşiktaş özleminin başlangıç noktası olarak görüyorum.
Feyyaz: Beşiktaş camiası yeniden o günlerin yaşanmasını ve bunun bu takımla yaşanmasını istiyor. Biz de bir sembol olarak o günleri temsil ediyoruz.
Metin: Bizim öne çıkmamız forvet oynamanın avantajıdır ama o dönem bu başarıları yakalayan kadro çok daha geniş bir kadro. Ulvi, Recep, Gökhan, Kadir, Rıza, Şifo (Mehmet), Zeki, Turan, Şenol, bunlar hep çok iyi oyunculardı.
Rakiplerinizden konuşalım, Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen gibi üst düzey futbolcular rakiplerinizdi. O zaman rekabet nasıldı, bugün nasıl?
Feyyaz: Türk futbolunun bugünlere gelmesinin en büyük sebebi; o zamanki derbi maçlarıdır. Rakiplerimizin çok iyi futbolcular olması o zaman bizim için bir teşvikti, bir hırstı, bir amaçtı. Rıdvan gibi bir oyuncu, Tanju gibi Avrupa’da gol krallığı elde etmiş bir oyuncu... Bir de biz oynadığımız mevki itibariyle Tanju’yla sürekli rekabet halindeydik. Tanju sayesinde ben penaltı atmaya başladım. Baktım ki adam penaltıdan 8-10 tane gol atıyor, benim de attığım gol sayısıyla adama yetişeceğim yok, bari ben de penaltıdan atmaya başlayayım dedim. O şekilde de gol kralı oldum. Yani o güzel rekabet ve o yetenekli oyuncular da bizim bir şekilde havaya girmemize sebep oldular.
Ali: Bugün Türk futbolunun en büyük sıkıntısı şu: O dönemde yabancı sayısının az olması sebebiyle her takımda çok iyi yerli oyuncular vardı. Bir tek Beşiktaş’ta değil,Fenerbahçe’de, Galatasaray’da, Anadolu takımlarında da... Beşiktaş’ı o dönemde diğerlerinden ayıran en önemli şey, sürekli başarıydı. Sürekli şampiyonluğa oynayan, ya birinci, ya ikinci olan bir takımdı. Ama rakipleri sürekli değişirdi. Bir sene Galatasaray, bir sene Fenerbahçe olurdu.
Beşiktaş’ın yeni stadına gittiniz mi?
Feyyaz: Muhteşem bir stad. Ben açılışta da oradaydım, sonraki maça da gittim. Bu stat adamı futbola döndürür.
Metin: Tabii 15 yıl önce olsaydı, çok daha iyi olurdu...
Vodafone Arena’da oynamak ister miydiniz peki?
Metin: Tabii ki ama stadyumlar yapılarıyla değil, içinde yaşadıklarınızla bir anlam kazanıyor. O görkemi sağlayan aslında yaşadıklarınız. Biz de Allah’a şükür o başarıları İnönü’de yaşayabildik.
Feyyaz: O stat her haliyle güzel. Ben Beşiktaşı’nkine benzer bir stadın olduğunu düşünmüyorum. Konumu itibariyle, ulaşımı, gelişi-gidişi... Köy içinden çıkıp oraya yürümek ayrı bir keyif... Beşiktaş’ın semt takımı olması, semtin stadı olması, bunlar hep önemli.
İnönü Stadı’nda unutamadığınız anılarınızdan bahseder misiniz?
Metin: Fenerbahçe’yle oynadığımız bir final maçı vardır; yıl 1990, üç sene üst üste şampiyon olduğumuz dönemin ilk senesiydi. O sene o maçı kim kazanırsa o şampiyon. 1-0 mağlup duruma düşmüştük, sonra Feyyaz’ın golüyle durum 1-1 oldu, sonra benim 2 golümle maçı 3-1 kazandık. Hayatımdaki en büyük kare, o şampiyonluk karesidir.
Ali: Benim ilk maçım da Trabzonspor’la Beşiktaş arasında sezonun ilk hazırlık maçıydı. Ben genç takımdan çıktım, taraftar beni çok fazla bilmiyordu. O zaman Kovaçeviç Beşiktaş’a gelmişti. Teknik direktör Stankoviç ilk 11’de Kovaçeviç’i değil, beni oynattı. Sahaya çıktım, ilk 45 dakika taraftarlar beni Kovaçeviç zannetti, onu unutamam.
Feyyaz: O dönem bizim soyunma odasından sahaya çıkmamız bayağı uzun sürüyordu, sahaya çıkmak için 200-300 metre yürüyorduk. Hep beraber aynı koridordan giriyorduk, şimdiki statlar gibi değildi. Soyunma odasına giriş-çıkışının da ayrı bir havası vardı.
Ali: Eskiden sahaya yeraltından, tünelden çıkardık. Taraftar takımın sahaya yeraltından fırlamasını ve koşarak çıkmasını müthiş bir coşkuyla karşılardı, bütün taraftar ayağa kalkardı.
Gece ders çalışıp gündüz maça çıkıyorduk
Metin-Ali-Feyyaz üçlüsü ‘okumuş çocuklar’ olarak eğitimleriyle, kibarlıklarıyla da bilinirdi. Dönemdeki oyuncularla şimdiki futbolcuları kıyasladığınızda ne gibi farklar görüyorsunuz?
Feyyaz: O dönemde ailelerden futbolcu olmak isteyen evlatlarına bugünkü gibi bir destek yoktu. Yani eğitim bugün olduğu gibi geri planda kalmamıştı. Şimdi aileler çocuklarının ne kadar eğitimli olduğunu çok da önemsemiyor. O zamanlar bizim için eğitim çok önemliydi. Ben idmana gitmeden önce okula gidiyordum, okuldan idmana geliyordum, idmandan tekrar okula...
Metin: Çocuklara da haksızlık etmeyelim, 14-15 yaşında futbol mu eğitim mi diye bir yol ayrımına geliyorlar. Biz bu konuda daha şanslıydık. Şimdi çok daha yoğun bir tempo var.
Feyyaz: O zaman bizi yönlendirenler vardı, şimdiki gençlere ‘Aman okuyun’ diye bir baskı da yok. Bize “İlla okulunu bitir” deniyordu.
Metin: Mesela takıma girdiğimde ailem “Tamam Beşiktaş’a gittin de okul ne olacak?” diye tepki göstermişti.
Ali: Ben Beşiktaş genç takımından profesyonel takıma geçeceğim sırada üniversite sınavında işletmeyi kazandım. Sınıf arkadaşlarım, biz Tarabya Oteli’nde kamp yaparken ders çalışmak için yanımıza geliyordu, biz arkadaşlarla gece ders çalışıyorduk, gündüz maça çıkıyorduk, maçtan sonra imtihana gidiyorduk!
Beşiktaş’ın efsane üçlüsü Metin-Ali-Feyyaz, UEFA Şampiyonlar Ligi’nin üç yıldır resmi sponsoru olan PepsiCo’nun ve Lays’in organizasyonuyla, geçen hafta Atletico Madrid ve Real Madrid arasında oynanan final maçını yorumlamak üzere bir araya geldi.
Beşiktaş taraftarı, özellikle de Çarşı, aynı zamanda muhalif duruşuyla bilinen bir taraftar grubu.
Metin: Beşiktaş taraftarı sadece futbol hakkında değil, ülke hakkında, Türkiye gündemiyle ilgili de kendini ifade etmek isteyen bir taraftardır. Bu kimliği var, bunu engelleyemezsiniz, bu gayet doğal bir şeydir. Taraftara “Ey taraftar, sen otur maçını seyret, başka bir şeye de karışma” diyemezsiniz, böyle bir şey yok, hayatta da böyle bir şey yok.
Feyyaz: Beşiktaş taraftarı, işler kötü gittiğinde takımını sahiplenen bir taraftardır. Diğer takımlarda bunu göremezsiniz. İşler kötü gittiğinde taraftar sayısı düşer, Beşiktaş’ta bu tam tersidir, işler kötü gidince taraftar toplanır, birlikte takıma destek verirler.
Beşiktaş’ın efsane başkanı Süleyman Seba döneminde Beşiktaş’ta oynadınız, onunla çalışmak nasıl bir şeydi?
Ali: Süleyman Abi’yle çalışmak, onun karakteriyle, felsefeleriyle, yönetim şekliyle birlikte yaşamaktı. Çok şahsına münhasır, fazla takımın içine girmeyen, antrenmana hiç gelmeyen bir başkan profiliydi. Arada bir onunla görüşmek için biz kulübe giderdik. Ne tesise gelirdi, ne maça gelirdi ama varlığı hep oradaydı!
Metin: En önemli özelliği de rakiplere olan bakışı ve davranışıydı. Rakibe olan bakışı, çok değerliydi. Şimdi çok farklı, neredeyse en taraftarvari demeci veren en büyük başkan oluyor. Bunlar çok tehlikeli üsluplar.
Ali: Ben 15-16 sene içinde bir kere bile Süleyman Abi’nin ne hakeme, ne federasyona ne de rakip takımın oyuncusuna bir kelime dahi kötü laf ettiğini duymadım. Hele bize karşı hiç etmezdi, asla.
Feyyaz: Belki bizim de şansımız Süleyman Seba’nın Beşiktaş forması giymiş olmasıydı. O formayı giydiği için bize sahip çıkıyordu. Seba gibi bir başkan, belki de bu takımın 10-15 yıl Türk futboluna damgasını vurmasına sebep oldu.
Ali: Süleyman Abi’yi farklı kılan şey, kazandığı üstün başarılarla beraber, üslubu ve tarzıydı. Beşiktaş olarak üçüncü defa şampiyon olduğumuzda kendi içimizde rahat rahat bir şampiyonluk turu atamadık. Taraftar yıkılıyor, tribünler ağzına kadar dolu, biz yeniden soyunma odasına girdik. En sonunda taraftar baskı yaptı da dışarı çıkıp şampiyonluk turu attık. Neden? “Aman, rakiplerimize ayıp olmasın” diye. Karakteri buydu.
1989’daki 10-0’lık Adana Demirspor maçının gollerini siz Metin-Ali-Feyyaz olarak 4-3-3 atmıştınız. Metin-Ali-Feyyaz sloganı o maçtan sonra mı ortaya çıktı?
Ali: Evet, aslında o maç Beşiktaş için kötü bir döneme denk gelmişti. O maça “Artık bu maçı 1-0 da olsa kazanalım, bu kötü dönemi bitirelim” diyerek çıkmıştık.
Feyyaz: Bana göre biz biraz ayıp ettik o gün. Başımızda Lucescu olsaydı, beşinci golden sonra ‘pas yapın’ falan derdi. Biraz da Gordon’un sahaya çok karışmamasıyla alakalı bir durum oldu. O gün de girdiğimiz her iki pozisyondan biri gol oldu! Bize de kenardan kimse ‘dur’ demedi! Ha bire gol atmaya devam ettik. Ama pek hoş bir şey değil. O rekor hâlâ kırılamadı ama rakibin yerinde olmak istemezdim.
İmkânınız olsa yeniden yeşil sahalara dönmek ister miydiniz?
Ali: Ben kendi adıma çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Çok iyi futbolcu olabilirsiniz ama çok iyi bir takım içinde olmayabilirsiniz. Bizim dönemimizde Fenerbahçe çok iyi futbolculardan kurulu bir takımdı ama bizim karşımızda kazanamazdı. Bizim şansımız ve Beşiktaş’ın şansı, böyle bir ekibin aynı dönemde bir arada olmasıydı. O yüzden bir daha geri dönüp oynayayım diye bir şey yok.