Murat Belge
(Taraf, 8 Haziran 2012)
Ulema ve Diyanet
Başbakan, iktidarının erkence bir evresinde, dine ilişkin bir konu tartışıldığında, “ulemaya bir sormalı” demişti. Hatırlıyorum, epey bir kıyamet kopmuştu: “Vay, işte şeriatı getirecek. ‘Ulema’ çıkardı başımıza!” vb.
O zaman pek telâşa kapılmadığımı hatırlıyorum. “Takiye yapıyorlar” teranesinin dorukta olduğu bir dönemdi. Ama konu, aklımda yanlış kalmadıysa, daha “kişisel” denebilecek sorunlara ilişkindi. Bir kadın (ya da erkek ) kürtaj yapma konusunda dinî bilgisine güvendiği birine danışmak isteyebilir. Dindar bir insan için bu çok anlaşılır, çok doğal bir şeydir. Güvendiği o kişi ya da kişiler için “ulema” da denebilir. Başbakan’ın uzun vadede böyle “ulemalı” falan bir düzen kurmak isteyeceğini de zaten muhtemel görüyordum.
Gelgelelim, konu “yasa çıkarmak” olduğunda, “Bir de ulemaya başvuralım” dediğinizde, iş değişir. “Yasa”, bir “danışma” konusu değil. Herkesin uymak zorunda olduğu bir düzenleme getiriyorsunuz, bunun için de “ulema”ya başvuruyorsunuz. “Ulema”, yani “din bilginleri”... Bu, yekten laiklik ilkesini çiğnemek demektir. Laiklik bu toplumun Anayasa’sında yer alan bir ilke olduğuna göre, Anayasa’nın kendisini de çiğnemek demektir. Kürtajın serbest bırakıldığı durumda (şu ya da bu sürecin sonucunda, ama sonunda serbest) siz bunu ortadan kaldıracak bir yasa da hazırlayabilirsiniz elbet; ama açık açık “ulema”dan fetva alarak bunu yaptığınızı söylüyorsanız, bu bir “din devleti” kurma girişimidir. Ne yapacaksanız, bunu bilerek ve sonuçlarını düşünerek yapın.
Gelelim asıl önemli konuya. Bugünün Türkiye’sinde “ulema” kim? Gözümüzün önünde cereyan etmekte olan sürece bakınca, bunun “Diyanet İşleri” olduğu anlaşılıyor.
İyi, “bugünün Türkiye’si” falan dedik de, bugünün Türkiye’si dünya standartlarına uygun kurumlara sahip, normal bir ülke, bir toplum mu? “Laiklik” diye ter ter tepinip “Diyanet İşleri” diye bir devlet kurumuna sahip olmanın “laiklik” dediğimiz şeyle bir ilgisi var mı. Devlet dinî aparatı kendi organı haline getirerek “laik” mi olur, “teokratik devlet” mi olur?
Bu, devletin dini kendi denetimi ve kendi iradesi altında tutmak için kurulmuş bir kurumdur. Şimdiye kadar, Kemalist devletin tasarruflarını onaylamak ve Müslüman muhalefete kurumsal- ideolojik baskı uygulamak için kullanıldı.
Kökeni, aslında, tasfiyesine uğraşılan Osmanlı sistemiydi. Osmanlı sistemi de bu formülasyonu Bizans’tan almıştı. Buna göre İmparator (tabii, yerine göre, “Devlet”, “Başkan” vb.) din dâhil her şeyin başıdır, her şeyin üstündedir. Patrik veya Şeyhülislâm, yani dinî aparatın kendi içinden çıkardığı en yüksek kişi (“ulema”nın başı) İmparator ya da Padişah ya da Kemalist devlet, seküler ve dinî devletin bir memurudur. Devletten bağımsız bir “ulema” bu topraklarda yoktur, olmamıştır. Bu duruma, devletten gelen çeşitli baskılara başkaldırmış, direnmiş din adamları çıkmıştır, ama o kadar. Yapı aynı kalmış, başkaldıranlar da temizlenmiştir.
Şimdi AKP oy gücüyle iktidarda; dolayısıyla Diyanet’e kendi memurlarını egemen kılma imkânına sahip. Ve görüldüğü gibi kullanıyor bu imkânı. Osmanlı sistemiyle bir sorunu olmadığı için, bunda yargılanacak bir şey de yok.
Memleketi Pamuk Prenses’in üvey annesinin aynalarıyla donatmak ve hepsinden “Senden güzeli yok” cevabını almak, “ulema”sını, “yargı”sını hep aynı plağı çalan bir gramofon haline getirmek, bu toplumun siyasî geleceğine ve kültürüne aykırı bir şey değil. Şimdi sıra AKP’de ve Başbakan’da.