Politika

'Mektupları Deniz Gezmiş yazmadı'

Mustafa Lütfü Kıyıcı, Taraf Gazatesi'ndeki yazısında, Rasim Oğuz Kütahyalı'nın 'Deniz Gezmiş İttihatçıydı' iddiasına cevap vererek bir polemik başl

15 Ekim 2008 03:00
Taraf Gazetesi'nin yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'nın Deniz Gezmiş hakkında yazdığı yazılara, karşı görüş Mustafa Lütfü Kıyıcı'dan geldi. Kıyıcı'nın Kütahyalı'ya yanıtı niteliğindeki yazısı şöyle:

Tekrarlamak gerekirse, Deniz’in geride kalanlara bıraktığı teorik miras, hayatı, mahkemelerdeki savunmaları, son mektubu ve son sözleridir. Kimseye, hatta kardeşine bile kendi yolundan gitmeyi önermemesi ve kardeşinin bilim adamı olmasını istemesi vasiyet niteliğinde önemli bir son sözdür.

Kendilerine enternasyonal solcu diyen birileri çıktı, solculuk bizatihi enternasyonalist değilmiş gibi. Biz de olduk ulusal solcu. Küreselleşme adına, anti-emperyalist mücadeleyi, bağımsızlık özlemini milliyetçilik sayan, üretici güçleri geliştirdiği iddiası ile emperyalizm yardakçılığı yapan bir anlayış pervasızca saldırıyor.

Hedeflerine Deniz’i, “Denizleri” koydular. Üretici güçleri geliştirdiği iddiasıyla bağımsızlık özlemlerine saldırınca akla 12 Mart’ın inkârcı ve itirafçıları geliyor. Onlar da aynı gerekçeyle Abdülhamit’i, Demirel’i kapkaççı kapitalizmi aklamışlar, tüm bağımsızlıkçı hareketleri inkâr ederek sorgulardan başlayarak mahkemede devam eden bir inkâr ve itiraf furyası başlatmışlardı. İlginçtir 68 döneminde “ilkel oportünist”likle suçladığımız sonraları sahte TKP’nin birinci adamlığına kadar yükselen biri de aynı görüşleri savunuyor. Ve bizleri milliyetçi solculukla suçluyor.

Biz 20'li yaşlarda delikanlılardık


Baştan düzeltmeli biz goşist/solcu falan değil sosyalist düşünceye inanan 20’li yaşlarda delikanlılardık.

68’in eylemci gençliğini, durgun suya düşen ve gittikçe büyüyen halkalar oluşturan bir odak gibi düşünürsek eğer, kim bilir kaçıncı halkada yer alan bir dönemdaşın oğlu olan ve intihalciliği belgelenen bir kişi çıktı ve popülerliğe meftun halde, Deniz’e saldırıyor. “Denizler” diyor “Samastların, Hayallerin artık kimlerse başkalarının esin kaynağıdır.” “Etnik milliyetçi”, yetmiyor İttihatçı olmakla, yetmiyor Yakup Cemil’i lider kabul etmekle suçluyor. Zaten Kemalistlik de çoktandır baş suçlama konusu. Sosyalist amaçlara erişmek isteyenlerin, Kemalizmi önemsediklerini söylemeleri bile aynı kapıya çıkıyor.

İntihal önemli bir nakısadır/eksikliktir, çünkü hırsızlıkla eş anlamlıdır. Platform sözcüsü olduğunu yazmak ve o platformdaki arkadaşlarınca yalanlanmak önemli bir ikinci nakısadır. Senarist olduğunu yazmak ve ortada bir eserinin bulunmaması da ayrı bir “önemliliğe sığınma”dır. Bilinir ki, yalan söyleyen gene söyleyebileceği ihtimalini taşır ve bu önemli bir kişilik zafiyetidir.

Mektupları nasıl okuyalım

Dönelim konumuza. Deniz’in babasına hitaben yazdığı iddia edilen ve Cumhuriyet ’te 29.12.1971 tarihinde yani, banka soygunu ve Amerikalıların kaçırılıp sağ salim serbest bırakıldığı döneme denk bir zamanda yayınlanan ve büyük ölçüde babasını daha çokta annesini teselli etmek amaçlı bu mektubu; bu “yazar” etnik milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, Ermeni düşmanlığının –burada “iğrenç Ermeni” sözlerini kullanıyor- dayanağı yapıyor. Burada Deniz; “Baba beni Kemalist düşünceyle yetiştirdiğin için sana teşekkür ederim” diyor. Yabancılara her zaman düşman olduğunu söylüyor.

Yabancılardan kasıt emperyalistler olduğundan kuşku yok. Ama anti-emperyalist mücadeleyi, emperyalizm olgusunu, benimsediği küreselleşme adına yok sayan bu enternasyonalist “solcu” kişi, bunu anlamazlıktan geliyor ya da kelle koltukta her türlü iftiranın, kötülemenin odağındaki bir eylem adamının duygularını anlayamıyor. Çünkü, empati yok, beklenemez de.

Cemil amca da cevaben yazdığı mektupta Deniz’in ırkçılar tarafından karalanmak adına Ermenilikle suçlanmasına; Babanın üç dayısının Erzurum’un geri alınmasında Ermeniler tarafından şehit edilmesini atfen, “işte sen bu biçim Ermenisin!” gibi kinayeli, ironili satırlar yazıyor. Bu sözlerden Ermenileri “iğrenç” bulan ırkçı bir anlam mı var, yoksa tarihsel bir olgudan mı bahsediliyor. Burada yazarın anlama yeteneği, zekâ zafiyeti sorgulanmalıdır. Irkçılık bunun neresinde?

Senin hiç fındık ablan oldu mu ?

Bir olayı paylaşayım. Hukuk ve İktisat Fakültelerinin müşterek kullandığı bir kütüphaneye Vedat Demircioğlu Kütüphanesi adını vermiştik. Sağcı TMTF yöneticileri, Başkanları Ekrem Özer yönetiminde kalabalık bir grup üniversiteye gelip bizim levhayı çıkarıp Ziya Gökalp Kütüphanesi levhasını takmışlar. Haber alınca bulunduğumuz yerden kalabalık grupla üniversiteye gittik. Olay yerine gelene kadar ardımızdakilerin azaldığının farkında değiliz. Faşistlerle karşı karşıya kalınca bir de fark ettik ki önde Ermenilikle suçlanan Deniz, yanında sonradan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocağı) Başkanlığı yapacak olan Hikmet Bozçalı (Kürt), Masis Kürkçügil (Ermeni) ve 93 Kafkas muhaciri bir aileden gelen ben. Bu tabloda etnik milliyetçi olmak mümkün mü?

“Denizler” diye genelleme yapınca bu kişiye sormak gerekir: Senin hiç Fındık Ablan oldu mu? Ya da hiçbir kan bağın olmayan bir kadına “eme/hala”, eşine “enişte” dedin mi? İkisi de, tehcirde ailelerimizce saklanan, korunup kollanan yakın akrabalarımızdı. Fındık Abla ve ailesi Sivas’ta son kilisenin yıkılmasından sonra Fransa’ya göçtü.

Bunlar güya, demokratik Kürt hareketine arka çıkıyorlar. İstanbul Üniversitesi’nin işgal ve boykot hareketleri, Dolmabahçe’den Amerikalıların denize dökülmesi, Samsun-Ankara yürüyüşü, Kommer’in arabasının yakılması olayı gençlik hareketleri içersinde önemli kilometre taşlarıdır. İşgal ve boykot hareketlerinde tüm fakültelerin, “Boykot ve İşgal Komiteleri Başkanı” bir Kürt olan Kemal Bingöllü’dür. Bu, hep bizlerle hareket etmiş bizimle cezaevlerinde yatmış Bozkurt Nuhoğlu’ya rağmen Deniz’in önerisi ile gerçekleşmiştir. Bozkurt’un eş başkanlığı daha sonradır. İşgalin savunma başkanı yine bir Kürt olan “Mareşal Cevat’tır.” Devrimci/demokrat Kürtler Süleymaniye kıraathanelerindeki kabuklarından bu olayla birlikte çıkmışlartır.

DDKO’da, bu olaydan sonra kurulmuştur. Deniz en azından fahri üye oldu mu olmadı mı –biliyorum aslında- bu konuya açıklık getirecek kişi DDKO başkanlığı yapan Hikmet Bozçalı’dır. Biz ise sosyalizm kurulunca etnik kökene bakılmadan bir kurtuluş gerçekleşeceğine göre DDKO’nun kuruluşunu gereksiz görmüştük. Naiflik mi?

Deniz’in idam sehpasındaki Kürt ve Türk halkı ile ilgili sözleri bütünselinde olaylara bakarsanız bir sonuca ulaşabilirsiniz, bir sonuç çıkarabilirsiniz.

Bir de bu tabloya, Samsun-Ankara arasında yapılan, kısaca Bağımsızlık için Mustafa Kemal yürüyüşü dediğimiz o bilinen eylemin sonunda Anıtkabir’de DDKO’nun flamasıyla katılmasını ekleyin. O dönem DDKO yöneticilerinin Kürt hareketinin önemli yöneticileri olmasını da unutmayın.

O günlerden bugünlere geldik. Kimler bozdu bu tabloyu? Diyarbakır Cezaevi’ni yaratanlar değilse kim?

İttihatçılık ve Yakup Cemil meselesine gelince; toprak nasıl kimyasına uygun ürün verirse toplumun da geçmişini oluşturan siyasal yapılaşmalardan etkilenmesi kaçınılmazdır.

Kemalizm elma ise İttihatçılık armuttur. Biri çöken bir imparatorluğu kurtarabilmek için Osmanlıcılığın, giderek Türçülüğün, Turancılığın ve çöküşün; biri kurtuluş ve kuruluşun “ideolojisi” olmuştur.

Biliyorduk ki, tehcir olayı ile malul olanın, Soykırım Müzesi Müdürü Ermeni tarihçisi Hayk Demoyan’dan öğreniyoruz ki tehcire gönderilenleri kurtardığı için kahraman ilan edilen Mustafa Kemal’in ideolojisi.

Gezmiş ve Yakup Cemil iki ayrı dünya  

Bu ‘yazar’, “68’in devrimci aktörlerinden birinin tanıklığıyla”, diye cümleye başlayınca, bu kişinin 68’in liderlerinden biri sanıyorsunuz. Oysa önceki yazılarında bunun bir tiyatrocu olduğunu yazmıştı. Yani hafiften önemli bir tanıklığa dayanma güdüsü. Bilmediğimiz platform sözcülüğünden sonra kullandığı/vazgeçtiği senaristlik kurmacılıkta işe yarıyor galiba. Tanık kim? “68’in devrimci aktörü”. Önemli. Gene önemliye sığınma.

Bu aktöre göre, Deniz’in örnek aldığı yazılan, Yakup Cemil kim? İttihatçıların birçok silahşorundan biri. Trablusgarp’ta, sırf zenci olduğu için üsteğmen Şükrü’ye, çadırında uyurken kurşunlarının tamamını kalleşçe boşaltan bir katil. Gerekçesi ne? Rengi nedeniyle casus olabileceği şüphesi.

Bir de Gemerek’te, kaçabilmek için otomobilini almak istediği Başçavuşun kapalı kapı ardındaki karısını elinden yaralayan Deniz’in, Başçavuştan kırk kere özür dilemesini düşünün ve iki olayı yan yana koyun.

Benzerlik, özdeşlik, örnek alma, hangisi var? Önce bilecek sonra yazacaksın!

Mektup Deniz'in olamaz

Bu yalanlar kimseye itibar kazandırmaz. Niyetim Deniz’i methetmek değil. O, kamuoyunda dost ve o düşmanları arasında layık olduğu yeri almıştır. Niyetim, tanıklıklarımı iletmek/paylaşmak. Dönem konusunda senteze ulaşmak isteyenlere bilgiler aktarmak. İsteyen teorik meşrebine göre kendisini haklı çıkaran “teorik” sonuçlara ulaşabilir. Bunda bir beis yok.

Mektup konusuna gelince; söylemek istediğim şudur; mektubun ayrıntıları doğru olmakla beraber, bu mektup Deniz’in kaleminden çıkmış olamaz. Kaligrafisini görmeden buna inanmak zor. Cumhuriyet ’te çıkmış olması iddia ettiği gibi bunun “sahihliğinin” de delili olamaz. Arkadaşlarından birisi böyle bir mektup yazsa ve doğru bir kanaldan Cumhuriyet ’e, Milliyet ’e veya herhangi bir gazeteye iletse bu o dönemde yayınlanırdı.

Çünkü o dönemde yani mektubun yazıldığı ve yayınlandığı tarihte Deniz Amerikalıların kaçırılmasından ve İş Bankası soygunundan dolayı aranmakta idi. Ve basının tüm manşetleri onlarla ilgili ve dolaylı olarak onların aleyhineydi. Ve bu mektup önemli bir haberdi.

Bu onların üzerindeki yıldırıcı baskıyı hafifletmek, kamuoyu önünde olumlu bir hava yaratmak için gazeteye gönderilmiş olabilir.

Paralel başka bir örnek vermek istiyorum. Devrim gazetesinde Deniz ile yapılmış gibi bir söyleşi yayınlanmıştır. (Sayı 10, s.2-7) Sosyalizm sözü ve iması dahi geçmeyen, Kemalist söylemlerle dolu bir söyleşidir bu.

Bu da Deniz ile konuşularak yapılmış bir söyleşi değildir. Halisane duygularla yapılmış bu yayın konusunda Devrim’in Hasan Cemal ile birlikte dönüşümlü yazı işleri müdürlüğünü yapmış olan Uluç Gürkan tanıktır. Açıklamayı da zaten Uluç Gürkan yapmıştır.

Deniz'in mirası yaşadıklarıdır

Bunlar, Deniz’in silahlı hareketlerine katılmasalar bile onların üzerlerindeki faşist baskıyı azaltma çabalarıdır. İstanbul’dan bir arkadaşı Ankara’ya gitmiş ve SBF Yurdu’nda karşılaştığı, yine silahlı hareketlere katılmamış bir merkez yürütme üyesine bu baskıları hafifletmek amacıyla ve faşist güçlerin ilgisini başka odaklara çekmek amacıyla farklı yerlerde demokratik hareketler yapılmasını önermiş ve bunlar da yapılmıştır. Bunlar da halisane çabalardır.

Bu nedenlerle bu belgelere dayanılarak yapılan yorumlar tartışılır. Tekrarlamak gerekirse, Deniz’in geride kalanlara bıraktığı teorik miras, hayatı, mahkemelerdeki savunmaları, son mektubu ve son sözleridir. Kimseye kardeşine bile kendi yolundan gitmeyi önermemesi ve kardeşinin bilim adamı olmasını istemesi vasiyet niteliğinde önemli bir son sözdür.

Bu tanıklıklar, bazı Taraf yazarları ve türevlerinin, bildik görüşleri nedeniyle bulanıklığı gidermek üzere yazılmıştır.